Metin Feyzioğlu İle Söyleşi: 'Örgütlü Olmamız Şart! Biat Eden, Boyun Eğen Daima Kaybeder'
~ 18.05.2013, Yeni Yaklaşımlar ~
Metin Feyzioğlu İstanbul Barosunun 17 Mayıs cuma günü Silivri’deki duruşmasına katılmak için bir gün önceden İstanbul’a geldi. Feyzioğlu uzun zamandan beri “Çınar” diye tanımladığı Av. Şener Mete’yi ziyaret etmeyi düşünüyordu. Bu kez bu ziyaretini gerçekleştirdi. 16 Mayıs Perşembe günü Sabiha Gökçen Havaalanından hareketle Şener Mete’nin Göztepe’deki evine gidildi. Adaletbiz, Feyzioğlu’nun Şener Mete’yi ziyaretinde yanındaydı. Ziyaretinden sonra da Feyzioğlu’nun sıcak, samimi ve içten karşılamasıyla TBB seçim süreci üzerine röportaj gerçekleştirdik. Röportajın ayrıntılarına geçmeden, kendisine sıcak ve samimi geçen bu güzel röportaj için teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Önümüzdeki TBB seçim sürecini kazanıp Başkan olmanız halinde neler yapacağınız konusunda, projeleriniz hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
Prof.Dr.Av.Metin Feyzioğlu: 2013-2014 son derece önemli bir dönem. Önümüzde bir taraftan mesleği bir taraftan da mesleğin üzerine bina edildiği ülkeyi ilgilendiren çok büyük sorunlar ve gelişen bir süreç var. Avukatlık mesleğinin güncel sorunlarını elbette çözmek için uğraşmak zorundayız. Elbette projelerimizi hayata geçirmek, avukatlığı sürdürülebilir bir meslek haline getirmek ve meslektaşlarımızın ve baroların artık çığ gibi büyümüş sorunlarına neşter atmak zorundayız. Fakat bunu yaparken bir Eczacılar Odası, bir Veterinerler Odası olmadığımızı ve onların dahi en temel sorunu olan hukuk devleti, demokrasi ve İnsan Hakları sorununun öncelikle Baroların ve Türkiye Barolar Birliğinin sorunu olduğunu unutma hakkına sahip değiliz. Türkiye rejimini değiştirecek olan bir anayasa değişikliği sürecine giriyor ve burada önümüze en hafifi partili cumhurbaşkanı olacak, yasama, yürütme, yargıyı birleştirip tek adam rejimine dönüştürecek değişiklikler paketi getirilecek. Diğer yandan da üniter devleti temellerinden sarsacak belki de ortadan kaldıracak pazarlıkların içinde olunduğunu biliyoruz. Bütün bunlar daha önce 2010 referandumunda yapıldığı gibi süslü paketler içerisinde pazarlanmak istenecek. Özgürlükler adına, insan hakları adına, demokrasi adına, özgürlüklerin, insan haklarının ve demokrasinin belki de 10’larca yıl altında kalkamayacağı yeni bir darbenin vurulmasının arifesindeyiz.
Biat Eden, Boyun Eğen Daima Kaybeder…
Türkiye Barolar Birliği toplumdaki bütün sivil toplum örgütlerine, hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün siyasi partilere kutup yıldızı gibi evrensel insan hakları ve demokrasinin evrensel ölçütleri çerçevesinde yol göstermek zorunda. Siyasi iktidara, muhalefet partilerine ve bütün sivil toplum örgütlerine, demokratik kitle örgütlerine… Yani Türkiye Barolar Birliğinin toplumun yolunu aydınlatma görevi var. Bu görev doğrudan doğruya 1136 Sayılı Avukatlık Kanunundan ve avukatların yüzyıllardır üstelendiği demokrasinin lokomotifi olma rolünden kaynaklanıyor. Bu göreve sırt çeviremeyiz. Susma hakkımız yok. Ben burada kavga etmekten söz etmiyorum. Dik durmaktan, mücadele etmekten söz ediyorum. Mücadele etmeyen başarıya ulaşamaz. Biat eden, boyun eğen daima kaybeder ve onunla birlikte herkes de kaybeder. Ben boyun eğmeden, biat etmeden, elimizi uzatmaktan söz ediyorum ve dik durmaktan söz ediyorum.
Avukatlık Mesleğinde Sınav Şart! Avukatların Sosyal Güvenceleri Sağlanmak Zorunda
Diğer yandan avukatlık mesleği sürdürülebilir olmaktan çıkmış durumda. Meslek itibarı, artık itibarsızlaşma noktasına doğru hızla gitmekte. 109 Hukuk Fakültesi var Yeşim Hanım. Bugün Afrika Ülkeleri bile sınavla avukatlığa kabul ederken, biz kendine çağdaş diyen ama sınavsız avukatlıkta ısrar eden tek ülkeyiz. Mutlaka sınav gelmek zorunda, mutlaka avukatların sosyal güvenceleri sağlanmak zorunda, avukatlar gönül rahatlığıyla emekli olabilme hakkına sahip kılınmalı. Göstermelik, sadaka misali emekli maaşlarıyla değil gerçek emekli maaşları; o yüzden munzam emekli maaşları sağlanmak zorunda. 2010 referandumundan sonra inanılmayacak kadar ivme kazanmış avukatları örgütlü bir şekilde ezme düşüncesi var. Hakimler ve savcılar açıkça görülür şekilde, elle tutulur bir şekilde avukatları ikinci değil üçüncü sınıf muamelesine tabi tutmaya yeltenmektedir. En azından bir kısmı!
