Mağduriyete dönüş mümkün mü?
Hrant Dink davasının suçu kişiselleştirerek karara bağlanması üzerine, AKP gardrobundan “mağdur muhalif” giysilerini çıkarttı!
Yargı hükümetten bağımsızmış, Dink cinayeti bir Ergenekon imalatı olmasına rağmen suçlular korunduğuna göre, bu örgüt hâlâ çok güçlüymüş, AKP mücadeleye devam edecekmiş...
Bu söylenenlerin içeriğini bir kalemde geçelim. Yalnızca, Adalet Bakanı'nın konuyu 6-7 Eylül olaylarının faillerine kadar götürmesi bile AKP'de mantıklı bir samimiyet aranamayacağını gösteriyor. 6-7 Eylül'ün bir DP-MİT yaratıcılığı olduğu daha kaç kez kanıtlanacak!
Tezin içeriği değil, maksadı önemli. Bir süredir “devletli” niteliği zorunlu olarak ön plana çıkan AKP'nin, aynı anlama gelmek üzere bir paradoks riskiyle karşılaşmaya başlamıştı.
Türkiye halkı zor ve zorun ideolojisine olan düşkünlüğü ve devlette cisimleşen zorun karşısında konumlanan popülizme yatkınlığı bir arada yaşayabilen bir toplumdur. AKP, eski rejimi yıkmak için popülizme yaslanmışken, mesafe aldıkça zor giderek daha devletli hale gelmektedir. Bu değişim çok anlaşılır, doğal, olağandır...
Bir yere kadar sorun da yoktur. Karşısına dikildiği düşünülen devlere diklenmek için sadece cesaret yetmez. Salt cesarete halkımızın pabuç bırakma ihtimali de yoktur.
Ancak bütün muhalifler, sadece avukat ve gazeteciler değil, ama öğrenciler bile içeri dolduruldukça, ortada dev falan kalmamakta, AKP onun yerini almaktadır. Bu değişim, önemli bir silahın yitirilmesi anlamına gelebilir.
Aslında resmi görevliler hakkında soruşturma izni vermeyerek “örgütsüz suç” sonucunu hazırlayan AKP'nin, bir tasfiye sürecini hızlandırmak için kullandığı cinayeti işleyen kadroları koruması doğaldır. Ne de olsa, bu tür işlere her zaman ihtiyaç duyulacağından, devlet, tetikçisini satmamak yönünde doğal bir eğilime sahiptir...
Ama ortaya çıkan tablonun sadece kadrolarını koruma güdüsünü yansıtmadığı, AKP'nin mağdur-muhalif kimliğini restore etmek için bir çaba içine girdiği de görülüyor. Bu görünüm, iktidarın, totaliter-otoriter-devletli niteliğin yaratabileceği kimi handikapları hissettiği yolunda yorumlanabilir.
Böyle bir zeminde kesin yönelimler yaşanamaz. Söz konusu olan bir denge oyunu olacaktır. AKP iki mesajdan birinden vazgeçemez. Hem mağduru, hem güçlüyü birlikte oynamak. Birinci tercih bu olsa gerek.
Lakin terazinin hangi kefesinin ağır basacağı da belli. Rejim değişmiştir bir kere ve AKP'nin karşısında geçmişin artığı olarak kalan güçlerin ciddiye alınır yanı pek yoktur. Bir iktidar alternatifi olmayan, olamayan CHP hakkında “yargıyı etkiliyor”, belediyelerde çıkar çetesi kuruyor diye demagoji yapmak mümkündür; ama buradan milleti titretecek bir tehlike türetmek imkansızdır. Profesyonel orduya geçişi hızlandırmak maksadıyla askerleri yer yer sarsmak gerekebilir; ama artık bu ordu hakkında darbecilik iddiası sürdürülemez. Gül veya Arınç bir mahkeme kararını “içlerine sindirmeyebilirler”; ama mahkemelerin Ergenekon'un kontrolünde olduğunu iddia edemezler... Böyle yapmak iktidarsızlık beyanı anlamına gelecektir.
Maddi, nesnel durum şu ya da bu yönde etkilenebilir, makyajın ötesinde müdahaleler yapılabilir. Ama bu temel yokmuş gibi yaşanamaz. Birinci Cumhuriyet yıkılmış ve AKP'nin otorite merkezine alternatifsiz biçimde yerleştiği ikincisi kurulmuştur.
Bu noktada, AKP'nin sıkıntılarını gidermek için (sol) liberallere çok iş düşecektir. Birkaç yıl önce gericiliği demokratikleşme olarak yutturmakta nasıl cürümlerinden daha geniş bir alanı yakmayı becerdilerse, bugün de aynı performansa ihtiyaç duyulmaktadır.
Lakin AKP'nin paradoksu liberalleri de zora sokuyor. Dink kararı sonrasında “demokratik AKP dansına” samimiyetle kalkmak mümkün değildir. Solda AKP'ye inanmanın zamanı dolmuştur ve bu zamanı geri çevirmek bunların harcı değildir. Tabii, liberalizmin yeni bir tasarımı söz konusu olmayacaksa.
Yer doldu; oraya gelemiyorum... Ama bilelim ki, Türkiye'nin içinde bulunduğu kavşakta ideoloji dünyası yeniden dizayn edilmek durumunda. Sol bu gündemi ciddiye almalıdır. Ciddiye aldığımızda bir kez daha önemli bir hamle yapmamız mümkündür.
(SolHaber)
Hits: 1650