FİLİSTİN TOPRAKLARI
Okuyucuya Not: Temmuz 2014 ayı içerisinde İsrail’in Gazze bölgesine başlattığı harekat sadece kayıpları ve yıkımları bakımından değil siyasi sonuçları bakımından da önem arz etmiştir. O günlerde başlayan çalışmalarım çalışma hayatımızın da yoğunluğu bakımından yeni sonuçlanmış ve okuyucularımızın istifadesine sunulmuştur. Kopyalanamaz ve çoğaltılamaz. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir.
FİLİSTİN TOPRAKLARI (I)
“
Filistin ile vedalaşıyor muydu, Mustafa Kemal Paşa? Döndü, atının yelesini okşadı. Atını Şeria’nın sularına sürdü1.”
İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik askeri harekatı ve bu bölgede yaşayan Filistin halkına saldırısı bir anda dünyadaki gündemi değiştirmiş ve konunun birinci sıraya yerleşmesine neden olmuştur2.
Bir tırmanma süreci sonrasında başlayan çatışma süreci tarafların kabul ettiği “ateşkes koşulları” ile şimdilik kaydı ile sona ermiş görülmektedir3.
Bu gibi konulara her zaman olduğu gibi duygusal ve sığ bir yaklaşım, konunun kolay anlaşılır olmaktan çıkmasına, bir bilgi kirliliğinin oluşmasına ve gerçeğin de bir sis perdesi arkasına gizlenmesine yol açmıştır/açmaktadır.
Doğru ile yanlış birbirinin içerisine girmiş, mevcut durumdan yararlanmak isteyen başta siyaset çevreleri olmak üzere her düşünceden ve her kesimden basın yayın organları, sosyal medya kullananları, bilim insanları, yazarlar ve hukuk çevreleri kendi tezlerinin doğruluğuna kamuyu inandırmak için aşırı bir gayret göstermeye başlamıştır.
Sap ile saman birbirine karışmıştır.
Yine her zaman olduğu gibi zavallı sokaktaki insanlarımız bir yandan bu kirli bilgi saldırısından korunmak isterken, diğer yandan da inanç ve etnik kimlik istismarcılarının ustalıkla kullandıkları söylemlerin büyüsüne kapılmışlardır.
Akıl önemini ve önceliğini yitirmiştir.
Sağduyu yerine kin ve nefret tohumları bir kez daha (bütün bölgede) toplumlara saçılmış ve geleceğe yönelik (daha kapsamlı) bir çatışma riski olasılığı daha da güç kazanmıştır.
Konuyu sadeleştirme ve anlaşılır kılma sorumluluğu ve zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
İsrail Devleti:
Konumuz, “Filistin Toprakları” üzerinde oynanan oyunu (ya da süreci) tarihsel gerçekleri de dikkate alarak ve ancak daha çok geride kalan 50 yıllık süreç içerisinde inceleyerek kamuyu bilgilendirme sorumluluğumuzu yerine getirmektir4.
Bu noktada, önce “Filistin Toprakları” hakkında geçen yüzyıl içerisinde yapılan anlaşmaların, alınan kararların ve sonuç olarak bu topraklar ile ilgili olarak ortaya çıkan (uluslararası) hukuksal altyapının iyi anlaşılmasının faydalı olacağı düşünülmektedir5.
Karmaşık ve ayrıntıları olan konuya, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu topraklarının paylaşılmasını esas alan Hüseyin-McMahon (gizli) muhaberatı ve mutabakatı ile giriş yapılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir6.
O yıllar Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde nüfuz tesis etme adına yoğun şekilde açık ve gizli görüşmeler yapılmıştır. Nitekim yukarıda belirtilen mektup teatisinden hemen 4 ay sonra akdedilen Sykes-Picot Anlaşması ve 2 yıl sonraki Balfour Beyanatı sorunun öyle çok basit olmadığını ve giderek daha karmaşık bir hale dönüşeceğinin de işaretini vermiştir7.
