WSJ'NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

~ 20.05.2012, Ali ER ~
The Wall Street Journal (WSJ) gazetesinde çıkan haber,1 Uludere’de yaşanan talihsiz trajedi ile ilgili olarak ilk günden beri var olan ABD üzerindeki şüpheleri adeta kaynağından ifşa etti. Genelkurmay Başkanlığı’ndan gelen yalanlama pek de ikna edici olamadı. Çünkü Pentagon yaptığı açıklamada WSJ gazetesini yalanlamak yerine “ne yazık ki sızdırmalar olur” diyerek zımnen haberi doğrularken, iki ülke arasındaki ilişkilerin önemine dikkat çekmekle yetindi… Ardından Sayın Fikret Bila’nın köşesinde yayımlanan resmi açıklama tadındaki haber yorum ise, bu trajediye neden olan karar sürecinde ABD’ye ait Predatorlerin ne denli etkin veya yönlendirici oldukları konusundaki tartışmalara nokta koyamaya çalıştı. Tartışmaların kilitlendiği “Önce kim tespit etti?” yüzeyselliğinin çekiciliğine kapılmadan bu haberi ve bağlantılarını Ortadoğu büyük resmi içinde değerlendirmekte yarar var.
WSJ’da çıkan haberdeki ABD kamuoyuna yönelik temel mesajı göz ardı edemeyiz. Bu haber ile yüksek teknolojiye sahip ABD askeri araç, silah ve sistemlerinin “Müttefikler” ile paylaşılmasının risklerine dikkat çekilmektedir. Buna örnek olarak TSK verilmekte ve TSK, hedef analizinde sistematik bir yaklaşımdan ziyade“PKK ile yakınlık temelinde suçlu olarak görmek” gibi kategorik ve önyargılı bir yaklaşımla suçlanmaktadır. Türkiye’de de Hükümet bu savı benimsemiş ve adeta kendini savunma için kullanmaya soyunmuştur. Savunma için kullanılan diğer bir sav ise, ABD gibi modern orduların da bu gibi trajedik hataları yapabildiğidir.
Doğru; harp tarihinde dost ateşi ile hayatını kaybeden çok asker vardır. Ancak barış koşullarında bombayı bırakan uçağın kuyruğundaki bayrak ile kimlikleri özdeş 34 gencin yaşamına mal olan böylesine bir trajedi çok azdır. Eğer bu trajedi ulusal bütünlüğümüzü sorgulatabilecek kadar önemli ve yumuşak karnımızı deşme potansiyeli taşıyorsa tekrar tekrar düşünmek bir farzdır.
Bunun için öncelikle kendisini Dünya’da tek oyun kurucu olarak gören ABD’nin, Dünya’ya bakışını birinci ağızdan ortaya koyan Ron Suskind’in “The New York Times” gazetesinde 17 Ekim 2004 tarihinde yayımlanan makalesini hatırlayalım. Ron Suskind’in isim vermediği ancak George W. Bush’un yakın danışmanı ve Beyaz Saray Genel Sekreter yardımcısı2 Karl Rove’a ait olduğu ortaya çıkan tarihi sözlere kulak verelim. Bakın “Gurur ve ihtiras” ile nasıl anlatıyor ABD’nin Dünya bakışını: “Biz artık bir imparatorluğuz ve harekete geçtiğimizde kendi gerçeğimizi yaratmaktayız. Ve siz bu gerçeği incelerken ki; mantıklı olan da budur, biz yeniden harekete geçecek ve yine sizin inceleyebileceğiniz yeni gerçekler yaratacağız. Düzen bu şekilde işleyecek. Bizler tarihin aktörleriyiz... Ve nihayetinde sizin, hepinizin tek yapabileceği şey bizim icraatlarımızı anlamaya çalışmak  olacak.” 3
İşte Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin(GOP) mutfağından yankılanan bu ihtiras dolu sözler, GOP’un dayandığı ve belki de Uludere trajedisinin arkasında yatan ABD’nin "Etki odaklı harekât(EBO)”4 konseptinin katıksız ifadesidir. Bu konsept kapsamında ABD, hedef ülkeler ve yönetimleri kendi stratejik hedeflerini hayata geçirecek veya kolaylaştıracak şekilde önce karar almaya ve uygulamaya heveslendir, eğer gönüllü değilselerse zorlar. Bunun için büyük stratejinin hedefleri olan bölgesel oyunculara karşı kamuoyu diplomasisi uygulanır, her türlü iletişim ve bilgi araçları ile yönlendirilir.
