Yeni Osmanlıların, ikinci cumhuriyetçilerin ya da adları ne olursa olsun genelde cumhuriyet karşıtları olarak bilinenlerin, çok isteseler de, devletin adındaki “cumhuriyet” sözcüğüne dokunmayacakları görülüyor. Ne de olsa İran rejimini tanımlayan ifade de cumhuriyet sözcüğü geçiyor: İran İslam Cumhuriyeti.
Bizimkiler, cumhuriyet sözcüğüne dokunmayacak olsalar da, cumhuriyetin özünü oluşturan her şeye dokunup yok ediyorlar. Yok ettikleri alanlarda ve konularda da, ilginçtir, gericilikte cumhuriyet öncesi döneme değil de, olabildiğince Tanzimat öncesine dönmeye çalışırken iktisadi politikalarla dış ilişkilerde güçlü devletlere bağımlılık anlayışında ise Tanzimat Osmanlısına benzemeye çabalıyorlar. Batı’nın-küresel güçlerin sömürmesine ses çıkarmıyorlar. Batıya bağımlılıklarını gösterecek her konuda onlarla işbirliği yapmaktan geri durmuyorlar. Eğitim sisteminin piyasalaşması konusunda Batı’nın parasalcı (kapitalist) yöntemlerini aynen kopyalamaya çalışıyorlar. İşe önce ilköğretim izlencesini değiştirerek girişimci öğrenci yetiştirmekle başladılar. Sonra eğitim sisteminin amacını rekabetçi öğrenci yetiştirme amacına dönüştürdüler. Şimdi de, girişimciliğe ve rekabete en yakın olan mesleki teknik eğitim alanında çalışan öğretmenleri, girişimci yapacaklar! Dış borç desen, Tanzimat sonrasının ve özellikle II. Abdülhamit döneminin Düyun-u Umumiye’si kadar berbat ve hızla artmaya devam ediyor!
Tanzimat dönemiyle başlayan, aydınlanma kıvılcımlarıyla ilişkili konulara gelince, iş değişiyor. Bilindiği gibi Osmanlı’da, Tanzimat ile birlikte ilk ve ortaöğretimde bilimsellik arayışları başlıyor; sıbyan mekteplerine ve medreseye karşı arayışlara giriliyor. Muallim mektebi, iptidailer, rüştiyeler, idadiler, çeşitli mesleklerle ilgili mektepler ile medrese yandaşları, “Medrese kıtlığı mı var?”diyerek karşı çıkmış olsalar da, darülfünun açılıyor. Padişahın tek adamlığına karşı meşrutiyete geçilip Meclis-i Mebusan oluşturuluyor. Önce “vatan” ve II. Meşrutiyet sonrasında da “yurttaşlık” düşüncesi ve kavramları yeşeriyor. Alfabe başta olmak üzere pek çok konuda yenilik arayışlarına girişiliyor.
Şimdiki iktidar, cumhuriyetin bilimsellik ve aydınlanma konularındaki kazanımlarını ise Tanzimat öncesi anlayışa göre dönüştürüyor. Bunu gerçekleştirmek için iktidar, Cumhuriyeti cumhuriyet yapan ve 3 Mart 1924 yılında kabul edilen devrim yasalarını ve bu yasaların arkasındaki anlayışı hedefine almış bulunuyor.
3 Mart 1924'te, Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı (Şeriye ve Evkaf Vekaleti) ile Genelkurmay Bakanlığı (Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti) kaldırılıyor. Bunların yerine Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile Genelkurmay Başkanlığı oluşturuluyor. Aynı gün, Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Kanunu ile halifeliğe son veren kanun kabul ediliyor.
Öğretim Birliği yasası, hepi topu 7 maddeden oluşsa da, yedi maddenin çok ötesinde anlam taşıyıp işlev görüyor. Bu yasa, tüm eğitim kurumlarını bakanlığa bağlıyor, din uzmanı yetiştirmek üzere darülfünunda bir ilahiyat fakültesi ve dini hizmetleri yerine getirecek kişileri yetiştirmek üzere de imam hatip okulları açıyor.
Bu yasanın ardından medreselerin 29’u imam hatibe ve biri de ilahiyat fakültesine dönüştürülüp diğerleri kapatılıyor. Mektepler okul, iptidailer ilkokul, rüştiyeler ortaokul, idadiler lise, darülfünun ise üniversite oluyor. 1924’ten itibaren karma eğitime geçiliyor. Tekke, türbe, dergâh, zaviye ve tarikatlar kapatılıyor. Harf ve rakam devrimi yapılıyor, Arapça ve Farsça öğretime son veriliyor. Din derslerinin okul izlencelerinden çıkarılmasına başlanıyor. Muallim mektebi öğretmen okulu oluyor. eğitim enstitüleri ve hatta köy enstitüleri açılıyor. Tüm bu dönüşümlerin ve de hatta 1928 yılında “Devletin dini din-i İslam’dır” anlayışından laik devlet anlayışına geçilmesinin arkasındaki itici gücün 3 Mart gününde kabul edilen devrim yasaları olduğunu söylemek bir abartı olmuyor.
Bu devrim yasalarının toplumsal yaşama getirdiği aydınlanmacı değiştim ve dönüşümler nedeniyle, öğrenci bulmayan imam hatip okulları kapanıyor. 1933 Üniversite Reformu ile İlahiyat Fakültesi, “İslam İncelemeleri Enstitüsü”ne dönüştürülüyor. DİB, dini hizmetlerin bürokratik boyutuyla ilgilenen sembolik bir birim haline geliyor.
İktidarın sık sık dile getirdiği, “Hedef 2023” sloganın arkasında da bu ve diğer devrim yasalarının ters yüz edilmesi bulunuyor.
İktidar, ustalık döneminde çıkardığı 652 sayılı kanun hükmünde kararnameyle bakanlığın örgütsel yapısını parasalcı sistem uyduruyor. 4+4+4 yasasıyla, ilköğretim yönetmeliği ve kılık kıyafet yönetmeliği değişiklikleriyle de molla yetiştirme dönemini başlatıyor.
Bu dönüşümler sonunda, öğretim birliği yasası göstermelik bir yasa olarak kalıyor. DİB’in, dolu dizgin toplumu din toplumuna dönüştürme işlevini üstlendiği görülüyor. Bakanlar bile DİB’den fetva istemeye başlıyor. Sırada Cumhuriyetin diğer kazanımlarının olduğu görülüyor.
Cumhuriyetin bilimsel ve aydınlanmacı kazanımları ile 3 Mart 1924 yasaları aynı kaderi paylaşıyor; birine sahip çıkmak ötekine sahip çıkmak anlamına geliyor.
(SolHaber)