TÜRKİYE VE NATO

~ 02.05.2012, Av. Reha TAŞKESEN ~

  Daha önce de belirttiğimiz gibi uçlarda yaşamaya devam ediyoruz. Bir zihin karışıklığı içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz. Bir yandan “her şey yolunda” söylemleri ile bir iyimserlik ortamına yönelirken, diğer yandan da “her şey çok kötü” çığlıkları ile bir karamsarlık içerisine deviniyoruz. Sessizlik, suskunluk, görmezlik, duymazlık yaşamımıza egemen oluyor.

  Görsel ve yazılı basın organları artık güzel yemek tarifleri veriyor, tatlı tarih sohbetleri ile avutuyor ve gezinti anlatıları ile insanları alıp dünyanın bir köşesine götürüyor. Artık kanıksanan tanıdık yüzler görsel basın organlarında dolaşarak konuklarımız oluyorlar ve yine kanıksadığımız söylemlerini sıralayıp duruyorlar.

  Konuşmuyoruz, tartışmıyoruz. Sanki üzerimize bir örtü atıldı ve uykuya yatırıldık. Dünyamız küçüldü, konularımız azaldı, belleğimiz karardı, sohbetlerimiz sıradan oldu.

  Ekonomimiz büyüdü. Ancak, geniş kitleler yoksullaştı ve sıra yastık altındaki altınların da harcanmasına geldi. Dış politikamız çeşitlendi. Ancak, düşmanlarımız çoğaldı ve komşularımız ile çatışma noktasına gelindi. Güvenlik politikamız değişti. Ancak, risk arttı ve güvenlik güçlerimiz sıkıntılı bir sürece girdi. Sosyal barış sağlandı derken de etnik ve dini ayrışma hız kazandı.

  Sadece bu yazdıklarımız dahi Türkiye’nin de artık aynı noktada durmadığının bir göstergesidir.

  Sorunlar çoğalıyor ve daha da çoğalacak gibi görülüyor. Yeniden bir sarmalın içine mi giriyoruz? Ancak, hemen kolaycılığa kaçabiliriz. Şu Türkiye’yi hiç sevmeyen “iç ve dış mihraklar” öyküleri ile de uyumaya ve uyutulmaya devam ederiz. Dönüp kendimiz bakıp; nerede hata yaptık deme alışkanlığımız ise hiç yoktur. Sorunlara duygusal yaklaşarak tepkilerimizi “sevmek ya da sevmemek” şeklinde yansıtırız.

  Bir şeyi sevmek ya da sevmemek duygusal bir yaklaşımın dışa yansımasıdır. NATO’yu da sevebiliriz ya da sevmeyebiliriz. Ancak, 60 yıldır üyesi olduğumuz bu organizasyon bir gerçektir ve incelenmeye de değerdir. NATO üzerinde çok şey yazılmıştır ve de söylenmiştir. Türkiye’de ise genellikle salt bir askeri yapılanma olarak algılanmış ya da böyle algılanması istenmiştir. Birinci saptama şu olmalıdır: NATO öncelikle siyasi bir yapılanmadır. İkinci saptama da önemlidir: NATO soğuk savaş döneminde kurulmuş, gelişmiş ve güçlenmiştir.

  NATO tarihsel bir dönemece gelmiştir. Koşulların değişmesine bağlı olarak değişim ve dönüşüm sürecinden NATO’da etkileniyor/etkilenecektir.

  Türkiye’nin konumu ve durumu ise NATO için önemlidir. Soğuk savaş döneminde bir kanat ülkesi olan Türkiye, bugün Avrasya’nın merkez ülkesidir.

  Buradan yola çıkarsak; NATO’nun siyasi konular üzerinde etkin olduğunu ve Avrupa-Atlantik güvenlik politikalarının geliştirilmesinde ve yürütülmesinde önemli bir siyasi sorumluluk üstlendiğini söyleyebiliriz. Soğuk savaş dönemi içerisinde Avrupa’da konuşlandırılan 400.000 kadar ABD askeri ise diğer NATO üyesi ülkelerin silahlı kuvvetleri ile birlikte bu siyasi üst yapılanmanın askeri unsurunu oluşturmuştur. Bu nedenle de Kuzey Atlantik’ten Türkiye’nin doğu sınırına kadar uzanan coğrafyada önemli bir askeri güç yerleşmiş, NATO tesisleri inşa edilmiştir. NATO geride kalan 60 yıl içerisinde günlük yaşantımızın parçası olmuş, Türkiye’nin de içinde yer aldığı “Batı Dünyası” için bir güvence olarak algılanmıştır.

  Benzer gelişmeler “Doğu Dünyası” içinde de yaşanmıştır. Sovyetler Birliği adı altındaki siyasi yapılanma, güvenlik politikasını “Varşova Paktı” olarak anılan bir askeri yapılanmanın üzerine oturtmuştur. Kızıl Ordu, NATO’nun karşısında yerini almıştır.

