Tutukluluk Süresi ve Tutuklu

~ 03.01.2011, Av. Fikret İLKİZ ~

Tutuklama kararlarının makul süreyi aşıp aşmadıkları ve nasıl uygulandığı o ülkenin ceza hukuku anlayışının ve demokrasisinin ölçütüdür. Mahkemelerin kararları özgürlükten yana olmalıdır.

2011 yılına “tutukluluk hali” tartışmalarıyla başladık. Acaba “tutuklama” kararlarının süresini mi tartışıyoruz, yoksa ceza hukukumuzun içinde bulunduğu “tutuk” halini mi?

Tartışma konusu olan yeni Ceza Muhakemesi Kanununun 102. maddesine göre, tutuklulukta geçecek süre ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen suçlarda en çok bir yıldır. Zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir (CMK m. 102/1). Ağır cezalık suçlardaki tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez (CMK m.102/2).

Bir görüşe göre ağır ceza mahkemesinin görevine giren davalarda, iki artı üç yıl olmak üzere, tutukluluk süresi beş senedir deniyor. Buna karşılık CMK’nun 250 inci maddesine göre özel görevli ağır ceza mahkemelerinde görülen davalar bakımından tutuklama süresi iki kat olarak uygulanacaktır. Bu durumda özel ağır ceza mahkemelerinde tutukluluk süresi on yıl olarak hesaplanıyor!

Ağır cezalık suçlarda tutuklulukta geçecek üst süre (2+3 eşittir 5) olarak kabul edilirse, beş yıllık üst süre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesinde gösterilen makul süreyi aşar niteliktedir. Dolayısıyla özel görevli ağır ceza mahkemelerinde tutukluluk süresinin on yıl olabileceği görüşü de doğru değildir ve makul süre olarak kabul edilmemelidir.

Bir türlü yürürlüğe konulamayan ama 31.12.2010 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 102 inci maddenin amacı maksada uygun şekilde yorumlanmalıdır. Ağır cezalık işlerde tutukluluk süresinin iki yıl olarak kabul edilmiş olması asıl kuraldır. İstisnası ise, iki yıllık sürenin uzatılması ile birlikte üç yılı geçemeyeceğidir. Yani, 2+3 eşittir beş yıl gibi bir süre kabul edilecek olursa, istisna kuralı geçer. Oysa istisna; asıl kuralı geçemez.

Bu nedenle maddeyi, ne kadar kötü yazılmış olsa bile, amacına göre okumalıyız, tutuklulukta geçen toplam süre üç yılı aşamaz. (CMK m. 102/2). Yoksa tutuklulukta geçen süreyi beş yıl olarak kabul edersek, asıl kuralı geçen bir istisna yaratırız ve bu durum temel insan haklarının ihlalidir.

Tutukluluk ve tutuklulukta geçen süre toplumda endişe yaratmaktadır. Bu yüzden 2011′de yeni yargısal sorunlar yaşanacaktır. Yeniden “yasa yapmak” zorunda kalacağımız açıktır.

Tutuklama kararlarının hukuka uygunluğu nasıl sağlanır?

Bu sorunun yanıtı; o ülkenin ceza hukukunun ve demokrasisinin ölçütüdür. O ülkede insancıl ceza hukukunun uygulanıp uygulanmadığının test ölçütü, tutuklama tedbirine ne zaman başvurulduğu ve hangi hallerde sürdürüldüğü ve tutuklulukta makul sürenin aşılıp aşılmadığı hakkında sorulan sorulara verilen yanıtlarda gizlidir.

Çünkü kişi özgürlüğü en temel özgürlüktür. 1982 Anayasasının 19.maddesine göre; tutuklanan kişilerin makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakkı vardır.  AİHS’nin 5 inci maddesinde kişi özgürlüğü temel hak olarak en geniş anlamda korunmalıdır.  Tutuklama, ceza muhakemesi hukukunda “koruma tedbiri” olduğuna göre; tutuklama kararı verilmesi ve uygulanması esas itibariyle hak ve özgürlüklere müdahaledir. Bu müdahalenin ön şartları gerçekleşmeden “tutuklamaya” yani koruma tedbirine başvurulamaz. Bir başka deyişle tutuklamanın ön şartı olan “gecikmede tehlike bulunması”, “haklı görünüş” ve “orantılılık” her tutuklama ve tutukluluk halinin devamı kararında var olmadır. Aksi takdirde, tutuklama kararı ve/veya devamı hukuka aykırıdır. Hak ihlalidir.