ÖRGÜTLÜ OLMAMIZ ŞART
Bunlara karşı 80.000 avukat 79 baro elbirliği ile mücadele etmezsek başarılı olma şansımız yok. Ama 79 baronun, 80.000 avukatın örgütlü gücünü hayata geçirirsek işte o zaman kimse önümüzde duramaz. Hakkımız olmayan bir şey istemiyoruz. Biz aslında kendimiz için de bir şey istemiyoruz. Çünkü avukatın hakkının ihlal edilmesi demek; avukatın hakkını savunduğu bireyin haklarının elinden alınması ve gasp edilmesi demektir. Adliyeye girerken hakim savcı kapısı buradan, avukat ise arka kapıdan ise aslında arka kapıdan sokulan vatandaş. Avukat o adliyeye vatandaşın hakkını korumak için giriyor. Eğer kürsüden avukat azarlanıyorsa, azarlanmaya teşebbüs ediliyorsa, azarlanan avukat değil vatandaştır. Eğer HSYK “pek çok ülkede avukatlar mahkeme salonlarından geri geri çıkarlar, şükredin biz size henüz bunu dayatmıyoruz” diyorsa; istenen vatandaşın el pençe divan mahkemenin huzurundan veya kadının huzurundan geri geri çıkmasıdır. Şimdi bunlara karşı tepkisiz olduğumuz sürece ivme kazanarak, katlanarak bizim üzerimize gelecekler. Ne zaman örgütlü gücümüzü gösteririz, ne zaman yapamazsın deriz, ne zaman kol kola gireriz o zaman herkes kendine çeki düzen verir. Ben kavga etmekten söz etmiyorum. Ben dik durmaktan söz ediyorum. Doğruya doğru demekten, yanlışa güçlü bir şekilde, öyle mahcup bir şekilde değil, haklılığımızı göstererek yanlış demekten söz ediyorum. Bunu biz Ankara Barosunda yaptık. Türkiye’de yapmaya talibiz.
Başka bir önemli konu TBB’nin maalesef tartışmaya açtığı, önümüze koymak istediği, ancak baroların direnişi ile karşılaştığı için geri çektiği Yabancı Avukatlık Şirketleri Projesi. Hayal ürünü değil. Doğrudan doğruya Barolar Birliği resmi yazıları ile antetli kağıtlarıyla başkanların önüne konulmuş bir projedir bu. Yabancı avukatlık şirketlerine Türkiye’de izin verelim mi? Bu şirketler Türkiye’de şubeler açarak çalışsın mı? “Bir düzenlemesini yapalım canım da istemezseniz hayata geçirmeyiz” gibi bir oldu bittiye getirme çabası, belgeleriyle, tutanaklarıyla, konuşmalarıyla sabittir. Bizim çok güçlü direnişimiz sonucunda geri adım atılmıştır ama vazgeçilmemiştir. Türkiye’de sigorta şirketleri, bankalar, hastaneler yabancı sermaye şirketlerinin eline geçirilmiştir. Yıllık 5 milyar dolarlık bir cironun olduğu avukatlığın yabancı sermayenin eline geçirilmek istenmediğini düşünmek saflık olur. Elbette bunu isteyeceklerdir. Bizim buna karşı direnmemiz gerekirken ve birleşerek direnmemiz gerekirken TBB eliyle bunun gündeme getirilmesini elbette şiddetle protesto etmek ve karşı durmak zorundayız. Ayrıca TBB’nin bizlerin şiddetli protesto ve itirazları sonucunda planladığı pek çok değişikliği önümüze yazılı olarak koymuş olmasına rağmen bunları geri çekerek hazırladığı taslakta da son derece tehlikeli maddeler vardır. Bu maddelerden, düzenlemelerden biri avukatlar hakkında ceza soruşturması açmaya TBB yönetim kurulunun yetkili kılınmak istenmesidir. Şimdi bu eleştiri mevcut durumun doğru olduğunu iddia ettiğim anlamına gelemez. Elbette avukatlar hakkında ceza soruşturması açılması için bakanlık devreden çıkmalı ve eğer biz bağımsız örgütlersek, bizim önerimizde olduğu gibi TBB genel kurulunun seçeceği bir heyete bu iş bırakılmalıdır. Ama TBB yönetimi bu yetkiyi kendi almak istemektedir. Bir an düşünün, bugün TBB başkanının elinde, Türkiye’deki bütün avukatlar hakkında, Baro Başkanları, Baro yöneticileri hakkında ceza soruşturması ve davası açma yetkisi olsa… Bir kişi, kolay kolay kahramanlık göstermeksizin ağzını açabilir, Türkiye Barolar Birliğine yanlış yapıyorsunuz diyebilir mi? Bu düzenlemenin geçtiği gün bütün barolar ve bütün avukatlar Türkiye Barolar Birliği Başkanının iki dudağının arasına kaderlerini teslim ederler. Bunu önermek dahi avukatlık mesleğinin bağımsızlığına ve “Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı” vecizesine ilkesel anlamda aykırıdır.
