Kemal Okuyan'la dünya, Türkiye ve KP üzerine.

~ 17.09.2015, Yeni Yaklaşımlar ~

Komünist Parti Merkez Komite üyesi Kemal Okuyan'la dünya, Türkiye ve Komünist Parti'yi konuştuk.

Restorasyon tezini aşağı yukarı bir yıl önce Türkiye’de en önce dile getirenlerden birisiydiniz.  Önceleri sınırlı bir kesim dışında ses getirmedi, 7 Haziran seçimlerine doğru tartışma özellikle sol içinde alevlendi ancak asıl olarak ülke gündemine seçimlerin ardından girdi. AKP’nin geriletildiği, oluşacak koalisyon hükümetinin önünde bir restorasyon gündemi olduğu açıkça yazılıp çizilmeye başlandı. Ancak koalisyon kurulamadı ve yeniden seçime gidilecek. Şimdi AKP’nin yeniden inisiyatif almasından, çatışmaların da tekrar başlamasıyla faşizmin misliyle geri gelmesinden, 90’lara dönüşten söz ediliyor. Ne dersiniz?

Bu uzun bir öykü. Doğal olarak da karmaşık. Uluslararası boyutu var, Türkiye’yle ilgili yanları var. Ancak önce AKP Türkiyesi ile Türkiye gerçekliği arasındaki farktan söz etmeli. Yanlış anlama olmasın, bu farktan biz çok uzun süredir söz ediyoruz, Türkiye AKP Türkiyesi’ne sığmaz dedik. Sığmayacağı açıkça görüldü. Öte yandan bunun öncesinde bitirilen bir Birinci Cumhuriyet var. Bu da açık bir gerçek. 1923, geriye dönüşsüz bir biçimde bitti. Peki ne olacak Türkiye havada mı duracak? Biz bu soruya Türkiye kapitalizminin sağlam kazığa bağlanamayacağını söyleyerek yanıt verdik, kalıcı bir istikrar söz konusu olamaz kapitalizmde Türkiye’de asla! Ancak bu şekilde de bırakılamaz. Haziran Direnişi, siyasal kanalları yaratılmayan toplumsal hareketlerin tehlikesini gösterdi sermaye sınıfına. Dolayısıyla sistemin sağını solunu toparlamak zorundalar. Erdoğan, Erdoğan, diktatörlük falan… Tamam sağlam tehdit halk adına ama sistem açısından da sürdürülebilir bir durum yok ortada. Sürdürülebilir hale gelmesi için siyaset alanına müdahale edilmesi gerekiyordu. Bu müdahale yapıldı.

Kim yaptı?

Tek sözcükle piyasa. Güçlü emperyalist ülkeler, uluslarası tekeller, sermaye sınıfımız. Bunları ayrı ayrı sayıyorum, iç içeler zaten, öte yandan da ciddi iç gerilimleri var bunların ve alt kümelerin. Şimdi neredeyse böyle bir sınıf aklının ortadan kaybolduğunu, bunun komplocu düşünce olduğunu filan söylüyorlar. Gülüp geçeriz. Türkiye’nin egemeni son tahlilde Tayyip Erdoğan değildir. Basit bir maşa, araçtır demiyorum, siyasal alanının muazzam hareket serbestliği, gücü var. Ancak unutmayalım, bu kişi baştan aşağıya bir projedir ve bu projenin sahiplerine çok şey sunmuştur. Çok güçlü olduğundan değil, seçenekler sınırlı olduğundan denetlenmesi zor olmuştur.

Peki seçenekleri yok eden Erdoğan değil mi?

Hayır değil. Onda böyle bir derinlik yok. Tek özelliği direnci. Seçenekleri yok eden sistemin çaresizliğidir. Bu sistem kendi karşıtını yok etmeye endeksli, genetiğinde bu var. Bu sistemin karşıtı sosyalizmdir, örgütlü işçi hareketi ve bu hareketin siyasallaşmasıdır. Buna sıfır toleransla sistemin kendi solunu düzenlemesi, dolayısıyla emniyet sübaplarının çalışır hale gelmesi biraz çelişiyor.

Restorasyon bu ihtiyacı mı karşılıyor?