Bu nedenle WSJ’da çıkan haberin hem zamanlaması hem de Türkiye’nin “Kürt Sorunu” gibi kangrene dönüşen yumuşak karnını deşebilecek etki ve yönlendirme gücü çok daha önemlidir. Uludere’de istihbarat ABD tarafından mı verildi? Önce kim tespit etti? Ne zaman ve nasıl tespit etti? gibi cılız tartışmaları gölgede bırakacak kadar önem ve ehemmiyettedir.
Türkiye’nin Suriye’ye karşı “cenge hazır ol nidaları” attığı, PKK’nın ülke çapında yoklama saldırılarını başlattığı, Barzani’nin merkezi Irak Hükümeti ile bağlarını koparmaya yönelik “bağımsızlık” çağrıştıran mesajlarının geldiği bir dönemde ve talihsiz Uludere kayıplarımızdan beş ay sonra bu haberin gündeme düşmesi, istesek de istemesek de “Şüpheci ve komplocu” bir yaklaşımı zorunlu kılıyor.
Üstelik Neçirvan Barzani’nin Türkiye'ye geldiği gün söz konusu haber WSJ’da çıktı ve ne acı tesadüftür ki; Kamu Güvenliği Müsteşarı da aynı gün görevden alındı. O halde son bir ay içinde ne olup bittiğini biraz daha ayrıntılı hatırlayalım. Bilindiği gibi son günlerde bölgedeki Kürt Liderler Washington’u ziyaret için sıraya girdiler. Irak, Türkiye ve hatta Suriye’den “Kürt” sorununun siyasi temsilcileri ABD yollarına düşüp kapı kapı dolaştılar. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın Necdet Özel’in resmi ziyaretinin aynı sürecin sonuna rastlamasının “Hoş bir tesadüf” olmadığına da dikkat çekerek devam edelim.
Önce Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani ABD yollarına düştü. Ama yorgunluğuna da değdi. Obama, Barzani’ye neredeyse devlet başkanı muamelesi gösterdi. ABD’de yalnızca Başkan Obama ile değil, Başkan Yardımcısı Joe Biden, ayrıca Dışişleri ve Savunma bakanları, Kongre üyeleri ve iş çevreleri dâhil kapsamlı görüşmelerde bulundu. Obama’nın gözetiminde bir istişare üçgeni kurulmuş gibi Barzani, Obama ile görüşmesinin ardından ayağının tozuyla Türkiye’ye geldi. ABD izlenimlerini Başbakan Erdoğan ve BDP Liderleri ile ayrı ayrı paylaştı. BDP eş başkanları da Barzani ile temaslardan sonra Türkiye’den ABD yollarına düştü. Bu işte bir bit yeniği mi var? derken son olarak da ABD, Suriyeli Kürtleri “ikna” için çağırdı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, Suriye Kürt Ulusal Konseyi'nin Washington ziyaretiyle ilgili yaptığı yazılı açıklamada bu heyetin Washington’daki ilk ziyareti için, “ Muhalif gruplara geniş yelpazede ulaşmaya yönelik çabalarımızın bir parçası'' dedi.5
Bu “Geniş yelpaze” kimleri kapsıyor bilemeyiz. Ama bu gelişmeler ister ”Kürt’, ister “Güneydoğu”, isterse de “Terör” sorunu deyin artık bu sorunun Türkiye sınırlarını aştığını, Türkiye-Irak-Suriye üçgeninde ileride İran’ı da kapsayacak bölgesel ölçekte uluslar arası ortak bir paradigmaya evirildiğini göstermektedir.
Bu nedenle Barzani, BDP eş başkanları ve Suriye Kürt temsilcilerinin ABD ziyaretlerinden sonra WSJ'da çıkan haberi, ABD'nin önümüzdeki günlerde başta Suriye ve Kürt sorununda Türkiye’ye karşı çekilmiş bir kılıç olarak da görmek mümkündür. Neden mi?
