SINIF
~ 23.06.2011, Yeni Yaklaşımlar ~
(Alm. Klasse; Fr. Classe; İng. Class)
Sınıf kavramı hem Marksist kuram hem de sosyal bilimler açısından en önemli kavramlardan biridir. Aynı zamanda, kavramın, gerek anlamı gerekse kapsamı itibariyle son derece tartışmalı bir geçmişi olduğunu da söyleyebiliriz. Bu tartışmalarda, sınıf kavramına merkezi bir rol tanıyan okullar kadar, sınıfı toplumsal yapının herhangi bir değişkeni olarak değerlendirenler, hatta sınıf olgusunu doğrudan reddedenler de bulunmaktadır. Sonuç olarak, özellikle Marksizmin ortaya çıkışından itibaren, toplum üzerine düşünen her kuramın ve kuramcının, kimi zaman alternatif bir yöntem önermek için, kimi zaman da reddetmek için dahi olsa sınıf kavramının çekiciliğinden kurtulamadığı görülebilir.
Marksist kuram içinde ise sınıf kavramı hakkında yürütülen tartışmaların özel bir anlamı vardır. Marksizmin siyasal mücadele ile kopmaz bağları olması nedeniyle, sınıf kavramı üzerine yürütülen her tartışma, mevcut koşullardaki siyasal mücadelenin strateji ve taktiklerine yönelik belirgin sonuçlar yaratmıştır. Kimi zaman da, söz konusu koşullarda uygulanması düşünülen siyasal mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda, sınıf kavramına ilişkin revizyonlar önerilmiştir. Bütün bu tartışmaları özetlediğimizde, iki ana eksen üzerinde farklılaşan ve sınıfı dar ya da geniş kapsamıyla ve nesnel ya da öznel oluşumuyla tanımlamayı tercih eden konumların ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Birinci eksen üzerinde yürüyen tartışmalara baktığımızda, sınıfı fiili olarak sanayi sektöründe istihdam edilen ve artı-ürün üreten mavi yakalı kesimlerle sınırlayan dar bir yorumun karşısında, verili andaki istihdam biçimine bakmaksızın sınıfı üretim araçlarının mülkiyetinden yoksunluk ölçütüyle tanımlayan geniş bir yorumun var olduğunu görebiliriz. Oysa, Marx’ın özgün eserlerine baktığımızda, sınıfın en önemli özelliğinin üretim araçlarından yoksun bırakılmışlık anlamında mülksüzleşme ve buna bağlı olarak kapitalizm koşullarında piyasaya sürebileceği emek-gücü sahipliği olduğu açıktır. Başka bir deyişle, bir işçi kapitalizm öncesine ait her tür yükümlülük ve bağdan kurtulup sermaye sahibiyle “özgür” bir iş akdi yapabildiği sürece, emek-gücünün hangi sektörde değerlendirildiğinin, emek-gücünün karşılığının ne tür bir ücret rejiminde alındığının, hatta emek-gücünün bir istihdam-ücret zinciriyle fiilen realize edilip edilmediğinin sınıf tanımında belirleyici bir rolü yoktur. Bu anlamda, Marx’ın özgün değerlendirmesinin, burada sınıfın geniş yorumu olarak adlandırdığımız eğilimle ortaklaştığını söylememiz mümkündür.