Restorasyon girişimi diyelim, çünkü bunda başarının sınırları var. Evet, Türkiye’deki restorasyon girişimi, AKP Türkiyesi bağlamında ileriye ve geriye gidemeyen düzenin kendini var etme hamlesi olarak görülmeli. Burada ilk öncelik sistemin AKP, hatta Erdoğan dışındaki aktörlerinin konumlanışına verildi. Son bir yılda burada muazzam bir değişim söz konusu. Bir açıdan başarılı bir operasyondan söz ediyoruz. Bugün bakıldığında sistem açısından, sermaye sınıfı açısından, emperyalist ülkeler açısından Erdoğan karşıtlığı 2013’teki riskleri taşımıyor.

Ama Erdoğan ayakta?

Ayakta ve bu nedenle de restorasyon girişimine hizmet ediyor. Ayakta herkesle kavga ediyor. Sol dahi Erdoğan’dan başka bir şey göremez oldu.

Bu tartışmalar ışığında en acil görevin AKP karşıtı en geniş cephenin örülmesi olduğunu söyleyen çok fazla kişi var. Siz buna katılmıyorsunuz öyleyse. Bu tartışma en çok da seçimler başlığında öne çıkıyor.

Hayır buna katılmıyoruz. Hiç katılmıyoruz. AKP karşıtı cephenin zaten tanımı tuhaf. Cemaat de var, geleneksel sermaye grupları da var bir açıdan. Diyelim ki, söz konusu olan CHP ve HDP ve de sol. O zaman soru şu, AKP’ye neden karşıyız? Hatta daha önce sorulacak olan, AKP’ye gerçekten karşı mıyız? Bazı açıklamalara filan baktığımızda meselenin Erdoğan’a daraltıldığını görüyoruz. Erdoğansız bir AKP ile koalisyon kurabilecek bir CHP, Erdoğansız bir AKP ile çözüm sürecini yeniden örebilecek bir HDP var. Mesele hukuksuzluğa ve tek adam yönetimine teslim olmamaksa, bu işi halletmek için ellerine geçen sayısız fırsatı neden tepti bu iki parti?

Hangi fırsatlar?

“Hukuk bitti” diyorsanız, yasa koyucu organ, Meclis de bitmiştir. Ya da kendi otoritesini ilan eder. Saymıyorum kaç kez “bitti bu iş” dendi. Peki o zaman ne yapılıyor orada? Meclis’teki bazı oturumlar şaka gibi, köstebeğin gözü tartışılıyor! Gereğini yerine getirmeyecekseniz, “hukuk bitti” demeyeceksiniz, ayakta alkışlamayacaksınız, bakan vermeyeceksiniz, saygıda kusur edeceksiniz.

Yani AKP’ye kapıyı tamamen kapatamamak mı söz konusu?

Mesele AKP değil ki! Herkes AKP’yi Türkiye’ye armağan eden etkili güçlere oynuyor. Devlet terbiyesi, sorumluluğu gibi kavramlar, Türkiye’yi seçeneksiz bırakmayız türü yapıcı girdiler, bunların hepsi egemen güçlere dönük mesajlar; bize de güvenin! Çünkü bugün Türkiye’de siyaset yapan herkes AKP’ye maledilen birçok şeyin piyasanın emri olduğunu biliyor. Laiklik bitti Türkiye’de, “zaten neydi”yi tartışmayacağım, bıktık bu saçmalıklardan. Buna dokunamazlar -artık, kimi abartılı ve zaten tutmayacak adımları kaldırırlar ama dinselleşmenin parçasıdırlar ve bunu ilan etmek durumundalar. ABD ile NATO ile ilişkiler de böyle. Piyasadan söz eden bile yok. Peki geriye ne kalıyor? Erdoğan! Hayır AKP’nin sınıf karakterini örten, AKP gerçekliğinin büyük bölümünü kabullenen bir AKP karşıtlığının parçası olmayacağız biz.

Ya faşizm tehlikesi?

Erdoğan’ın kişisel iradesi üzerinden Türkiye’de faşizm tehlikesi yok, olamaz! Faşizm sermayenin diktatörlüğüdür. Bir kişi can yakar, kan döker, ortalığı karıştırır ama faşizm bunun ötesi. Türkiye kapitalizmi Erdoğan faşizmine dönük bir tercih yaparsa intihar eder. Bunun karşılığı yok. Erdoğan’la mücadeleyi sağlıklı bir zemine oturtmak zorundayız.