BDP eş başkanı Demirtaş ABD yollarına düşmeden adeta bu planı ve çizilen siyasi sınırları açıkladı. BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş bakın sınırları nasıl çiziyor: "Irak bölünürse bağımsız Kürdistan devleti oluşacak. Suriye’de de özerk Kürdistan oluşabilir. İran’da zaten Kürdistan eyaleti var. Bu durumda Iğdır’dan Hatay’a, Türkiye’nin tüm güney sınırları resmen Kürdistan olacak." 6 KCK Yürütme Konseyi üyesi olduğu belirtilen Cemil Bayık da eş zamanlı olarak şiddetin nasıl tırmandırılacağını açıkladı. "Türk devletinin politikalarına karşı yaz boyu büyük bir fedailik direnişi oraya konulacak"7
Ulusal birlik, dayanışma ve toprak bütünlüğümüzü sorgulatacak boyuttaki bu açıklamalara gelen cılız tepkiler dışında sessizliğin ne anlama geldiğini bekleyip görmek yerine, “Kürt Baharı” adım adım GOP mutfağında mı kotarılıyor diye sorgulamak abartılı bir yaklaşım olmasa gerek. Çünkü Hatay Dörtyol’dan başlayarak art arda gelen şehit haberleri bu sözlerin somut yansılamaları değil midir?
Doğrudan ilgili görünmese de aynı günlerde basında yer alan birkaç haberi de not etmekte yarar var. ABD’nin prestijli politik araştırma kuruluşu Council on Foreign Relations’a bağlı çalışma grubu tarafından hazırlanan “Türkiye-ABD İlişkileri: Yeni Ortaklık” adlı raporun yayımlanması nedeniyle yapılan toplantıda konuşan eski ABD  Başkanı George W. Bush’un bir diğer ulusal güvenlik danışmanı Stephen J. Hadley,“Türkiye, ABD’siz Suriye’deki durumla başa çıkabilir, ama ABD, Türkiye’siz Suriye’deki durumla başa çıkamaz. İşte bu da iki ülkenin neden birlikte çalışması gerektiğini bir kez daha gösteriyor”8 dedi. Hadley, Sayın Ahmet Davutoğlu’nun “Ortadoğu'daki değişim dalgasını yöneteceğiz” sözlerinin hemen ardından Türkiye’yi adeta dolduruşa getiriyor.
Üstelik bu gelişmeler 20-21 Mayıs 2012 tarihlerinde Chicago’da yapılacak NATO zirvesinin hemen arifesinde daha da anlam kazanıyor. Türkiye’nin NATO zirvesinde Suriye’ye karşı izlediği politika ve üstlenmeye çalıştığı “misyon”a müttefiklerden en azından NATO 5nci maddesi kapsamında destek isteyebileceği biliniyor. Ancak bu zirvede 2020 ve ötesini öngören bir perspektif içinde NATO’nun geleceğine şekil verecek ana politika ve prensipler belirlenecek. Ayrıca Türkiye’nin önce ayak direyip sonra kabul ettiği 2010 Lizbon Zirvesi kararlarının somut program ve eylem planlarına bağlanacak olması bu zirveyi özel bir konuma yükseltiyor. Bu zirvenin başta Füze Kalkanı olmak üzere Afganistan, İran ve Suriye gibi Türkiye’yi yakından ilgilendiren stratejik önemi yüksek kararlara gebe olacağı aşikârdır.
Bu olgular karşısında WSJ aracılığı ile adeta Türkiye’ye “Önleyici saldırı” mantığı ile “Ayağını denk al” mesajı verildiğini söylemek çok ileri bir yorum olmaz herhalde. Sanki Türkiye bir taraftan Suriye ve “Kürt” sorunu bir taraftan da İran, İsrail’in odağında yer aldığı NATO içinde bir şeylere zorlanıyor.
Özellikle Suriye merkez olmak üzere İran ve Irak’ta tırmanan istikrarsızlık ve şiddetin Türkiye’de yaygın halk hareketi ve kalkışma boyutlarında yansıması olasılığı gün geçtikçe artmaktadır. GOP mutfağında taze pişirilmiş “Kürt Baharı” dumanı üzerinde masamıza servis edilmektedir.