İç hukukumuzun parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre bir kişinin suç işlediğine dair makul bir kuşku olması, kişinin sadece yakalanması için yeterli olabilir. Ama “belli bir süreden” sonra kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması için yeterli değildir.

AİHM’si özgürlüğü kısıtlanan kişilerin haklarını vurgularken, “hukuka uygunluk denetimi” için tüm yargısal güvencelerin sağlanması gerektiğini özellikle belirtmektedir. İHAS’ın 5. maddesi hakkındaki içtihatlarına göre, bir kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakacak bir tedbire hükmederken şüpheci bir yaklaşım benimsenmeli ve kişinin durumu belirlenirken; aslında özgür olması gereğinden hareket etmelidir. Kural budur. O yüzden istisnai nitelikteki “tutuklama” hali veya devamı için öne sürülen gerekçelerin tümü titizlikle incelenmelidir. Ulusal mahkemeler her somut olayda sanığın menfaatlerini, masumiyet karinesini göz önüne alarak kamu yararı karşısında tartmak zorundadır.

Acaba tutuklulukta geçen süre veya “makul süre” belirsiz bir kavram mıdır?

Aksine, belirsiz bir kavram değildir ve her durumun özelliğine göre değerlendirilir. Öncelikle tutuklulukta geçen süre bakımından; kişinin “suç işlediği hakkında geçerli şüphe bulunması” makul sürenin tayini için olmazsa olmaz koşuldur. İkinci olarak “kaçmasına engel olma zorunluluğu inancını doğuran makul nedenlerin” bulunması gereklidir. AİHM, somut olayla ilgili somut gerekçeler aramaktadır. Ülkemizde tutukluluk halinin devamına dair mahkeme kararlarında görülen basmakalıp ifadelerin tekrarını kabul etmemektedir. Somut olayda hangi nedenlerle bu kanaatin oluştuğu gösterilmeden “kaçma şüphesi” ifadesinin kullanılmasını yeterli görmemektedir. AİHM, birçok kararında “süre uzadıkça gerekçelendirmenin daha belirli ölçütlere göre yapılması” gerektiği görüşündedir. Kişinin tutukluluğunun ilk haftasında daha genel gerekçelendirmeleri yeterli kabul ederken, tutuklu kaldığı süre uzadıkça çok daha somut gerekçeler aramaktadır.

Makul sürede serbest bırakılma hakkı, herkesin hakkıdır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Tutukluluk Hakkındaki R (80) 11 Sayılı Tavsiye Kararına göre;  insancıl ve sosyal nedenlerle, “tutukluluğa başvurmayı adalet gereği elverdiğince minimuma indirmenin arzu edilirliğini görerek” üye devletlere şu tavsiyede bulunmaktadır: Suçluluğu sabit oluncaya dek kişi masum olduğundan, bir suçla itham edilen bir kimse zorunlu olan durumlarda veya “kesinlik” gerektirmedikçe tutuklanmamalıdır.

Yargı organları bir kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakacak bir tedbir olan “tutukluluk” haline veya sürmesine karar verirken; şüpheci bir yaklaşım benimsemeli ve özgürlüğünden mahrum bırakılacak kişinin aslında özgür olması gereğinden hareket etmelidir.

Kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakan tutuklama kararı gerekçeleri titiz incelemelere bağlı olmadıkça hukuka aykırıdır. Tutuklama ve/veya tutukluluk halinin devamı kararları minimuma indirilecek koruma tedbirleridir.

Özgürlükler asıl, başvurulacak koruma tedbirleri istisnadır. Tutuklama kararlarının makul süreyi aşıp aşmadıkları ve nasıl uygulandığı o ülkenin ceza hukuku anlayışının ve demokrasisinin ölçütüdür.

Mahkemelerin kararları özgürlükten yana olmalıdır.

(Bianet.org 03.01.2011)

Av. Fikret İLKİZ | Tüm Yazıları
Hits: 2686