İbrahim Özden Kaboğlu : Adalet (Hayat), Diyanet (Ahiret)

Adaletin “dibe vurması” ile istinaf mahkemeleri ve adli kolluk arasındaki neden-sonuç ilişkisi açık. Gerçi, geciken veya haklı ve gerçek olandan yana karar veremeyen ya da hiç tecelli etmeyen adalet, sadece iki kurumun yokluğuna indirgenemez. Yargıda nitelik sorunu, daha geniş bir bakış açısıyla ele alınmalı. Eğer bunun tabanı, Hukuk Fakülteleri ise, tavanı da, Adalet Bakanlığı (AB) ve  bütçesidir. Her iki kurum arasında bir tür altyapı-üstyapı ilişkisi var.

Önce çatıya bakalım, “hayat” ve “ahiret” bütçeleriyle:

Adalet Bakanlığı: 3.413.306.305  (2009), 3.783.866.000 (2010), 4.887.725.500 TL (2011).

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB): 2.445.616.398 (2009), 2.650.530.000 (2010), 3.178.992.500 TL (2011).

Görüldüğü gibi laik Türkiye Cumhuriyeti, ayırdığı pay bakımından, bu dünyadan çok ötesi için daha cömert. Sayısal karşılaştırmaya göre, “ahiret” değil “hayat” önde.  Ama şu kayıt eklenirse, “yaşanılan”dan çok, “inanılan” dünyaya öncelik tanındığı açıkça ortaya çıkar: Adalet tüm yurttaşlar, hatta ülkedeki yabancılar, diyanet ise yalnızca din mensupları (aslında, ülkemiz açısından sadece Sünniler) için hizmet vermekte…

Bir de altyapı üzerine fikir:

Marmara Hukuk Fakültesi: 1. sınıfta -1990’da- yaklaşık 300-350 öğrenci vardı. Bu sayı, 2011’de 1500-1600 dolaylarında. Buna karşılık, Anayasa Hukuku Anabilim dalında 1990’da toplam 6 öğretim elemanı sayısı, 2011’de de değişmedi. Araştırma Görevlisi kadrosu onyılda bir veriliyor. Geçen yıllarda, sınav kâğıtlarını okumak için bir aylık süre tanınıyordu; yarıyıl sistemine geçilince, bu süre, 8 işgününe  indi. Böyle olunca, sınav soruları da, metinden teste kaymaya başladı… Bu tablo, adaletin altyapısı üzerine yeterince fikir vermiyor mu?

Gelelim sıcak tartışma konularına, yani tutukluluk sürelerinin uzunluğu konusundaki tartışmalara. Burada, yazının başında anılan iki kuruma değinilecek: adli kolluk ve istinaf mahkemeleri.  Bunlar oldukça simgesel.

-Adlî kolluk: İdarî kolluk yanısıra adlî kolluk, kimsenin yadsımadığı bir gereksinim. Bu konu, onyılların sorunu… İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun da gündeminde idi 2003-4’te. Adlî kolluk üzerine Bakanlıkça hazırlanan yasa taslağı da vardı… Gerçi, aradan geçen 8 yılda, torbalara yüzlerce yasa dolduruldu; ama kolluk yasası günışığına çıkamadı.

-“…Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev veYetkileri Hakkında Kanun” (No. 5235, 26.02.2004) çıkarıldı da ne oldu? Mahkemeler, 8 yıldır kurulamadı. Acaba neden?

Bina yokluğundan mı? Bu, mazeret olamaz; çünkü, “Dünya’nın ve Avrupa’nın en büyük” adalet saraylarını inşa eden bir siyasal irade, pekala, Türkiye’nin “makul ölçülü” adalet saraylarını da inşa edebilirdi.

Yargıç yokluğundan mı? 2004’teki Hukuk Fakültesi sayısı, 2011’de birkaç katına çıktı. İki kez hukuk fakültesi bitirilir 8 yılda. Hâkimlik sınavında elenen sayısı mı, yoksa kazandırılan sayısı mı fazla? “Referans” istenmeden, fikriyatı ve cibilliyeti araştırılmadan kaç aday, başarılı görüldü? Demek ki, bu da mazeret değil. Adayların hukuki yeteneğini ölçmeye elverişli nesnel sınav sistemi oluşturma yerine, Danıştay engelini kullanmak, ne kadar inandırıcı olabilir?

Özetle, 8 yıl makul bir süre değil: -yargılamak için olmadığı gibi- yasası çıkarılan bir mahkemenin kurulamayışı için de makul değil.

Aslında bu konuda, siyasal iradenin varlığı da kuşkulu: AKP Hükümeti istinaf mahkemelerini istiyor mu (idi)? Denebilir ki, HSYK’nın yeniden yapılanması beklendi: böylece,  mahkeme üyelerini belirleme olanağı da doğmuş olacaktı… Ne var ki, şu soru askıda: eğer gerçekten kurma iradesi var idiyse, 2010 Anayasa değişikliği sırasında neden HSYK için bu mahkemelere kontenjan ayrılmadı? İlk derece mahkemelerine ayrılan payın bir kısmı, Bölge mahkemelerine verilmeli değil miydi? Üstelik, Değişiklikte en ayrıntılı düzenleme, HSYK’ya özgülendiği halde. Bu boşluk, siyasal iktidarın bölge mahkemelerine mesafeli duruşunun  kanıtı değil mi?

Bir de kısır döngü: Adlî kolluk kurulmasına katkı vermek isteyen Kurul, askıya alındı; ama 4643 sayılı kuruluş yasası, hala yürürlükte. Öte yandan, yasası çıkarılan mahkemeler, hep askıda tutuldu.

Askının bu kadarı, hukuk devletine yabancı; tıpkı makul olmayan sürenin, hukukun üstünlüğü ile bağdaşmayışı gibi. Oysa adalet, askı ile değil terazi ile dağıtılır. Fukaralığı da cabası. Ya  akçasal cömertliğin esirgenmediği ötesi? “Ahireti” bilen var mı bilinmez, ama “yaşam”da adalet var diyenin çıkmayacağı açık…Sözün özü, makul süre üzerine ulusal ve ulusal-üstü hukuk karşılaştırması yapılırken, “ulusal altı dünya”ya tanınan öncelik de masaya yatırılmalı.

(Birgün 13.01.2011)

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2479