Sonuç olarak WSJ gazetesindeki haber, Türkiye’yi hem Suriye hem de Kürt sorununda GOP mutfağında kotarılmış yeni misyonlara zorlamak için bir “Etki gücü” olarak da dikkate alınmalıdır. Bu gelişmeler karşısında Türkiye ise sabah akşam Suriye ile yatıp kalkıyor. İçeride terör tırmanırken bir taraftan da Doğu Akdeniz’de adeta kabadayılığa soyunuyor.
Kimin adına; kendi stratejik ulusal menfaatleri için mi? Yoksa emperyal güç odaklarının “Yeni gerçekliliğinin” yönlendirmesi ile mi? Bilinmez ama ne olursa olsun Türkiye karşı karşıya kaldığı yeni durumun; “Gerçeklerin” ayırdına varmalıdır.
Çünkü Türkiye bir taraftan terör, bir taraftan da İran ve Rusya‘nın Füze tehdidi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bunlar yetmiyormuş gibi Türkiye sonunda Suriye ve Irak merkezi yönetimleri nezdinde de “Düşman” ülke konumuna girmiştir. Bu kadar bela yetmezmiş gibi Doğu Akdeniz’de de Türkiye’nin yalnızlığı derinleşmektedir.
Kıbrıs Rum yönetiminin 17 Aralık 2010 tarihinde İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge(MEB) Sınırlandırma anlaşması imzalanmasından ardından bölgede ortaya çıkarılan doğal gaz rezervleri, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi(GKRY) ve İsrail arasındaki bölgesel güç birliği ve eksen oluşturma girişimlerini hızlandırmıştır. Türkiye’ye karşı geliştirilen bu işbirliğinin en büyük kuvvet çarpanı ve ortak paydasını Doğu Akdeniz’deki zengin petrol ve doğalgaz yatakları oluşturmaktadır. 9
Kıbrıs Rum yönetimin Doğu Akdeniz’de tek yanlı ilan ettiği MEB içinde yer alan ve ”Afrodit” olarak isimlendirilen sözde 12nci parselde Rum tarafı ile İsrail’in yurt içi ihtiyaçlarını aşan, 35 trilyon ayak küp doğal gaz bulunduğu haberleri son günlerde basında yer almıştır. Bilindiği gibi Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı'nın (TPAODoğu Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arama çalışması yapacağını ilan ettiği bölgeler de Akdeniz’de Rum yönetiminin sözde MEB'indeki ''1, 4, 5, 6 ve 7 numaralı parsellerle kesişmektedir. 
Özetle Türkiye Doğu ve Güneydoğuda ve Doğu Akdeniz’de gittikçe tırmanan güvenlik zafiyeti içinde bulunmaktadır. Bozulan bu güvenlik ortamı Türkiye’yi aynı anda içeride terör ve olası halk hareketleri, dışarıdan ise İran’dan hatta Rusya’dan Füze tehdidi başta olmak üzere Suriye ve Doğu Akdeniz’den çok taraflı yakın tehditlere karşı güç ayırmak zorunda bırakabilecektir. Türkiye için en tehlikeli olası senaryonun gerçekleşmesi uzak değildir. Çünkü Türkiye’nin komşularınca ve bölge ülkelerince açıkça “Ortak düşman” olarak hedef tahtasına yerleştirildiği ayan beyan açıktır. NATO’nun 5nci madde kapsamında desteğine güvenmek ise olsa olsa safdillik olur.
Türkiye bu kadar çok yönlü ve kapsamlı farklı tehditler karşısında bir o kadar da farklı cephelerde ne kadar güç ayırabilir? TSK buna ne denli hazırdır? Son MGK açıklamalarından mevcut durumun gerektiği kadar ciddiye alınmadığı anlaşılmaktadır. Güvenlik stratejilerinin belirlenmesinde temel prensibin “Doğru hedef” seçimi olduğunu ve seçilen hedefin “Sert ve yumuşak “ topyekûn ulusal güçle orantılı ve gerçekleştirilebilir olması gerektiğini hatırlatmakta yarar var. Yoksa elin oğlu demez mi; “Dur bakalım; sen daha kendi uçkurunu bağlayamazken nasıl olur da Ortadoğu'daki değişim dalgasını yöneteceksin?”
Son söz; dış politika iç politikada olduğu gibi günübirlik “kabadayılıkları” kaldırmaz. Bir bakmışsınız geri dönülmez bir maceranın girdabına çekilivermişsiniz...
4 Effet Based Operations (EBO)
 
Hits: 3622