İkinci eksen üzerinde yürüyen tartışmalar ise, ağırlıklı olarak sınıfın üretim süreci içindeki konumu (üretim araçlarından yoksun bırakılmışlık, mülksüzleşme) ile tanımlanmasını öneren nesnellik öncelikli bir yorum ile sınıfı nesnel konumundan çok verili bir andaki siyasal-ideolojik yönelimleriyle tanımlamayı öneren öznellik öncelikli bir yorum arasında sürmüştür. Sınıfı sahip olduğu siyasal-ideolojik tercihlerle tanımlamanın, tarihsel materyalizmin temel ilkeleriyle açık bir uyuşmazlık yaratmasının ötesinde, her özel konjonktürde değişebilecek kadar hareketli bir alandan çıkarsanan ölçütlerin, görece kalıcı olması gereken bir tanım için yeteri kadar işe yarar olmayacağını söyleyebiliriz. Yine Marx’a döndüğümüzde, sınıfın verili bir andaki mevcut siyasal-ideolojik yönelimlerinin sınıf tanımının yerine konmadığını, hatta sınıf çıkarlarıyla çelişen siyasal-ideolojik tercihlerin varlığının bir mücadele konusu haline getirildiğini, bu anlamda sınıf tanımının belirleyici ölçütlerinin üretim araçlarından yoksunluk ve emek-gücü sahipliği olduğu açıktır.
Kuşkusuz, sınıf kavramına ilişkin tartışmalar bu kısa özette ortaya konulduğu kadar yüzeysel ve basit değildir. Üstelik genel kuram düzeyinde ayrıştırılan birçok özelliğin, daha somut çözümleme ölçeklerine inildiğinde iç içe geçtiğini ve karmaşıklaştığını belirtmeliyiz. Bu anlamda, sınıf kavramına ilişkin tanımlama çabaları, belirgin zorluklar da içermektedir. Zorlukların başlıcası, toplumsal yapının karmaşıklığı ve saydamlıktan uzak oluşudur. Bu nedenle sınıf yapılarının ve ilişkilerinin nerede başlayıp nerede bittiğini saptamak zorlaşmakta, toplumsal formasyon düzeyine yaklaşıldıkça sınıf ilişkileri karmaşıklaşmaktadır. Üstelik, Marx’ın doğrudan sınıf başlığı altında çok az eseri bulunması, Marksistleri özgün metinlerden ve Marx’ın yöntemsel önermelerinden çeşitli çıkarsamalarla ilerlemek durumunda bırakmaktadır. Yine de, bütün bu zorluklara karşın, elimizde oldukça açıklayıcı ve tutarlı bir Marksist sınıf anlayışı olduğunu söylememiz mümkündür.
Her şeyden önce, Marx’ın özgün katkısının sınıfların ya da sınıf mücadelelerinin varlığını göstermesinde değil, sınıf ayrışması ile üretim ilişkileri arasındaki bağı bilimsel olarak çözümlemesinde yattığını görmek gerekmektedir. Demek ki, Marx, öncellerinden farklı olarak, sınıfların varlığının insan toplumlarının gelişimindeki belirli evrelerden kaynaklandığını, bu evreler aşıldığı zaman sınıf ayrışmasının da yok olacağını ilk kez ortaya atan isimdir. Daha özel olarak kapitalist topluma yönelik çözümlemelerinde ise, kapitalizmin sınıflı toplumların en açık ve en son biçimi olduğunu, kapitalizmde temel çelişkinin işçi sınıfı ile burjuvazi arasında olduğunu ve toplumsal yapıyı sınıf eşitsizliklerinden kurtarabilecek tek grubun da işçi sınıfı olduğunu göstermiştir. Marksist kuramda işçi sınıfına tanınan ayrıcalıklı konumun en önemli nedeni budur.
Fakat, Marx için, işçi sınıfının önemi başka olgulardan da kaynaklanmaktadır. İlk olarak, işçi sınıfı, sınıflı toplumlar tarihinde görülmemiş biçimde, kendi egemenliğinde hiçbir toplumsal grubu ya da başka bir sınıfı sömürmekte çıkarı olmayan, bu nedenle de kendisiyle birlikte tüm insanlığı özgürleştirecek olan “evrensel” sınıftır. Ayrıca, kapitalizmin ardından gelecek sosyalist toplumda en dolaysız ve gerçek çıkarı olan sınıf da işçi sınıfıdır. Son olarak, işçi sınıfı, kapitalizmin yıkılmasını ve giderek insanlığın evrensel özgürleşmesini hayata geçirebilmek için gerekli stratejik tarihsel güce sahip tek toplumsal gruptur.