Staj Koordinasyonu Üst Kurulu
Avukatlık Kanunu taslağında yine kabulünde çok zorlandığımız bir başka öneri, stajın büyük ölçüde TBB’nin uhdesine alınmasıdır. Türkiye’de gitmediğim il hemen hemen kalmadı. 74 ile gitmişim son 5 ayda. Baroların sıkıntılarını gayet iyi biliyorum. Hemen hemen kucaklaşmadığım delege kalmadı, ayrıca yıllardır avukatlık sebebiyle Türkiye’nin her yerine gidiyorum. En küçük ilçeden, en büyük adliyeye kadar görev yapıyorum. Stajın büyük bir sorun olduğunu biliyorum. Ancak çözümü, stajı merkezileştirmek şeklinde bulamayız. Staj, Baroların en önemli yetkilerinden biridir. Düşünebiliyor musunuz? İstanbul Barosu’nun, Ankara Barosu’nun, İzmir Barosunun veya herhangi bir Baronun elinden staj yetkilerinin alınıp Ankara’da merkezi bir kurula bağlandığını… Biz elbette bir kaliteyi yakalamak zorundayız stajda. Ama bu yakalayacağımız kalite aşağıda değil daha yukarıda olmalı. Yani herkesi en aşağıya çekerek zeminde bir kalite yakalayacağımıza, yukarıda yakalamalıyız. Önerimiz bir staj koordinasyonu üst kurulu kurmaktır. Staj koordinasyonu üst kurulu müfredatın asgari özelliklerini ve unsurlarını belirlemelidir. Staj Koordinasyonu üst kurulu bütün baroların temsilcilerinden oluşmalıdır. İçinden bir icra heyeti çıkar ve her baro asgari standartlara ulaşmış bir eğitim müfredatını benimser ve eğitimcilerin eğitimleri Barolar Birliğinde yapılır. Daha sonra baroların isteklerine göre belli bölgelerde toplanarak Barolar Birliği destekli ama o baroların yetkisinde staj eğitimi verilir. Bir hafta on gün sürelerle de Ankara’ya davet edilir stajyerler, Ankara’da da yüksek mahkemeler konusunda staj görürler ama asıl önemlisi belki de hayatında hiçbir zaman tiyatroya, sinemaya konsere dahi gitmemiş olan avukat adayları meslektaşlarımız Ankara’da bu imkâna sahip olurlar. Çünkü hukukçuluk sadece hukuk kitabı okuyarak başarılması imkânı olmayan bir meslektir. Mutlaka sanatla en azından seyirci düzeyinde ilgilenmek gerekir. Mutlaka bir konserin ne demek olduğunu en azından klasik müziğin ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Bir tiyatronun keyfine varmayı, bir şiir dinlemeyi, şiir okumayı gerektirir. Bu yüzden meslektaşlarımıza bu imkânı da sağlamak zorundayız.
TBB Yaşayan Bir Merkez Olmalı
TBB bürokratik soğuk bir bina olmaktan kurtulmalı, yaşayan bir yapıya dönüştürülmeli, cıvıl cıvıl olmalı… Stajyerler gelmeli, gitmeli; baro yöneticileri gelmeli gitmeli. Baro yöneticilerine, delegelere barolar birliği merkezinde çalışma ofisleri sözü verdik. Kendi barolarından, illerinden Ankara' ya geldiklerinde çalışabilecek bir imkâna sekretarya hizmetiyle birlikte kavuşmalılar. Dolayısıyla sürekli iletişim halinde olunmalı...
Yeni Projemiz Türkiye Barolar Birliği Meclisi oluşturmaktır.
Ayrıca diğer önemli bir projemiz de, Türkiye Barolar Birliği Meclisi oluşturmaktır. Sadece baro başkanlarıyla Barolar Birliği yönetiminin iletişim içinde olması kopuk bir yönetim anlayışını sergiliyor. Delegeler de bu yönetime katılmalı. Delege olmak için belli bir kıdemde olunması gerekiyor. İstanbul Barosu delegelerini düşünün veya bir başka baronun delegelerini düşünün, Iğdır Barosu, Adana Barosu delegelerini yani herhangi bir baronun delegelerini düşünün bu delegeler görmüş geçirmiş, meslekte pişmiş insanlar. Yani ister büyük, kalabalık bir baronun içinden gelsin, ister 30 üyesi olan bir baronun delegesi olsun bu kişiler oranın ışığıdırlar. Bu “ışık” iki yılda bir ibra ettin, etmedin diye el kaldırmak, ondan sonraki iki yılda da meslek sorunlarının hiç konuşulmadığı bir genel kurulda da sadece kulislerde harcanmak için kullanılamaz. TBB delegeleri düzenli olarak avukatların sorunlarına el atmak ve ışıklarını yaymakla yükümlüdür. Ama buna bir imkân yaratılması lazımdır. Toplanıp çalışılması son derece zor olan genel kurulun toplanmadığı zamanlarda 2- 3 ayda bir biraraya gelecek yine delegelerden oluşan ama sayısı azaltılmış şekilde belli bir nispetle oluşturulacak veya o günkü gündeme göre oluşturulacak bir Türkiye Barolar Birliği Meclisini kurmak zorundayız. Böyle yaptığımızda Baroların o ışıkları, o değerleri gerçek anlamda yol gösterici olabilecektir. Bunu da yaptığımızda hem bir taraftan Barolar Birliği yönetimini fiilen sınırlayacak bir organı kendi elimizde oluşturmuş oluruz hem de böylelikle katılımcı demokrasiyi sağlarız.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Sizin gelecek seçimlerde Milletvekili adayı olmanız bekleniyor. Bu durumda TBB’nde seçimler yenilecek. Bu durum eleştiriliyor bu konuda siz ne dersiniz?
BEN TERCİHİMİ YAPTIM.