Bu dönemin gizli ve açık görüşmelerinin sonuçlarına baktığımız zaman Osmanlı Devleti ile çıkarları çatışan güç merkezleri ile Osmanlı tebaası olan halkların işbirliği yapmak suretiyle imparatorluk toprakları üzerinde bağımsızlık kazanma/hükümranlık alanları tesis etme çabası içerisinde oldukları anlaşılmaktadır.
O dönemde bu birbirine yakın zamanlı görüşmeler ve mutabakatlar ile bir yandan Araplara bağımsız bir devlet sözü verilirken, diğer yandan da Yahudilere yerleşim garantisi verilmiş ve bugün yaşanan sorunların da temeli atılmıştır.
Vefa duygusu, kin ve düşmanlık duygusu ile yer değiştirmiştir.
Bu dönemde yaşanan gelişmelerden sonra İsrail Devleti’nin kuruluşuna kadar geçen süreci ve sonrasındaki süreci de ayrı ayrı değerlendirmek faydalı olacaktır.
Savaşın önlenmesi uluslararası barış ve güven ortamının tesis ve devam ettirilmesi maksadı ile I. DS sonrasında kurulan Milletler Cemiyeti yeterli bir yaptırım gücünün de olmaması nedeniyle arzu edilen maksadın tahakkuku için yeterli olamamıştır8. Dünya hızlı bir şekilde yeniden bir savaş ortamına devinmiş ve I. DS sona erdikten çeyrek yüzyıl sonra II. DS başlamıştır9.
İki DS arasında, Almanya Versay Antlaşması hükümlerini tanımama ve ihlal etme noktasına gelmiştir10.
Almanya’da Nazi Partisi’nin iktidar olması ile birlikte Almanya merkez olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde Yahudilere, Slavlara, komünistlere, eşcinsellere ve romanlara yönelik bir itibarsızlaştırma süreci başlatılmıştır11. Zihinsel ve fiziksel özürlü olanlar da bu ayrımcılığa tabi tutulmuştur12. Savaşın başlamasından sonra “soykırım” düzeyine sıçrayan bu ayrımcı ve ayrıştırıcı anlayış önemli “insan hakları ihlalleri” yapılmasının da yolunu açmıştır13.
Çoğunluğu Yahudi olan insanlara yönelik “imha çalışmaları” II.DS sürecinin en acımasız uygulamaları olarak belleklerde iz bırakmıştır14.
İnsanlık dışı uygulamalar ile o yıllardaki dünya Yahudi nüfusu %40 oranında azalmıştır15.
Savaş sırasında Almanya Filistin topraklarında yaşayan Müslüman/Arap toplumu ileri gelenleri ile de temas kurmak suretiyle, Yahudilerin bu topraklarda yaşamalarının ya da yerleşmelerinin de önüne geçmek istemiştir16.
Batı uygarlığı bir akıl tutulması yaşamış ve yaşananlar insanlık tarihi için bir kara leke oluşturmuştur.
Yukarıda da açıklanan I. DS döneminde Filistin Toprakları üzerinde Yahudi yerleşimine izin verilmesi düşüncesine, II. DS döneminde Avrupa’da Yahudilere yönelik itibarsızlaştırma ve yok etme çalışmaları da eklenince; mağdur olan Yahudilerin bir bölgede (Filisitin Toprakları) yerleşmeleri fikri giderek önem ve öncelik kazanmaya başlamıştır.
Dünya Yahudi toplumu kamuoyunun dikkatinin konuya çekilmesi için gayret göstermiştir17. Başarılı da olmuştur.
Filistin topraklarında yerleşik Yahudi toplumu II. DS sırasında yakın işbirliği yaptığı Filistin’deki İngiliz Manda Yönetimi’ne yönelik 1946 yılından itibaren bir kalkışma hareketi başlatmıştır18.
Av. Reha Taşkesen
10.12.2014, Ankara
Hits: 2534