MİT devleti inşasında AYM sınavı

Hükümet ve yargı ilişkisi, hiç bu kadar Tanrı “Janus’un iki yüzü” olarak karşımıza çıkmamıştı. Hukuku dile getiren yargı mensupları “kötü”, Hükümet’in beklentilerine yanıt verenler “makbul”.
Yasalar ve Anayasa’yı “politik araç” haline getirme konusunda pek mahir olan AK Parti Hükûmeti, özellikle 17 Aralık 2013 sonrası, “yargıyı araçsallaştırma” etkinliğine ivme kazandırdı. Öyle ki, bizden ve bizden olmayan ayrımı, yakın geçmişteki “vesayet” söyleminin yerine geçti.
2010 Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi (AYM), Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile birlikte, “vesayet kurumu!” olmaktan güya çıkarılmıştı. Bu iki kurum, yeni dönemin o denli gözde anayasal organları oldu ki, aynı değişiklikle getirilen ve anayasal haklara ilişkin “tamirat” anlamına gelen düzenlemeler, AYM önünde bireysel başvuru dışında “unutuldu” veya bunların tam tersi yönde uygulamalar, yaygınlık kazandı. Tek bir örnek, bu konuda fikir verici olabilir: “Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir…” (md. 20). Devrim olarak sunulan bu hak doğrultusunda yasal düzenleme bir yana, uygulama tam tersi yönünde oldu. Örnekler çoğaltılabilir. Mesela, aynı değişiklikle kurulan “Ekonomik ve Sosyal Konsey”in esamesi bile okunmuyor. Varsa da, yoksa da HSYK ve AYM (idi)…


Hançer ve Kılıç
Yeni dönemin bu iki gözde kurumundan ilki olan HSYK, Anayasa yoluyla başarılamayınca, yasa yoluyla operasyona tabi tutuldu; “bir zamanlar Anadolu’da” filmindeki “hançerle otopsi” görüntüsünü andırır bir şekilde.
HSYK statüsünde yasa yoluyla yapılacak değişiklik alanı çok sınırlı (md. 159/son) olduğundan, AYM’nin kısmen iptal ettiği yasa, birçok yönüyle Anayasa’ya aykırı idi.
Aslında AYM, zaman ve içerik bakımından göz ardı edilmemesi gereken dört zaafa imza attı: Zaman olarak neden bu kadar gecikti? İçerik olarak, neden en az iptal ile yetindi? Neden 3 aylık süre ve gerekçe nerede? İlk üç soru karşısında şu söylenebilir: AYM pek çekingen davrandı. Ne var ki, bu kadarı bile, Hükûmet tarafından, “Kılıç darbesi” olarak nitelenmeye yetti. Tablo, bir tür “hançer-kılıç” oyunu şeklinde okunmaya başlandı.


“Kim takar mahkeme kararını?”
Atatürk Orman Çiftliği’ndeki devasa inşaatın durdurulmasına ilişkin Ankara İdare Mahkemesi kararına uymayacağını açıkça beyan eden Başbakan, AYM’nin Twitter kararına saygı duymadığını beyan etmekte sakınca görmedi.
Aslında, AYM tarafından, “Twitter yasağı”nın kaldırılmasına ivme kazandıran süreç, aynı konuda Ankara İdare Mahkemesi kararına uyulmaması oldu.
Her ikisinin altyapısı, “karar-marar”, “Twitter-mivitır” tanımam siyasal sloganı ile oluşturulmuştu.. “Bakara-makara” tekerlemesi de, uhrevilik maskesini düşürüverdi…


AYM: tutarlılık beklentisi…
Ya da AYM, dengeyi sağlayabilir mi?
Hatırlanacağı üzere, bu köşede, AYM kararlarını eleştirdim: “4+4+4 kararı”, MİT Kanunu değişikliğini ve yeni Büyükşehir Belediyelerinin kurulmasına dair Kanunu denetleyen kararları, ilk sırada belirtilebilir.
AYM, açık Anayasa’ya aykırılık öğelerine karşın yasaları iptalden kaçınırken, bireysel başvurular konusunda daha liberal bir görünüm sergiledi. Acaba neden? İlki, daha çok Hükûmet kaynaklı yasalardı; ikincisi ise, yargı kararları…
HSYK kararıyla, TBMM’ye karşı çekingen tavrını, kısmen de olsa kırdı. Bütün sorun, bundan böyle, tutarlı karar verip veremeyeceğinde düğümlü!
 

Milli İstihbarat Teşkilatı sınavı…
TBMM’de görüşülmekte olan MİT Kanunu, devlet içinde, ama “Anayasa ve hukuk dışı” bir mekânda yeni bir “fiilî yapılanma” sonucunu doğurma riski bulunan düzenlemeler içeriyor. Belki bazı düzeltmeler yapılacak; ama, görünen o ki, yine, “Anayasa’ya aykırılıkla malül” bir yasa olarak çıkacak.
Haliyle, yasaların Anayasa’ya uygunluğu konusunda AYM kararları, HSYK kararından sonra, iç tutarlılık bakımından bir “test” niteliği taşıyacak... AYM, gerçekten, özgürlük ve iktidar ikilemi ve, her zamankinden çok daha zorlu bir sınav karşısında bulunuyor. MİT Kanunu, bunların başında yer alıyor…


Şimdilik iki sonuç:
-Demokrasi bakımından; AYM, tavrını, insan haklarından yana koyabilmesi ölçüsünde meşruluğunu pekiştirecektir.
-Hukuk devleti bakımından: AYM, Anayasa ve Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler ışığında karar verebildiği ölçüde, “filli yönetim”den “hukuk zemini”ne dönmenin yolu açılacaktır.

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1953