CB seçimleri: Yanlış ve doğrular

“Anayasa yalanları”, halkoylaması öncesi, Anayasa değişikliklerini çarpıtarak toplumu yanıltmak isteyen siyasal zevat ve gazetecilerin beyanlarına karşı uyarılar dizisinde yer alan bir yazı idi (29.07.2010, BirGün)

İBRAHİM Ö. KABOĞLU

“Anayasa yalanları”, halkoylaması öncesi, Anayasa değişikliklerini çarpıtarak toplumu yanıltmak isteyen siyasal zevat ve gazetecilerin beyanlarına karşı uyarılar dizisinde yer alan bir yazı idi (29.07.2010, BirGün). Sığ ve kıt anayasa bilgilerine rağmen TV ekranlarından ahkâm kesenler, şu dürüstlüğü gösteremedi: “AKP’ce kotarılan Anayasa değişiklikleri, ne olursa olsun desteklenmeli”.

Dört yıl sonra, “paralel tablo” var. CB seçimi için propaganda ve yandaşlık, doğal; ama bu, anayasal ve siyasal verileri çarpıtarak ve bilgi kirliliği yaratılarak yapılıyorsa, bunları teşhir etmek gerek. İşte bir düzinesi:

“CB’nin doğrudan halk tarafından seçilmesi, demokratik ilerlemedir”: Bu görüşü dillendirenler, acaba demokratik devletlerin çoğunda, CB’nin parlamento tarafından seçildiğini veya monarşilerde olduğu gibi tevarüs yoluyla göreve gelindiğini bilmiyor mu? CB’nin halkça seçimini demokrasinin ölçüsü olarak görenler, Türkiye’de yasama seçimlerinde uygulanan % 10 baraja karşı çıkmıyor. Devlet başkanının göreve geliş tarzından bağımsız olarak hiçbir demokratik ülkede böyle bir barajın mevcut olmadığından habersiz mi?

“Gelişmiş ülkelerde başkanlık, yarı-başkanlık sistemi var”: ABD ve Fransa dışında hangileri? Zira, Avrupa’nın en güçlü demokrasileri, parlamenter rejime sahip cumhuriyet veya monarşiler…

“CB halk tarafından seçilince, rejimin niteliği değişir; parlamenterizm, yarı-başkanlığa dönüşür”. Bu görüş, ne ölçüde geçerli? İki önemli etken belirleyici: CB’nin Hükûmet ve yasama üzerinde sahip olduğu anayasal yetkiler ve bunların kullanımı. Bu bakımdan, CB’nin halk tarafından seçildiği (Bulgaristan’dan Avusturya’ya) birçok Avrupa devleti, yarı-başkanlıktan çok parlamenter yönetim uyguluyor. Fransa’ya gelince; CB’nin konumunu belirleyen iki anayasal yetki öne çıkar: Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmek ve Parlamentoyu feshetmek. Bizde ise, TBMM’yi fesihte sadece “bağlı yetki”si bulunan CB, Bakanlar Kurulu’na ancak olağandışı durumlarda istisna olarak başkanlık edebilir.

“Devlet başkanlığı, siyasal makamdır”: ABD için doğru. Eğer 2003’te Bush yerine Clinton veya Obama başkan olsaydı, Irak’a muhtemelen saldırılmayacaktı. Buna karşılık, eğer 1982 Anayasası Başkanlık rejimini kurmuş olsaydı, Erdoğan’a sıra gelmeden Özal, muhtemelen orduyu Ortadoğu bataklığına sürmüş olacaktı. Buna karşılık, Anayasamızda bu yetki TBMM’ye ait olup, CB, “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” (m.104). Bu görevi ifa için siyasetçi olmaya gerek yok; hatta olmamak, CB’nin görevini kolaylaştırır. Mesela CB, “çevre kirliliğini önleme, çevre sağlığını koruma ve çevreyi geliştirme” yükümlülüğü (m.56) konusunda yetkili ve görevli makamları uyarabilir…

“CB tarafsız bir makam değil”: Oysa, Anayasa gereği, CB’nin, varsa partisi ile ilişkisi kesilir ve TBMM üyeliği sona erer (m.102). Bu düzenleme karşısında, “CB, devlet değil, milletten yana taraf tutar” görüşü, tam bir halk avcılığı. Kaldı ki, eğer bunu söyleyen kişi, adaylığı sırasında sırtını devletin kurumlarına dayamış ise, hiçbir biçimde inandırıcı olamaz.

“AKP dışında biri CB seçilirse, çatışma olur”: “Çoğunluk AKP’de olduğuna göre, CB’nin aynı partiden seçilmesi, yürütmenin iki kanadının uyumu için önemli” görüşü, ne ölçüde geçerli? CB’nin değinilen görev ve yetkilerini kullanması, “anayasal fren ve denge düzeneği” işlevini yerine getirdiği anlamına gelir. Çağdaş anayasacılık ve demokrasinin gereği de bu. Dolaysıyla, İhsanoğlu veya Demirtaş’ın seçilmesi, “fren ve denge düzeneği”nin yeniden kurulması umudunu da yeşertebilir. Erdoğan ise, denge ve denetim düzeneği yerine, konumunu başkanlık rejimine geçiş için kullanacağını şimdiden beyan ediyor. Oysa Anayasa, böyle bir girişime kapalı… Dahası, Devlet kurumlarında uyum kaygısı taşıyan bir lider, toplumu ayrıştıran çatışmacı söylemi sürekli hale getirir mi? Herhalde, yurttaşlığı bu denli unutturmaya çalışan bir başka başbakan olmadı.

Sonuç olarak; CB makamını elde etmek için her türlü söylemi ve yolu mubah gören bir anlayıştan, “erdem” rejimi olarak da tanımlanan demokratik yönetimi beklemek, eğer “ölesiye bir yandaşlık” değilse, aşırı bir iyi niyet ve saflık olur. Dahası: Başkanlık yolunda zorlamalar, TBMM’nin demokratikleştirilmesi gereğini de tamamen gündemden düşürür.

Bu nedenlerle, -eşit olmayan ve sınırlı adaylı yarışma koşullarına rağmen- Pazar günü bütün seçmenlerin sandık başına giderek tercihini ortaya koyması, Türkiye’nin geleceğini oylamak anlamına gelmekte…

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1823