Ama Erdoğan konumunu korumak için her şeyi yapacağa benziyor. Bu önemli bir tehdit değil mi?

Buna neden imkan buldu? Erdoğan muhalefetin zayıf noktasını biliyor. Muhalefet Erdoğan’ı Erdoğan yapan kritik başlıkların hiçbirine dokunamaz. Halk dokunmak zorunda. Yok dokunmayalım, güncel çözüm bulalım! O zaman şikayet etmeyin.

7 Haziran öncesi sosyalist sol içinde utangaç bir şekilde başlayan, HDP hadi olmadı CHP’ye oy verilmeli çağrıları, + 1 kampanyaları, seçim sonrası somut işbirliğine evirilmiş görünüyor. Çatışmaların tekrar başlamasıyla HDP’nin politik belirleniminde bir Barış Bloğu oluşturuldu. Önümüzdeki seçimlerde bu toparlanmanın da rol oynayacağı ortada. Blok’un ilginç tarafı artık yan yana gelmez denilen kesimlerin aynı yerde buluşması oldu. Örneğin artık sosyalist soldan aforoz edildiği düşünülen “yetmez ama evetçi” liberal solcular ve “hayırcı” AKP karşıtı sosyalist özneler. Bu nasıl oluyor, yani onca tartışma hiç yapılmamış, bir yol alınmamış gibi… Yoksa blok mantığı herşeyi bir çuvala doldurmaya izin mi veriyor?

Ötesine artık inanılmıyor.

Özelikle seçimlerde sosyalistler tarafından da desteklenen bir CHP-HDP işbirliği kötü mü olur?

“Kötü mü olur” diye bir soru bana tuhaf geliyor.

Ben demiyorum, böyle deniyor…

Bu dönemeçte, sol birikimi düzene bağlayacak, sınıf çelişkilerini iyice örten ve düzen değişikliği talebini geriye çeken hiçbir şey iyi değildir, böyle yanıtlayayım. Ayrıca CHP-HDP işbirliği bir ölçüde gerçekleşti Haziran seçimlerinde. CHP’de HDP’ye oy veren ilçe başkanları ya da yerel yöneticiler var. Ben bu geçişkenliğin artacağını düşünüyorum, restorasyon girişiminin hedefleri arasında bu da vardı.

Siz bir yazınızda Kürt siyasetine Türkiye’de yer açılmak istendiğini yazmıştınız.

Tek başına bundan kimsenin şikayeti olamaz. Burada mesele şu: Hangi amaçla? 2000’lerin başından beri Türkiye’de sosyal demokrasinin yeniden yapılanması için arayışta olan merkezler var. Bu arayışlarda Kürt hareketine belli bir yer veriliyordu. Sosyalist Enternasyonal bünyesinde hazırlanan raporlar var. Ayrıca unutmayalım, Kürt siyasetçilerin bir bölümü zaten sosyal demokrasi kökenli. Yani geçişkenlik hep var. Ancak şimdiye kadar sosyal demokrasinin yeniden yapılanması ağır aksak yürüdü. Şimdi bu yeniden yapılanma meselesinde hedeflenen demokratikleşme, Kürt halkının iyiliği filan değil. Emperyalist merkezlerin derdi, CHP’yi bugünün ihtiyaçlarını karşılayan bir hale getirmek. Burada Kürt siyasetinin kendi ajandasından yararlanabilir miyiz diye düşünüyorlardı. İstedikleri olmuyordu, geçtiğimiz yıl ise  birden fazla unsur yan yana geldi ve çok büyük bir mesafe alındı.

Nedir bu unsurlar?

Birincisi CHP’nin iç krizi ve tıkanıklığı; yeni CHP deniyor en küçük bir toplumsal karşılığı olmadı… İkincisi Erdoğan’a karşı güvenilir, güçlü, liberal bir bloğun yaratılma ihtiyacı… Üçüncüsü bölgedeki Kürt aktörlerin, dünya sistemine çekilme ihtiyacı ve olanağı. ABD Suriye’de Kürtlerin üzerine barbar IŞİD’i sürdü, onca insanın katline neden oldu ve ardından Kürt direnişinden nemalanıp bir de üstüne Kürtlerin halkla ilişkilerine soyundu. Bütün bunların kendi kendine, plansız-hesapsız olduğu herhalde düşünülmüyor.

