Bir devlet adamı bir zamanlar demişti ki; “Memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.”
Türkiye, bir yol ayrımına gelmiştir.
Bu noktaya geleceği de yıllar öncesinden belliydi. Çok söylendi.
Türkiye, “Anayasalı Devlet” ile “Anayasal Devlet” arasında seçim noktasındadır.
Siyasi partiler de dahil olmak üzere bütün Anayasal kurum ve kuruluşlar önemli bir karar noktasında bulunmaktadırlar.
Milletin vekilleri önemli bir sınav ertesindedirler.
Meşruiyet sınava tabi tutulmaktadır.
Cumhuriyet tarihimizin bütün kazanımlarını silmek ile bu kazanımlarımıza bir yenisini daha eklemek arasında tercih yapmak noktasındadırlar.
Demokrasi ile yola devam etmek ya da Otokrasi ile yoldan çıkmak üzereyiz.
21. yüzyılda demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti anlayışı öne çıkmıştır.
Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti geleneği olmayan ülkeler yıkılıp gitmektedirler.
Örnekleri hemen yakın coğrafyamızda mevcuttur.
Türkiye BM, Avrupa Konseyi ve NATO üyesidir. G20 ülkeleri arasındadır. Gümrük Birliği ile AB üyeliği konusunda önemli bir aşamayı geride bırakmıştır. AB müzakere süreci ise devam etmektedir.
Ancak, Türkiye’nin Dünya’daki görünümü olumlu değildir.
Türkiye “Siyasi İslam Anlayışını” referans alan ülke olarak görülmektedir. Ayrımcılık yapmaktadır ve terör örgütlerine destek verdiği konusunda iddialar bulunmaktadır.
Yolsuzlukların boyutlarının çok ileri düzeye ulaştığı iddia edilmektedir. Türkiye’yi yöneten siyasi kadroların adları yolsuzluklar ile birlikte anılmaya başlanmıştır.
Demokrasi, neredeyse yok denilebilecek bir noktaya gelmiştir.
Yargı siyasallaşmış ve siyaset de yargısallaşmıştır[1].
Muhalefet partileri kendilerini, çok eleştirilen 1982 Anayasası’nı savunmak zorunda hissetmektedirler.
“Kamu Düzeni” giderek yara almaktadır. Güvenlik güçleri kamu düzenini muhafaza edebilmek için yoğun gayret göstermektedirler.
Yoğun gözaltılar ve tutuklamalar yapılmaktadır.
İnsan hakları ihlalleri sıradanlaşmıştır.
Ve ekonomi başaşağı gitmektedir.
İş dünyası gelişmeleri kaygı ile izlemektedir.
Yabancı sermaye girişi ve yatırımlar durmuştur.
İhracat geriye doğru bir devinim içerisindedir.
Gelecek aylarda küresel piyasalardaki faiz artışı, yükselen ekonomilere geçici olarak gelen sermayenin hızlı şekilde çıkışına neden olabilecektir ki; ekonomik göstergeler bakımından önemli sonuçları olabilecektir.
Bu noktada Türkiye neyi tartışmaktadır?
Bir erken seçim için nasıl bir yöntem izlenebileceğini tartışmaktadır, Türkiye.
Kamuoyuna iki seçenek sunulmaktadır:
TBMM tarafından ya da Cumhurbaşkanı tarafından karar alınması.
Anayasa, bu durum için bir yol önermektedir.
İçerisinde bulunduğumuz olağandışı durum için öncelikle Cumhurbaşkanı tarafından karar alınacağına işaret etmektedir, Anayasa[2].
TBMM tarafından, bu durum için bir karar alınması önerilmemektedir.
Meşruiyeti tartışmalı kararlar alınmasının “Anayasal Devlet” anlayışı bakımından meşru sayılmayacağı dikkate alınmalıdır.
Türkiye “Anayasalı Devlet” değil “Anayasal Devlet” gibi hareket edebilmelidir.
Kişiler fanidir, Devlet bakidir.
Av. Reha Taşkesen
Ankara, 17.08.2015
[1] Av. Başar Yaltı, Anayasa Mahkemesi Nereye, Barobirlik, TBB, Haziran 2015, S.28
[2] T.C. Anayasası, M.114/2 ve M.116/2