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu:
Ben 2011 seçimleri öncesinde, gazetelere doğrudan doğruya yansıdığı için söyleyebilirim milletvekilliği adaylığı teklifi almış biriyim. Ama ben Ankara Barosu'nu bırakmak istemediğim, Ankara Barosu'nda çok daha faydalı işler yapacağımı düşündüğüm için ve bu gerekçeyi de açıkça söyleyerek milletvekilliği teklifini ret ettim. Ardından CHP Kurultay’ında bugüne kadar hiçbir delegenin almadığı oyla bilim kurulu üzerinden parti meclisine seçildim. CHP Kurultaylarında bir delegenin aldığı en yüksek oy benimkisi. Ana Muhalefet Partisi Genel Başkan Yardımcılığı önerildi. Ben Baro ’da daha faydalı olacağımı düşündüğüm için sadece bilim kurulunda bilim adamı sıfatıyla görev yapabileceğimi, ama baroyu bırakmayacağımı; Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları savaşı hukuk düzleminde, yargı düzleminde yürüdüğü için Baroyu bırakmanın doğru olmayacağını söyleyerek mazeret bildirdim ve kabul etmedim. Şimdi ben Ankara Hukuk Fakültesi dekanlığından itibaren milletvekili olabilecek durumdayım. Ve beni kimsenin bir yere getirmesine ihtiyaç yok. Taban getirir, getirdiği gibi de bir gün götürür. Bu imkânlara zaten ben taban tarafından sahip kılındım. Bu teveccüh bana gösterildi. Ama faydalı olacağım yerin Baro ve TBB olduğunu çünkü mücadelenin burada yürüdüğünü gördüm. O yüzden bu konuda ben test edilmiş biriyim. Rahatlıkla nerede faydalı olacaksam, nerede mücadeleyi etkili bir şekilde yürüteceksem orda olduğumu gösterdim. TBB başkan adaylığını seçmem benim tercihimdir. Yani Ankara Barosu Başkanlığından Milletvekilliği olmaz mı? Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığından Milletvekilliği olmaz mı? Ankara Hukuk Fakültesi Ceza Profesörlüğünden milletvekili olmaz mı? Ankara Barosu Avukatlığından milletvekili olmaz mı? Olur elbette. Ancak ben tercihimi yaptım. Bu makamları insanın gözünde çok büyütmemesi lazım. Makamlar hizmet etmek içindir. Makamlar sizi büyütüyorsa, siz o makamlara zaten yakışmazsınız. Koltuktan güç almak için değil, o koltuğa ve makama değer katmak için görev yapmanız lazım.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN:Avukatlık Kanunu’ndaki Reklam yasağı ile ilgili bir çalışmanız olacak mı? Bu konusunda ne düşünüyorsunuz?
AVUKATLIK BİR KAMU HİZMETİDİR.
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu:Bu konu projelerimizi anlattığımız broşürde de var. Reklam yasağı yönetmeliği meslekte kaliteyi önleyecek şekilde ve uyana zarar veren uymayana da önünü açan şekilde uygulanıyor. Çağın gerçeklerine uygun değil! Avukatlıkta reklam olmaz. Avukatlık bir kamu hizmetidir. Meslek itibarını iki paralık edecek şekilde bir reklam kuşkusuz bize yakışmaz. Reklam ancak sermaye şirketleri eliyle yürütülen bir avukatlık benimsenirse söz konusu olur. O da Amerikan tarzı avukatlıkta olur. Zaten Amerikan tarzı avukatlık da kamu hizmeti olarak görülmez. Bizim yapımız, avukatlık kanunumuzun ve tarihimizin dayandığı, geldiği temeller bambaşkadır. Özellikle Fransız kaynaklıdır. Ancak avukatlıkta fiilen uzmanlaşmayı ve uzmanlaşmaya değer vermeyi sağlamak lazım. Şunu kast ediyorum: Akredite olmuş bir sertifika programına gittiniz, örneğim rekabet hukuku konusunda genel bilgilerin ötesinde derinleştiniz. Bunu gösterebilmeniz lazım. Ama bugünkü reklam yasağına göre “ben rekabet hukukunda uzmanlaştım” diyemezsiniz. Derseniz disiplin suçudur. Bunu diyenlere işlem yapılmaz ama siz aracınızı ısrarla park yasağı olan yere park etmek istemezseniz de siz zararlı çıkarsınız. Yani trafik kuralına sırf o kural var diye uyma bilincine sahip kişiyi cezalandırıp, kuralı ihlal edene, emniyet şeridine girene işlem yapmazsanız hukuka saygılı bireyleri cezalandırmış olursunuz. Türkiye’nin içinde bulunduğu veya Türk avukatlığının içinde bulunduğu durum şu anda bu. O zaman biz reklam yasağını, elbette değiştirmek zorundayız ama reklam haline gelmeden, avukatların Barolar tarafından akredite edilmiş uzmanlık programlarına katılmalarını teşvik edecek şekilde tanıtıma izin verir hale dönüştürmek zorundayız. Bunu yaptığımız takdirde göreceksiniz meslekte kalite artacak ve aynı zamanda bireylerin hak arama özgürlüğüne de hizmet etmiş olacağız. Çünkü artık pratisyen hekimlik gibi, pratisyen avukatlık döneminden, kimin belirli bir konuda uzmanlaştığını, bireylerin araştırabileceği, görebileceği bir yapıyı yaratmak durumundayız.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN:İşçi avukatların, Genç avukatların iş sorunu ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Bir projeniz var mı?