Peki bu süreç tamamlandı mı?

Tamamlanamaz. Bu doğrultuda adımlar atılır ama dünya sisteminin iç çelişkileri istikrara izin vermiyor. Kıyasıya mücadele var. Ancak konuya sermaye açısından baktığınızda, şununla karşılıyorsunuz: Bu alçak sınıf hiç bu kadar aklanmamıştı. Sol dahil sermaye sınıfını, piyasayı, kapitalizmi unuttu. Zaten bugün restorasyon sürecinin en önemli başarılarından biri Türkiye’de düzenin sınırlarının ya da etki alanının genişletilmesidir.

Genel olarak soruyorum, bu dediğiniz neo-liberal saldırılara dönük itirazların çoğaldığı gerçeği ile çelişmiyor mu?

Hangi neo-liberal saldırılar? Başlangıçta anlarım da kaç on yıl oldu! Neo-liberalizm eleştirisi kapitalizmi aklamanın bir yoludur, iş şuna dönüştü: Kaka neo-liberalizm; bir başka kapitalizm var! Sistem değişikliği ihtiyacı ve hakkı şu anda hiçbir şey tarafından ertelenemez. Bakın, kapitalizmin son 150-160 yıllık tarihinde düzen değişikliği talebi hiç bu kadar geri çekilmemişti. Olacak iş değil. Halk için bakıldığında bu düzeni yıkmak kadar doğal-normal bir şey olamaz. Akıldışı, barbar, berbat bir toplumsal sistem. Buna bir tür dokunulmazlık kazandırıldıysa, bunda solun bütün dünyadaki tuhaflıkları da neden oldu.

Dünya solundan söz ettiniz, Syriza ve benzerlerine dönük çok aykırı bir tavır aldınız, şimdi İngiltere’de İşçi Partisi’nin yönetiminde değişiklik… Bu iyiye gidiş anlamına gelmiyor mu hiçbir biçimde?

Syriza kapitalizmin siyasal ve ekonomik krizden çıkış arayışının ve emperyalist odaklar arasındaki çekişmenin ürünüdür. Bunun nesinden heyecan duyacağız? Yok efendim, sola yöneliş varmış, insanlar umutlanıyorlarmış… Alın size umut. Üç ayda çöktü. Ama bir kez bu hastalık bünyeye girmesin, Çipras çöpe, yerine Lafazanis… Peki ne diyor bunlar? Meselenin özünü gizleyen herkes sermayeye hizmet ediyor. Üstelik aydınlatmakla yükümlü olduğumuz son derece karmaşık ilişkilerin içindeler. Bundan heyecanlanmak bir devrimciye yakışır mı? Her örneğin farklı yanları var elbette ama ortak bir doğrultu var, dünyada sistem kendi solunu yeniden yapılandırıyor. Yunanistan’da, Türkiye’de, İspanya’da, Fransa’da, İngiltere’de… Çipras bir Hollande değildi, Jeremy Corbyn de bir Çipras değil. İyidir, kötüdür, namusludur, hırsızdır bunlar önemsiz değil ama bir şeyin üzerini örtemez: Misyonu ne? Örnek olsun İngiliz İşçi Partisi… İngiliz siyasal sistemi, ilk olgunlaşanlardandır, İşçi Partisi 19. yüzyılda sendikal hareketin çocuğu olsa da bu siyasal sistemin izlerini taşır. İki partili sistem ve burada İşçi Partisi’nin rolü, İngiliz emperyalizmi açısından İşçi Partisi gibi başlıklarda söylenecek bir sürü şey var. Bunlara meydan okumak için İşçi Partisi liderliği uygun bir yer değil. Tersine o koltuk önsel olarak bazı özellikler kazandırır insana…

Ancak uluslararası alanda sol nasıl çıkacak işin içinden komünist hareket birçok ülkede çok zayıf?