Bir başka açıdan baktığımızda ise Marksist kuramda işçi sınıfının ayrıcalıklı konumunu haklılaştıran kimi yöntemsel özellikler de görmekteyiz. Diğer bir deyişle, Marx, kendi kuramını oluştururken yoksulluğu, düşük ücretleri ya da sağlıksız toplumsal koşulları nedeniyle değil, sınıf kavramının toplumsal yapının çözümlenmesindeki açık üstünlüğü nedeniyle de işçi sınıfına merkezi bir yer vermiştir. Zira Marx’a göre, sınıflı toplum deyişi, içerisinde sınıfların olduğu toplumdan çok, ancak sınıf ilişkilerinin belirleyici olduğu bir bakış açısıyla anlaşılabilecek bir tarihsel yapıyı ifade eder. Dolayısıyla, tarihsel ve toplumsal bir formasyon olarak kapitalizm, barındırdığı özgün sınıfsal yapının karakterinin ve buradan kaynaklanan sınıf mücadelelerinin çözümlenmesi sayesinde anlaşılabilir. Bu anlamda, sınıf kavramı, kuramsal ve felsefi olduğu kadar, tarihsel, sosyolojik ve siyasal nitelikler de taşır.
Marx’ın belirleyici ölçütünün üretim araçlarından yoksunluk ve emek-gücü sahipliği olduğunu hatırlarsak, Marksist sınıf yaklaşımında önceliğin, insanların üretim ilişkileri içindeki konumunda olduğu açıktır. Bir başka anlatımla, Marx’a göre, sınıfsal oluşumun ilk uğrağı üretim ilişkileri içindeki nesnel konumdur. İnsanların üretim araçlarıyla kurdukları ilişkiler üzerinden tanımlanan sınıf kavramı, bu anlamda, sınıfın kimleri kapsadığından çok, sınıfsal ayrışmayı yaratan sömürü ve üretim sürecine odaklanmaktadır. Dolayısıyla, üretim araçlarından yoksun bırakılarak mülksüzleştirilmiş ve piyasada emek-gücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayan insanlar nesnel olarak aynı sınıfın üyeleridir. Bu nesnel konum, sınıf aidiyetini belirlediği kadar, sınıf çıkarının da üzerinde tanımlanacağı tek gerçek zemindir.
Aynı ilkeden hareketle, sınıf içi farklılaşmaların da sınıf tanımında belirleyici rolü olmadığını söyleyebiliriz. Marx’a göre, sınıf yapısı toplumsal işbölümünden kaynaklanan bir tarihsel ayrışmadır. Bu ayrışmanın ölçütü ise üretim araçlarına sahiplik ya da onlardan yoksunluktur. Toplumsal işbölümünden farklı olarak, üretim sürecinin ihtiyaçları doğrultusunda biçimlenen ve buna bağlı olarak değişkenlik gösterebilen teknik işbölümü ise, sınıf içi farklılaşmaların en önemli nedenidir. Bu anlamda, sınıf içi meslek, ücret, statü farklılıkları ve sektörel yoğunlaşmalar, sınıf tanıma dahil edilebilecek ölçütler değil, verili andaki sermaye birikim biçiminin ihtiyaçları doğrultusunda oluşmuş değişkenlerdir. Dolayısıyla, Marx’ın sınıfı türdeş değil, değişik katmanlar ve bölünmeler içeren tarihsel bir oluşum olarak gördüğünü; üretken emek – üretken olmayan emek, kol emeği – kafa emeği, mavi yakalı – beyaz yakalı gibi ayrımları sınıf tanımının belirleyici ölçütleri olarak değil, emeğin farklı işlevleri, etkinlikleri ve örgütlenmesi biçiminde değerlendirdiğini söylemek mümkündür.