Avukat güçlü olacak ki, Baro güçlü olacak, Baro güçlü olacak ki Türkiye Barolar Birliği güçlü olacak…
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu: Bu proje zaten özellikle genç avukatların önünü açacaktır. Hemen her ilde belli konularda köşe başı niteliğinde avukatlar var. Onlar zaten biliniyor. Siz bir genç avukat olarak kendinizi bir konuda ne kadar yetiştirirseniz yetiştirin bilinmediğiniz sürece sizi bulamıyorlar. Bilinmeniz için o konuda iş almanız lazım ama bilinmediğiniz için de iş gelmiyor. Dolayısıyla bu bir kısır döngüdür. Bunu kırabilmek için o genç meslektaşın kendini tanıtabilmesine imkân sağlamak gerekir. Bunu Barolar Birliği ve Barolar ile birlikte sağlamamız gerek. Bu, gençlere yarayacak bir proje ve düzenlemedir. Öte yandan çok heyecanla sarıldığımız ve düzenlemesini de oldukça ayrıntılı bir şekilde Ankara Barosunda yapıp, Türkiye Barolar Birliğine öneri şeklinde sunduğumuz ancak TBB tarafından hiç dikkate alınmayan bir projemiz var. Noterlerinkine benzer “Avukat Destek Havuzu.” Bugün notere gittiğinizde, bir işlem yaptırdığınızda, o işlem için notere ödediğiniz bedelin belli bir yüzdesi Türkiye’deki bütün noterlerin yararlanacağı bir havuza aktarılır ve o havuzdan ay sonunda Türkiye’deki bütün noterler belli oranlarda pay alır. Bizim önerimiz şu: TBB’nin önerdiği gibi değil. TBB şöyle bir öneri getirdi önümüze; “havuz önerisi filan yok! Kararlaştırılan avukatlık ücretinin tamamının baroya yatırılması ve stopajı kesildikten sonra ilgili avukata aktarılması”. Şimdi kararlaştırılan avukatlık ücretinin baroya yatırılmasını sadece Maliye Bakanlığı isteyebilir. Bunda avukatların herhangi bir menfaati veya talebi olmaz. Bizim önerimiz kararlaştırılan avukatlık ücreti değil, buna biz karışmayız. Asgari ücretin, yani en az ücretin, tarifedeki yazılan ücretin ilgili baroya yatırılması, yatırıldığına dair makbuzun vekâletnameye eklenmesi ve bunun dava şartı olarak kabulü… Böylece angarya iş yapma zorunluluğundan herkes kurtulur, eş- dostun işini, tanıdığın tanıdığının işini ücretsiz yap gibi baskılardan bütün avukatların kurtarılmasıdır. Biliyorsunuz ücretsiz iş yapmak çok istisnaidir ve kural haline gelirse disiplin suçudur. En azından asgari ücretin bu şekilde garanti altına alınması ve o asgari ücretin örneğin %90’ının ilgili avukata havalesi geri kalan %10’unun havuza atılması. O %10’ların ay sonunda o baronun katma değer sağlayan bağlı çalışan veya serbest çalışan avukatlarına eşit olarak dağıtılması. Böylece, her baroda rakamlar değişebilir, mesela Ankara’da 300 TL gibi bir parayı belki dağıtabilirsiniz. Kişi başı 300 TL ne demektir? Belki 3 meslektaş bir araya geldiğinde kirasını çıkartır asgari masraflarını çıkartır. Böylece bir başka avukatın yanında çalışma durumu olduğunda diyebilir ki emeğimin karşılığını vermezsen ben 2-3 avukat arkadaş gidiyorum kendi büromu açıyorum diyebilir. Bu avukatın dik durmasını sağlar. Hiç bir zorluğu da yok, istendiği anda basit bir kanun değişikliği ile hayata geçirilir ve sizi temin ederim Maliye Bakanlığı’nın da çok hoşuna gider. Asgari ücretin vergilendirilmesini sağlar. Bu o kadar kolay ki. Belki iş başta, çok iş yapan meslektaşlarımızın kısmi bir protestosu ile karşılaşılabilir ama olayı şöyle görmek lazım, bir genç meslektaşımın ezildiği yerde ben de eziliyorum. Bir meslektaşım ay sonunu getiremiyorsa aslında ben de getiremiyorum, huzurlu olamıyorum. Meslektaşlarımızın bu sebeple boyunları bükülüyorsa, hepimizin boynu bükülüyor. TBB bununla mücadele etmek için var. Örgütlü mücadele böyle olur. Birimizin sıkıntısı hepimizin sıkıntısı ise biz güçlü olabiliriz. Avukat güçlü olacak ki, Baro güçlü olacak, Baro güçlü olacak ki Türkiye Barolar Birliği güçlü olacak… Ama Barolar Birliği, Barolar üzerinde asla vesayet kurmayacak, baroları şubeleştirmeye teşebbüs etmeyecek.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Kocasakal İstanbul Delegasyon’unun bir bölümünün sizi desteklediğini açıklaması üzerine Av. Başar Yaltı’yı kast ederek ihanete uğradım dedi. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Ben karşı taraf değilim ki! Dışarıdan biri değilim ki!