Daha da zayıflaması mı isteniyor! Genel eğilim güncel kurtarıcı arama… Çipras, Podemos, Rusya, Çin, HDP… Bu böyle gidiyor. Ne vaadediyorlar? Neyi değiştirecekler? Neyin peşindeler? Doğru sorular sormamız gerek. Putin başımıza keskin bir batı kapitalizmi eleştiricisi kesildi. Rus devletinin elindeki medyaya bakın, bazı açılardan Sovyet dönemini çağrıştırıyor. Peki bunun arkasında ne var? Toplumsal çıkarlar mı, kamu mülkiyeti mi? Hayır, burada bayağı güçlü bir kapitalist sınıf var. Piyasa ilişkilerinde alabildiğine çıkarcı, oportünist. Ama uluslararası ilişkilerde de öyle… Ve ikisi bir bütün. Rusya en gelişmiş silahlarını ABD müttefiklerine satmaya başladı. Öyle tuhaf bir komedi oynanıyor ki… ABD Avustralya’da bir tatbikat yapıyor, temelde Çin-Rusya bloğuna karşı ve bu tatbikatta Rusya’nın “gururu” Suhoi 27 ve 30 uçakları da yer alıyor. Ne yapacağız, söz gelimi Endonezya’nın yoksul emekçilerinin tepesinde F-15 değil de SU-27’ler dolandı diye keyiflenecek miyiz?

Ama bu sayede bazı başlıklarda nefes alınıyor. Örneğin Suriye… Hatta Küba Rusya Federasyonu’nun ABD karşısında bir odak olmasından yararlanıyor.

Kuşkusuz. Emperyalist ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarından yararlanmak, bağımsız bir siyasal tutumunuz, ajandanız, kimliğiniz varsa, geçerli, vazgeçilmez bir yoldur iktidardaki emekçi sınıflar için. Bu nedenle Küba’yı ayrı bir yere koymak gerek. Küba tecrit edilmeye çalışılan bir ülke olarak kapitalist dünyada delikler açacak, ticaret yapacak, onları bölecek, silah temin edecek. Buna kim ne diyebilir? Önemli olan ülkenin bütün bunları sosyalizm yolundaki kararlılığından vazgeçmeden, tersine bu yol için yapması. Ama bunun kapitalist ülkelerdeki mücadeleye yansıması farklı olmalı. Ortada bağımsız bir sınıf hattı yok, sosyalizm hedefi yok, herkes günü kurtarmaya çalışacak sırtını bir yerlere dayayarak. “E ne yapalım güçsüzüz” bir açıklama olamaz. Sırtını şu ya da bu sermaye sınıfına, şu ya da bu kapitalist ülkeye, şu ya da bu uluslararası bloğa dayayarak devrim mücadelesi verilemez.

Az önce HDP’yi de saydınız… Dünyadaki bu dalganın ürünü mü HDP?

Hayır, HDP’nin arkasında bayağı ciddi bir tarih var. Ancak HDP’nin bugün yerleşmekte olduğu yerle uluslararası alanda sürmekte olan bir operasyon arasındaki ilişkiyi görmemek olabilir mi?

Bazıları bugün AKP ile gelinen noktada Kürt siyasetinin artık değiştiği ve sağlıklı bir konumlanış içine girdiğini söylüyor.

Geçmişte neden AKP’cilik yapıldı, şimdi neden kavga ediliyor? Bu sorunun yanıtı kimsede var mı? “Çözüm sürecinde sözler tutulmadı” bir açıklama olabilir o zaman iki şey söylenir: Bir, biz o sözleri (ama yalnızca bir tarafın değil bütün tarafların sözlerini) tam olarak bilmiyoruz. İki, Türkiye bir tarafa, çözüm süreci bir tarafa nasıl denebilir? AKP diyelim ki çözüm sürecinde herkesi aldattı -ki böyle değil, diğer başlıklarda kimseyi aldatmadı, neyse o. İyi AKP-kötü AKP liberallerin uydurmasıdır. AKP AKP’dir.

Şu andaki şiddeti nereye oturtacağız?

Erdoğan kanlı bir oyuna kalkıştı. “Biz biliyorduk, zaten PKK hazırlanıyordu” sözü her şeyi açıklıyor. O zaman neden şimdi “uyandı”! Belli ki iddia edilen “kendini kurtarma” hamlesi doğru. Buna yanıtı aldı. Taraflar neler yapabileceklerini topluma gösterdiler. Herkes anladı. Ama anlaşılmayan şu, taraflar ne yapmak istiyor? Kürt sorununda kim ne istiyor? Savaş ve barışın gerçekliği kaybolmuş durumda ve insanlar ölüyor!

