TÜRKİYE'DEN KENDİ KALESİNE GOL!

~ 10.06.2012, Ali ER ~

Adına ister ”Kürt’,  ister “Güneydoğu”,  isterse de “Terör” sorunu deyin artık bu sorunun Türkiye sınırlarını aştığını, Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde ileride İran’ı da kapsayacak uluslar arası ortak bir paradigmaya evirildiğini bütün Türkiye görmelidir. CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bütün içtenliği ile “Bedel ödemeye hazırım; siyasette kan davası olmaz” diyerek Başbakan Sayın Erdoğan’ın kapısını çalması ve Kürt sorununda elini taşın altına koyması ileride çok daha özel önem kazanacaktır.

Ne olursa olsun bu girişim iç politik hesaplara kurban edilmemelidir. Çünkü AKP’nin dış politikadaki anlaşılmaz öncelikleri Türkiye’yi geri dönülmez bir kulvara sokmuş ve köşeye sıkıştırmaktadır. Özellikle Suriye’nin öne çıktığı süreçte Türkiye kendi kalesine en büyük golü(!) atmak üzerdedir.

Hula’da 108 kişinin katledilmesinin ardından Suriye'de gelişmeler kontrolden çıkmıştır. Artık uluslararası toplumun ortaklaşa çare aramasını gerektirecek boyuta ulaşmıştır. Ancak askeri müdahale için Türkiye’nin sırtı hala sıvazlanmaktadır. Türkiye bu dolduruşa gelmemelidir.

Çünkü Suriye’deki gelişmeler bölgesel ve küresel dengeleri etkileyebilecek devinime gebedir. ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Kissinger’ın The Washinton Post gazetesinde çıkan makalesinde dediği gibi, “Suriye’ye müdahale küresel düzeni alt üst edebilir”[1]. Sonuçları itibarı ile başkaları parsayı toplarken, Türkiye ithal ettiği sorunlarla boğuşmak zorunda kalabilir.

Bu süreçte Suriye’de Hama ve Humus şehirleri geçmişte olduğu gibi bugün de kilit taşı durumundadır. Kilit taşı olmasının nedeni sadece dini ve mezhepsel ya da ideolojik hassasiyetler değildir. Jeo-startejik bakımdan da kilit taşıdır.

Humus’tan Diyrezur’a bir hat çizdiğiniz takdirde Suriye iki farklı bölgeye ayrılabilir. Kuzey’de kalan bölge Lâskîye’den denizlere açılabilir. Ama güneyde Şam’ı da içine alan üçgen ise dışa çıkışı olmayan, bir taraftan İsrail ve Lübnan bir taraftan da Ürdün ve Irak ile kuşatılmış her açıdan dışa bağımlılığa mahkûm edilir. Humus-Diyrezur hattı Kerkük’e ulaştığında ise; daha da özel jeo-stratejik önem kazanır.

Lâskîye, Irak Kuzeyindeki petrol ve doğal gaz alanlarının Doğu Akdeniz’den Dünya pazarlarına açılması ve Avrupa’ya ulaştırılması için en kısa ve en emniyetli ihraç limanı olarak öne çıkar. Nedendir bilinmez ama Türkiye, Suriye’de Kuzey üçgenin emniyete alınması görevine soyunmuş gibi görünmektedir. Buna olsa olsa kendi kalesine gol atmak denir.

Çünkü bu şekilde en azından Bakü Tiflis Ceyhan projesine rakip olabilecek, Kuzey Irak’tan Akdeniz’de bir limana kadar küresel güç odaklarınca kontrol edilebilir yeni bir enerji hattı doğmaktadır. Türkiye de küresel enerji piyasasına yıllardır yaptığı yatırımları adeta kendi eliyle çöpe atmaktadır.

"Bir koyup, üç alacağız” diyenleri hatırlayanlar da çıkabilir. Ancak özellikle yanı başında Kıbrıs’ın güneyinde ortaya çıkan doğal gaz ve petrol yataklarının zenginliği küresel güçlerin iştahlarını kabartırken, Irak Kuzeyinde milyarlarca dolarlık yatırım yapmış petrol şirketlerinin, Türkiye’nin bu alanda rol kapmasına alkış tutmasını beklemek safdillik olur.

Türkiye gerçekten çok zor bir oyunda rol kapmaya çalışmaktadır. Bir taraftan da bu anlaşılmaz iştahı ile ABD ve İsrail’in hem sert hem de yumuşak güçlerinden kuvvet tasarrufu yaparak, İran üzerinde güçlerini daha rahat toplamasına olanak sağlamaktadır.

Aslında bunlar Türkiye’nin yakın tarihinden hiç ders almadığını göstermektedir. Irak Kuzeyinde Kürtleri Saddam’dan korumak için Türkiye’nin katkılarını şimdi hatırlayan var mı acaba? Bu nedenle önümüzdeki süreçte bölgede yeşerecek yeni yönetimlerin Türkiye’nin ağabeyliğine bırakılmasını beklemek de eşyanın tabiatına aykırıdır.

Ayrıca Irak, Suriye ve hatta İran’da Kürtlerin öznesini teşkil edeceği yeni siyasi oluşumlar Türkiye’de olası “Kürt Baharı”nı en azından “Neden olmasın?” umudu ile heveslendirmez mi?

Üstüne üstlük Türkiye, Suriye’nin içişlerinde kendisini doğrudan taraf ilan ederek başkalarının da kendini Türkiye’de taraf görmelerine ve dışarıdan insani müdahalelerine açık çek vermiş durumdadır. ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Kissinger’ın söz konusu makalesinde vurguladığı gibi;  Arap Baharı ile birlikte ülkelerin kendi sınırları içinde egemen sayıldığı ilkesinin yerini insani müdahale doktrinine bıraktığını artık Türkiye de görmelidir. İnsani müdahale doktrininin uygulayıcıları ise şüphesiz küresel güç odaklarıdır.

Sonuç olarak; Komşuları ile sıfır sorun ve bölgesel güç odağı olmak iddiası ile ortaya çıkan Türkiye’nin yeni dış politikası, yaratılan büyük beklentileri boşa çıkarmıştır. Sıfır sorun derken gelinen noktada Türkiye, kendini neredeyse bütün komşularıyla sorunlar sarmalı içinde bulmuştur. Yakın bir gelecekte iç ve dış dinamiklerin rol aldığı bir çatışma ortamına sürüklenmektedir.

 


Hits: 2905