  Ancak, her iki tarafta da bütün bu askeri unsurlar bir nükleer şemsiye altına alınmış ve “nükleer caydırıcılık” kavramı çerçevesinde askerlerin yaramazlık yapmalarının da önü kesilmiştir[1].

  Belleklerde kalan birkaç kriz dışında önemli bir sorun yaşanmadan bu günlere gelinmiştir. Bugün artık 16 ülkeli NATO yoktur. Bünyesinde 28 ülke bulunan NATO’da daha çok İngiltere ve Fransa öne çıkmaktadır ve siyasi bir karar almak da eskisi kadar kolay olmamaktadır[2].

  Dünya’da ise ekonominin ağırlık merkezi giderek doğuya doğru kaymakta ve bu devinime koşut olarak güvenlik sorunlarının da yoğunluğu Avrupa-Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik bölgesine doğru yer değiştirmektedir.

  Küresel oyuncular bu büyük değişimin olası sonuçlarına göre tavır alırken, bölgesel ülkeler de kendi bölgelerindeki dengelerin yeniden şekillendirilmesi bağlamında yeni politikalar geliştirmektedirler.

  Soğuk savaş dönemi sona ermiştir.

  Küresel, bölgesel ve ülkesel boyutlarda siyasi harita yeniden şekillenmeye başlamıştır.

  Bu nedenle de Mayıs 2012 ayı içerinde Chicago’da yapılacak NATO Zirvesi, NATO’nun geleceği bakımından önemli sonuçlar doğuracaktır[3]. NATO küresel bir organizasyona dönüşebileceği gibi Avrupa ülkelerinin karşı çıkması sonucunda önemi azalarak etkisiz bir bölgesel organizasyon olarak da kalabilecektir.

  ABD ile Avrupa ülkeleri arasında NATO’nun geleceği bakımından görüş ayrılıkları bulunmaktadır. En önemli sorun da bütçe konusudur. AB ülkeleri giderek azalan katkı payı vermektedirler. AB bölgesindeki ekonomik kriz bu eğilime önemli katkı sağlamaktadır. ABD ise NATO’nun güvenlik politikalarının sürekliliği bakımından üye ülkelerin bütçe katkı paylarını arttırmalarını arzu etmektedir. İkinci konu ise tehdit algılamasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi büyüyen ekonomisi ve giderek artan savunma bütçesi ile Çin, ABD için küresel ölçekte bir tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır. AB ülkeleri ise Asya-Pasifik bölgesinde yükselen Çin’e karşı ihtiyatlı bir yaklaşım içerisindedirler. Bir üçüncü nokta da NATO’nun alan dışı kullanımı ile ilgili olan “Beşinci Madde” sorunudur[4]. Yakın geçmişte bu madde çerçevesinde NATO alan dışı sorumluluk almıştır. NATO bu madde hükmüne göre Afganistan’da bulunmaktadır. Ancak, bu konuda da AB ülkelerinin mutlu olduklarını söylemek çok mümkün görülmemektedir. AB ülkeleri NATO’nun alan dışı kullanımı konusunda giderek artan bir hassasiyet göstermektedirler.

  NATO Genel Sekreteri bir orta yol bulmak ve ortamı yumuşatmak için “Akıllı Savunma” kavramını geliştirmiştir[5]. Bu kavramın NATO’nun geleceğini ne ölçüde kurtaracağı ise Chicago Zirvesi sonunda belli olacaktır[6].

  ABD’nin bu zirvede bir zemin yoklayacağı ve küresel sorunlara NATO ile birlikte ya da NATO olmaksızın çözüm arama istikametinde bir karar noktasına gelebileceği düşünülmektedir. NATO’nun geleceği konusunda bir uzlaşma sağlanamaması ya da tatmin edici bir sonuca ulaşılamaması durumunda ABD’nin önümüzdeki süreçte ülkelerle ikili ya da çoklu anlaşmalar yaparak yeni bir güvenlik politikası geliştirebileceği de beklentiler arasındadır.

  Küresel değişiklikler bölgesel ve küresel kurumların da değişmesini zorunlu kılmaktadır.

  Yeni bir küresel düzene geçiş süreci başlamıştır. Bu sürecin bölgesel güvenlik sorunlarına da etkisi kaçınılmazdır.

  Şimdi yeniden Türkiye’ye dönüp bakmakta fayda bulunmaktadır. Bütün bu gelişmeler çerçevesinde Türkiye nasıl bir yaklaşım içerisinde bulunmaktadır?

  Ekonomi ile güvenlik arasında bir ilişki bulunduğu açıktır. Bu iki yönlü bir ilişkidir. Ekonomi için güvenlik ve güvenlik için de ekonomi gereklidir.

  Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bölgede istikrar var mıdır?

  Türkiye’nin bulunduğu bölgede düşük ve orta yoğunlukta çatışma ortamı var mıdır?

  Güvenlik ortamı büyük ölçekli bir çatışma ortamına dönüşme karakteri taşımakta mıdır?

  Türkiye ekonomisinin büyüme özelliğini korumak zorunda mıdır?

  Türkiye bölgesel ve küresel ekonomik kazanımlarını korumak zorunda mıdır?

  Bu soruların yanıtları Türkiye’nin geleceğe yönelik güvenlik politikalarının belirlenmesine önemli katkı sağlayacaktır.

  Türkiye küresel ölçekteki barış ve güvenliğin sağlanmasına katkı sağlayacak mıdır? 

  Bu sorunun yanıtını da Chicago Zirvesi sonrasında anlayabileceğiz.

  Sonuç olarak Dünya dönemsel değişim ve dönüşüm süreçleri yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir. İçerisinde bulunduğumuz süreç de böyle bir devinim içerisinde bulunduğumuza işaret etmektedir.

  Güvenlik ortamı değişmektedir. Güvenlik politikaları da bu değişime koşut şekilde farklı karakter kazanmaktadır. Eski dostlar düşman, eski düşmanlar dost olmaktadırlar/olabileceklerdir.

  Küresel ölçekte güvenlik ortamı Asya-Pasifik bölgesine doğru yer değiştirmektedir. Bölgesel sorunlar devam etmektedir/devam edecektir.

  NATO bir arayış içerisindedir. Küresel bir siyasi/güvenlik örgütü olabilme olasılığı ile etkisiz bir bölgesel örgüt olarak kalma seçenekleri ile karşı karşıyadır.

  Önemli olan bütün bu değişim ve dönüşüm sürecini doğru şekilde algılamak suretiyle uygun ve doğru tercihleri yapabilmektir.

  Küresel ve bölgesel boyutta Dünya ile birlikte hareket etmek ya da tek başına hareket etmek, bu doğru tercihe bağlı olarak Türkiye’nin de önünde bulunan iki seçenektir.

  Av. Reha Taşkesen
Ankara, 02.05.2012

 


[1] Nükleer silah, siyasi bir silahtır ve kullanılması da tamamen siyasi bir karar ile mümkündür.

 

[2] Bugün NATO üyesi olan 28 ülkenin dışında, 22 ülke Avrupa-Atlantik İşbirliği Konseyi (Euro-Atlantic Partnership Council), 7 ülke NATO Akdeniz Diyalogu (NATO’s Mediterranean Dialogue), 4 ülke İstanbul İşbirliği Girişimi (İstanbul Cooperation Initiative) ve 8 ülke de Küresel Boyutta Ortaklık (Partners Across the Globe) olmak üzere toplam 69 ülke NATO ile ilişkilidir. Kısaca BM üyesi olan 192’den 69’u (%40) NATO ile bağlantı içerisindedir.

 

[3] ABD, Chicago, 20-21 Mayıs 2012.

 

[4] NATO Antlaşması, m.5, Bir ülkeye yönelik saldırının bütün üye ülkelere yapılmış sayılacağına işaret etmektedir. Bu madde zaman içerisinde iki kez yorumlanmış/değiştirilmiştir. Kuzey yarıkürede ülkelere, uçak ve gemilere yapılacak saldırılar artık bu madde kapsamında değerlendirilmektedir. Ayrıca, 12.09.2001 tarihinde ABD’ye yapılan terör saldırısı da bu kapsamda değerlendirilmiştir.

 

[5] Akıllı/Akılcı Savunma (Smart Defence) küresel ekonomik kriz koşullarının ortaya çıkardığı bir gereksinme olarak algılanmaktadır. En anlaşılır şekilde “kabul edilebilir bir bütçe ile daha üstün yeteneklere sahip olma” (better capabilities with a affordable spents) şeklinde tanımlanabilir. Chicago Zirvesi’nin NATO’da bu anlayışın başlangıcı olacağı öne sürülmektedir. Kavram, ülkelerin olanaklarının ortak kullanımını ve bu çerçevede lojistik ve bakım harcamalarının da makul seviyelere çekilebilmesini öngörmektedir.

 

[6] Anders Fogh Rasmussen, NATO Genel Sekreteri, İtalya Ziyareti, 27.04.2012, “Chicago’da Avrupa’nın ve ABD’nin güvenlik konusuna nasıl bir yaklaşım içerinde olunması konusunda yeni bir anlayış geliştirmelerini arzu ederim (In Chicago, I want Europe and North America to adopt a new mindset for how they approach the business of security…)

 

 

Av. Reha TAŞKESEN | Tüm Yazıları
Hits: 2871