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu:Bu polemikler benim tamamen dışımdadır. Burada ihanet gibi kelimeleri kullanmayı doğru bulmuyorum. Maksadı aşan tanımlamalardır bunlar. Yeşim Hanım, ben Ankara Barosu'nun adayı değilim! Ben Ankara Barosu’na mensup bir avukat olarak Türkiye Barolar Birliği Başkan adayıyım. Barolar, Barolar Birliğine aday göstermezler. Tüzel kişiliklerin Baro Başkanlıklarına aday gösterme yetkisi yoktur. Beni Ankara Barosu delegeleri aday gösterdi! Ankara Barosu göstermedi! Dolayısıyla Ankara Barosu’nun adayı değilim. Türkiye’nin adayıyım. Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına bir avukat olarak, bir delege olarak talibim ve İstanbul Barosu’na da, İstanbul Barosu delegelerine de uzak biri değilim. Tam aksine İstanbul Barosu delegeleriyle iç içe olan, İstanbul Barosu delegelerinin savunduğu değerleri onlarla birlikte savunan ve onlarla omuz omuza mücadele veren, bugüne kadar hep vermiş olan ve bundan sonra da vermeye devam edecek olan meslektaşlarıyım. Ben karşı taraf değilim ki! Dışarıdan biri değilim ki! İstanbul Barosu’nun başına bir şey gelse kim koşacak? Biz koşacağız. Bizim başımıza bir şey gelse kim koşacak? İstanbul Barosu koşacak! Biz rakip olamayız ki… Karşı taraf olmadığımıza göre, İstanbul Barosu ile aynı ilkeleri savunduğumuza göre, Metin Feyzioğlu’nu desteklemek ihanet olabilir mi? Dolayısıyla bu maksadı aşan bir cümledir eğer böyle bir şey sarf edildiyse… Benim için İstanbul Barosu Başkanı meslektaşım olarak son derece değerlidir, Ulusal Kanal’da yaptığım bir canlı yayında aynen şu cümleyi söyledim; ‘Ümit Kocasakal’ı ve Metin Feyzioğlu’nu millet birbirine mühürlemiştir. Dolayısıyla bizim aramızda bir ihtilaf, bir ayrışma olduğuna dair bir söylenti bile milyonlarca insana hayal kırıklığı yaşatır; benim de buna hakkım yoktur, Ümit Bey’in de hakkı yoktur. Dolayısıyla ne ben Ümit Bey hakkında kötü bir cümle veya söz söylerim, ne de Ümit Bey'in benim hakkımda söylemesini beklerim. Millet bizim elimizden bu hakkı almıştır. Bu bizim dışımızda gelişen bir olaydır. Millet tarafından biz mühürlendik.
O zaman şunu soracaksınız haklı olarak. Niye bir de İstanbul Barosu’ndan bir aday var diyeceksiniz bana?
Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Evet ben de tam buna hazırlanıyordum. Aynı kanattan iki ayrı aday çıkıyor. Neden?
Bugün seçim baro başkanları veya bir takım kanaat önderleri düzeyinde yürümüyor. Delege TBB seçimine sahip çıkmıştır.
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu:
Aday olmak bir haktır. Kimsenin elinden bu hakkı alamazsınız. Aday olana da niçin aday oldun denilmez. Kararları zaten seçmen verir. Tabanda mutlaka gerekli birleşmeler olmuştur. Her zaman siyasette birleşmeyi taban sağlamıştır ve bu birleşme de bugün itibarı ile zaten sağlanmıştır. Ben bütün Anadolu’yu karış karış gezdim. Şöyle söyleyeyim; seçimler için ayrıca gezmedim ilk defa. Daha önce ilk dönemimde 60’ın üzerinde ile gittim. Cumhuriyet ve Demokrasi konulu bir konferanslar dizisini 70.000 yurttaşa ulaştırdım ve kucaklaştım. Gittiğim her ilde de elbette baro ziyaretleri yaptım. Ayrıca ben Türkiye’nin her yerinde de dava takip eden bir avukatım. Dolayısıyla her gittiğim Baroda zaten ilişkilerim var. Bu seçimler ise için özel olarak, 5 buçuk ayda nerdeyse gitmediğim baro kalmadı. Yani Türkiye’yi ve baroları tanıyan, baroların ve avukatların sorunlarını bilen ve yaşayan biriyim. Bugün seçim, baro başkanları veya bir takım kanaat önderleri düzeyinde yürümüyor. Delege, TBB seçimine sahip çıkmıştır. Seçim, delege bazında yürüyor. Delege gayet bilinçli bir şekilde olaya el koymuştur. Bastığımız zemin son derece sağlamdır. Son gece pazarlıklarına dayanan bir seçim taktiğini elimizin tersiyle reddetmiş durumdayız. Gizli hiçbir oyunumuz yoktur. Ne söylüyorsak onu yapıyoruz. Eylemimizle söylemimiz birdir. Her yaptığımızla da bunu ispatlamış durumdayız. Önümüzdeki günlerde de ispatlamaya devam edeceğim.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Kadronuzu açıklayacak mısınız? Ne zaman?
Anayasa’nın ilk üç maddesinde uzlaşan herkes başımızın üstündedir.