Seçimlere gelelim, Komünist Parti’nin 7 Haziran seçimlerinde hayli düşük oy alması, yalnız başına kalınca işlerinin çok daha zor olduğunu, mevcut şartlar gereği asgari düzeyde bir işbirliğinin gerekli olduğunu göstermiyor mu?

Göstermiyor. İşbirliği, birlik bir fetiş haline getirilemez. Nedenleri, niçinleri gerekir. Ayrıca Komünist Parti kendi çalışmalarına seçimlerde not verecek kadar kendisine yabancılaşmadı. Seçimler bir göstergedir ama bazen yanıltıcı bir göstergedir. Tuzaktır. Zayıfsın, git inanmadığın, normalde yan yana gelmeyeceğin birilerinin içinde eri! Zayıfsın git ehveni şeri destekle! Zayıfsın, sus! Zayıfsın, haddini bil! 7 Haziran seçimleri Komünist Parti’ye en küçük bir olumsuz etkide bulunmadı, tersine partinin üzerinde çalıştığı bir dönüşümü büyük bir hızla hayata geçirmesine yardımcı oldu. İnançsızlar, parlamenter hayaller kuranlar, kolaycı çözüm arayanlar seçim sonuçlarından fazla etkilenir. Elbette az, bayağı az oy almayı kanıksayacak, buna duyarsızlaşacak değiliz. Ama hiçbir seçim sonucu partimizi yolundan saptırmaz. Bu seçimlere bu kararlılıkla giriyoruz.

Ama bu yalnızlığın 7 Haziran seçimleriyle sınırlı kalmadığınını görüyoruz. Komünist Parti’nin Kürt sorunundan, AKP karşıtı cephe tartışmalarına, başta Yunanistan olmak üzere bölgedeki siyasi gelişmelerden, seçimlerde alınacak tavra kadar bir dizi başlıkta ayrıksı bir yerde durduğunu görüyoruz. Hatta sizi neredeyse işbirliği fikrine düşman ilan edenler var. Düşman mısınız gerçekten birlikte iş yapmaya?

Konusu, anlamı olan, sağlıklı işbirlikleri konusunda ne kadar yapıcı olduğumuzu geçmişte herkes gördü. Ancak bunca yaşanandan sonra hâlâ CHP ile HDP ile ittifak gündemini tartışacak durumumuz yok. Bazen ayrışmak, ayrı durmak iyidir. Sağlıklı işbirlikleri için de herkesin netleşmesi, kimin ne dediğinin belli olmasında yarar var. Biz bugün Türkiye işçi sınıfının siyasal alandaki etkisizliğini kırmayı, sosyalist iktidar hedefinin daha geniş bir kesiminin gündemine yerleşmesini hedefleyen bir stratejiyle hareket ediyoruz.

Bu stratejinin bir şansı var mı?

İnanmadığımız bir şeyi yapmayız.

13 Eylül’de tüm Türkiye’den delegelerin katılımıyla bir konferans gerçekleştirdiniz. Gündeminiz neydi?

Konferans’ın ilk oturumunu Haziran seçimlerinden hemen sonra yaptık ve örgütü masaya yatırdık. Aldığımız kararlar doğrultusunda örgütsel dönüşümümüzü hızlandırdık yaz aylarında ve büyük ölçüde tamamlandı. 13 Eylül’de ise daha çok partinin siyasal stratejisi üzerine odaklandık. Bu bağlamda son derece verimli bir Konferans süreci geçirdik. Parti kendi örgütünü güçlendirirken, tarihsel bir örgütlenme atağını da planlamayı ihmal etmedi. Bunun sonuçlarını önümüzdeki dönem herkes görecek.

Son olarak başka bir şey soracağım, uzun süredir soL Portal’da yazmıyorsunuz, bunun özel bir nedeni var mı?

Bu tamamen parti içi görevlerle ilgiliydi. Ayrıca soL’da çok iyi yazarlar var, partimizin siyasal hattını taşıyan, yeniden üreten… Kendi açımdan bu dönemin sonuna geldim, artık soL’da düzenli yazacağım, bu yalnızca benim için geçerli değil.

 

solhaber

Hits: 893