Marx’ta bulunan “kolektif işçi” ya da “sömürülebilir emek-gücü” gibi kavramlar da, sınıf tanımının kapsamı hakkında fikir verebilecek durumdadır. Sektör ya da ücret farklılıkları gibi olgular karşısında farklı bir sınıf tanımına gitmek yerine, mülksüzleşme ve emek-gücü sahipliğini öne çıkaran Marx, kapsayıcı bir kategori olarak kolektif işçi kavramını önermiştir. Benzer biçimde, üretim sürecinde fiili olarak istihdam şansı bulamayan kesimleri de sömürülebilir emek-gücü kavramıyla tanımlayarak, sınıf kavramının kapsamını geniş tutmaya özen göstermiştir. Baştan bu yana değinildiği gibi, kavramın kapsamını geniş tutmak yönündeki çabaların temelinde ise, sınıfın üretim araçlarından yoksunluk ve emek-gücü sahipliği ölçütleriyle tanımlanması yatmaktadır.
Elbette, Marksist sınıf kuramının ele alınması gereken daha birçok özelliği vardır. Ayırt edici özelliklerinden biri de, sınıfın tarihsel bir oluşum olarak tanımlanmasıdır. Bu, sınıfın, genel olarak sınıflı toplumlara, özel olarak da kapitalist üretim tarzına ait bir olgu olmasının yanı sıra, olmuş bitmiş bir yapıyı değil, devamlı hareket halindeki bir süreci ifade ettiğini de söylemektedir. Bu anlamda sınıf, durağan ve sabit bir toplumsal katman değil, ilişkisel ve hareket halindeki bir tarihsel oluşumdur. O halde, sınıfların tek tek ve ayrıksı olarak incelenmesi mümkün değildir; Marksist kuramda sınıflar üretim ilişkileri içerisindeki karşılıklı ilişkileriyle ve tarihsel süreç içinde ele alınıp çözümlenmelidirler.
Ayrıca sınıfa ilişkin çözümlemeler, farklı soyutlama düzeylerinde çeşitlilik göstermektedir. Marx’ın temel ölçütleri olarak tanımladığımız üretim araçlarından yoksunluk ve emek-gücü sahipliği, bu anlamda, sınıfın üretim tarzı düzeyinde tanımlandığı evrensel ölçekte bir kavramsal soyutlama olarak görülmelidir. Bunun ötesinde, sınıfın belirli bir ülkede ve tarihsel süreçte geçirdiği oluşum sürecini çözümlemek için, toplumsal formasyon düzeyine inmek ve çözümlemeyi sürdürmek gereklidir. Aksi takdirde, sınıf içi farklılaşmalardan ideolojik-siyasal yönelimlere kadar birçok değişken çözümlenemeyecek ve kavramsal bir yapı haline getirilemeyecektir. Marx da soyutlama düzeyi yüksek çalışmalarında üretim tarzı düzeyinde tanımlara giderek daha sadeleşmiş bir sınıf yapısı çözümlemesi sunarken, özgül bir toplumsal ve tarihsel kesiti çözümlemeye yöneldiğinde görece karmaşık, çok katmanlı ve iç içe geçmiş sınıf oluşumları saptamıştır. Burada yöntemsel bir tutarsızlıktan çok, Marksist yöntemin karakteristik özelliklerinden biri söz konusudur.
Kısacası, Marksist kuram açısından sınıf, belirli tarihsel ve toplumsal koşullara özgü bir ilişkidir; ikinci olarak, sınıf, üretim ilişkileri içerisindeki konumla tanımlanan nesnel bir ilişkidir; üçüncüsü, sınıf, üretim ilişkilerine özgü çıkar çatışmasından kaynaklanan uzlaşmaz bir ilişkidir; son olarak, sınıf, sınıf mücadelesi süreçlerinden ayrı olarak düşünülemeyecek bir ilişkidir.
(Kaynak: http://mlam.tkp.org.tr/)
Hits: 29446