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu:Elbette! Gece yarısı otel odası pazarlığına bırakmıyoruz. Bekleyin görün az sonra… ( gülüşmeler) Büyük bir talep var, büyük bir teveccüh tabi bu. Keşke yönetim kurulu 50 kişiden oluşsa… Tabi Barolar Birliği meclis projesi ile birlikte önemli bir açılım sağlayacağız. Biz Ankara Barosu’nda bunu işletmeye başladık ve iyi sonuçlar almak üzereyiz. Aynısını Türkiye Barolar Birliği'ne getireceğiz. Tüm Türkiye’de büyük bir teveccüh var, İstanbul ve Anadolu’nun her barosu kendini yönetimde görebilecek ve içine sindirecek. Türkiye’yi kucaklayan bir yönetimi hayata geçireceğiz. Anayasa’nın ilk üç maddesinde uzlaşan herkes başımızın üstündedir.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN:Peki CHP ve Türkiye’nin geleceği konusundaki düşünceleriniz nelerdir? Özellikle Suriye iç Savaşı, Reyhanlı Katliamı ve Barış Süreci konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Hayatımda Önemli Bir Makas Değişikliği Yapıyorum
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu:Ben kendimi günlük siyasetin tamamen dışına çektim. Zaten dışındaydım. Ankara Barosu yönetiminde biz hiçbir zaman günlük siyasi parti söylemini ne takip ettik ne de o gündemin içine girdik. Tam aksine daima partiler üstünde kaldık. İspatı da şuradadır; Ankara Barosunda %30’larla aldığımız bir grubu ilk seçimimizde %55’e, ikinci seçimimizde %60’a taşıdık. Avukatların her birinin ayrı ayrı siyasi tercihleri olur. Avukatlar toplumun içinde meslek insanlarıdır. “Siyasetle ilgilenmeyen bir insan olursa, gün gelir siyaset onunla mutlaka ilgilenir” diyor Duverger… O yüzden bizler siyasetin dışında kalma, siyasetle ilgisiz olma hakkına sahip olmayan meslek insanlarıyız. Ancak hukuk devletinin bütün şartlarının gerçekleşmesini istemek, demokrasinin bütün şartlarının gerçekleşmesini istemek, yargı bağımsızlığı istemek siyaset değil ki.. Daha doğrusu gündelik siyaset değildir veya gündelik siyaset yapmak değildir. Bu bir üst siyasettir! Hukukun üstünlüğü siyasetidir. Biz bu siyasetin takipçisi olduk. Benim kimseden beklentim olmadığı için beni bir yere getirir ise taban getireceği, bir yerden götürürse de taban götüreceği için ve yönetimdeki bütün arkadaşlarımız da bu düşünce etrafında kenetlenmiş bir kadro oluşturduğu için hiçbir siyasi partiye bağlı olmadık, her siyasi partiye eşit mesafede kaldık. Elbette hepimizin ayrı ayrı siyasi görüşleri olabilir. Bana sıklıkla Cumhuriyet Halk Partisi Bilim Kurulundan ve dolayısıyla parti meclisinden ayrılacak mısın diye soruluyor. Elbette seçildiğim gün itibarı ile ayrılacağım. Zaten bunu söylemeyi bile gereksiz görüyorum. Çünkü Birlik Başkanı olarak söyleyeceğim her sözün arkasından, birilerini bunun altını oymak istediğinde bu hususu gündeme getirirler. Dolayısıyla ben söylediklerimin bilimsel gerçekler olduğunun, insan haklarının evrensel değerlerine dayandığının, savunma hakkının gereği olduğunun altını çizebilmek adına, elbette bir bilim adamı sıfatıyla yer aldığım bilim kurulundan ve dolayısıyla o bilim kurulunun da içinde yer aldığı parti meclisinden ayrılacağım. Ben Türkiye’nin insan hakları ve hukuk devleti mücadelesinin bu düzlemde yürüyeceğini gördüğüm için hayatımda önemli bir makas değişikliği yapıyorum ve TBB başkanlığına aday oluyorum. Siyasi hayatımda makas değişikliği yapıyorum. O yüzden hiçbir siyasi partinin şu anda iç işine ilişkin Türkiye Barolar Birliği Başkan adayı ve Ankara Barosu Başkanı sıfatı ile bir görüş bildirmem.
Suriye meselesine gelince; bu Türkiye’nin bağımsız bir dış politika sahibi olup olmadığı ile ilgili bir sorundur. Bağımsız dış politikamızın olabilmesi için toplumun haber alma kaynaklarına sahip olması, düşünebilecek verilere ulaşabilir kılınması gerekir öncelikle. Çünkü bireyler ancak bu şekilde kendilerini yönetenleri denetleyebilirler. Bir ikincisi de, devletin bağımsız dış politikaya sahip olabilmesi için, siyasetten arınmış ama kuşkusuz güçlü bir orduya sahip olması gerekir. Şöyle düşünün; ABD, Fransa, Almanya güçlü bir orduya sahip olmasalardı, güçlü bir donanmaları olmasaydı kendilerine ait bir dış politikaları olabilir miydi? Türkiye’de ordu, darbe yapma konusunda sabıkalıdır. Bu sabıkası kullanılarak, darbe ile mücadele ediliyor görüntüsü altında omurgası kırılmıştır. Belki de Diyarbakır’da Sokak ortasında gündüz gözüyle insanları enselerinden kurşunlatanlar, eline kalemden başka bir şey almamış gazetecilerle, avukatlarla emekçilerle birlikte yargılanarak aklanmışlardır. Herkes aynı torbaya atılmıştır. Sap samandan, doğru yanlıştan, suçlu suçsuzdan ayrılamaz hale getirilmiştir. Ve sonuçta Türk ordusunun beli kırılmıştır. Türk ordusu milli niteliğini yitirmiştir. Bağımlı hale getirilmiştir. Kendine ait bir istihbaratı kalmamıştır ve donanma yok edilmiştir. Donanmanın yok edilmesi ile birlikte Kıbrıs’ta, İsrail’le Kıbrıs Rum kesiminin stratejik ortaklığına evet denmek zorunda kalınmıştır ki, bu İsrail Ortadoğu’da söz sahibi olabilmek, Ortadoğu'nun egemenliğini ele geçirebilmek için Ortadoğu’nun sınırlarının değişmesini projelendirmiş olan İsrail’dir. Öyle ki uçağımızı kimin düşürdüğünü bile tespit edecek ve tespit etsek bile bunu söyleyebilecek durumumuz kalmamıştır. Bakın, bir yandan düşünebilme gücümüz elimizden alınmış, dolayısıyla neler oluyor diye sorgulama imkânımız kalmamıştır. Bir taraftan da dış politikamızın arkasında caydırıcı güç oluşturacak silahlı gücümüz yok edilmiştir. Hal böyle olunca Reyhanlı’daki katliamın Türkiye’yi Ortadoğu’nun sınırlarının değişmesini tetikleyecek kanlı bir savaşa sürüklemek için sahnelenmiş bir gizli servis oyunu olduğunu tahmin etmek çok zor değildir. Peki, bütün bunların bizle alakası ne? Eğer yargı bağımsız ve tarafsız olsaydı, yargı eliyle rejim değişikliğine gidilmemiş olsaydı, bugün Reyhanlı katliamı olmazdı.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN: TBB seçimlerine çok az bir süre kaldı. Delegelere bizim aracılığımız ile bir mesaj göndermek ister misiniz?
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu: Ben bu seçim sürecinden inanılmayacak kadar keyif aldım ve inanılmayacak kadar benim açımdan öğretici oldu.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Seçimlerin sert geçtiği söyleniyor!
TBB Başkanı, Türkiye’deki Bütün Baroları Kucaklar, Kucaklamalıdır.
Ben sert bir cümle söylemedim. Ben hiçbir zaman kişileri eleştirmem. Kişilerin eylemlerini konuşurum. Ahlaklı, ahlaksız, namuslu, namussuz, dürüst, dürüst değil bu nitelemeleri hiç yapmam ben. Bu seçimi kim sertleştiriyorsa onunla konuşmak lazım. Durumdan vazife çıkaran, birilerine zarar vermek isteyen tetikçiler her zaman olur. Bana her gün birileri en kabul edilmez şekilde saldırır. Ben bunları duymazdan, görmezden gelirim, etrafta konuşmam bile. Bunları konuşmam o tetikçilere değer vermem anlamına gelir. Bunları gündeme ben taşırsam onlara hak etmedikleri payeleri veririm. Onları duymam! Ben işime bakarım. Elbette önümüzde bir Türkiye Barolar Birliği yönetimi ve başkanı var. Ve o başkanın yaptıklarının, işlemlerinin yanlışları varsa bunları söylemek benim sadece aday olarak değil, sadece bir delege olarak değil, bir avukat olarak görevim zaten. Elbette bunları söyleyeceğim. Türkiye Barolar Birliği Başkanı eğer Star Gazetesine demeç verip “her kim yargı ele geçiriliyor diyorsa bu faşizmdir, saik okumaktır, niyet okumaktır diyorsa ve bu şekilde yargının siyasallaşmasına ve ele geçirilmesine katkı sunuyorsa ben bu işlemi görmezden gelebilir miyim? TBB Başkanı resmi açıklama yapıp Lozan Antlaşması'na göre ana dilde savunma yapmak haktır diyorsa ben bunu görmezden gele bilir miyim? Ben güneydoğuda, doğuda avukatlık yapan biriyim. Benim Kürt vatandaşlarımızla ilgili en ufak bir problemim olamaz. Benim en yakın müttefiklerimdir kendini Kürt olarak gören ve bunu rahatlıkla dile getiren meslektaşlarım, dostlarım, dava arkadaşlarım… Dolayısıyla ben bir insanın kendini en iyi ifade edeceği dilde savunma yapmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre hak olduğunu söylüyorum. Ama Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine göre hak olduğunu söylemek başkadır - Lozan'a dayandırmak başkadır. Çıktığım her kanalda söyledim. Bir insanın kendini en iyi ifade ettiği dilde savunması en temel hakkıdır. Öyle meramını anlatacak kadar Türkçe bilmek yetmez. Virgülüne kadar, en küçük nüansına kadar anlayabildiğin dilde savunma yapma hakkına sahip olmalısın. Ama Lozan Antlaşmasına göre Kürtçe savunma yapmak haktır dediğinde Lozan Anlaşmasında yer almayan bir azınlık yaratmış olursun ve asli unsurun içinde yer alan Kürt vatandaşlarımızı onun içinden ayırırsın, bir azınlık haline getirirsin. Bu Türk-Kürt ayrışması demektir. Bu insanların içine, ailenin tam ortasına bıçakla girmektir. Bu açıklamanın affedilir bir tarafı yoktur; bunun dil sürçmesiyle filan izah edemezsiniz. Ben bunu söylemeyecek miyim? Tabi ki bunu söyleyeceğim ve herkesin de söylemesini ve duymasını bekleyeceğim. Benim son söyleyeceğim şu; TBB başkanı, Türkiye’deki bütün baroları kucaklar, kucaklamalıdır. Ayın 26’sında sandıklar açıldığında eğer bu görev bana tevdi edilmiş olursa, ki bütün veriler onu gösteriyor, o an itibarı ile seçimin bütün yaşanmışlıkları biter, varsa bütün kırgınlıklar unutulur, herkes birbirinin önünde saygıyla ceketinin önünü ilikler. Ben bugüne kadar, benden önceki hiçbir baro başkanıma veya birlik başkanıma bir cümle saygısızlık etmedim. Sayın Birlik Başkanımız,seçimden sonra önceki Birlik Başkanımız olarak odaya girdiğinde ben yine ayağa kalkarım, ceketimi iliklerim ve gereken saygıyı daima gösteririm. Ankara Barosu’nda da böyle yaptım. Barolar Birliğinde de böyle yapacağım ve kim oy verdi, kim oy vermedi bunların da hesabı tutulmaz! Bunların hepsi unutulur. Türkiye bir bütün olarak kucaklanır ve işimize bakılır.
Adaletbiz/ Yeşim TURAN: Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Av. Metin Feyzioğlu: Ben teşekkür ederim.
Röportaj
Adaletbiz/ Yeşim TURAN
Hits: 30980