Bireysel başvuru etkili olabilir mi?

Anayasa ile tanınıp yasa ile düzenlendikten sonra, 23 Eylül'de uygulamaya konan bireysel başvuru (anayasa şikâyeti) olanağı, haftanın sıcak gündem maddelerinden birini oluşturdu. Bu konuyu, anayasal düzenleme ve içerdiği sorunlar açısından birkaç kez ele almıştım (Örnek olarak bkz. “AYM’ye bireysel başvuruda 10 çelişki”-2, Birgün, 25.01.2011). 6216 sy.lı Yasa ile, Anayasa’ya aykırılıklar dâhil, çelişkiler çoğaldı. Mesela, bireysel başvuru konusu dışında bırakılan işlemler, Anayasal düzenleme ile uyumlu değil; yine, hakkın özneleri bakımından, anayasal düzenleme çerçevesini zorlayan sınırlamalar var…

Bireysel başvuru hakkının kullanılmaya başlanması üzerine yapılan yorumlar ve yaratılan beklentiler, yanılgı ve hayal kırıklıklarına neden olabilir. Bunların başında Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı’nın “bize gelsinler veya gelebilirler” biçimindeki demeci, ihtiyatla karşılanmalı. Bu tür açıklamaların yanıltıcı tarafı, söz konusu “sorunu biz çözeriz” izleniminin yaratılması. Özellikle, “balyoz davası” olarak adlandırılan ve “bağımsız ve tarafsız yargı kararı” nitelemesi yapma olanağı bulunmayan bir süreç karşısında AYM başkanı daha nüanslı konuşabilirdi. AYM’ye “örtülü davet” yerine, Yargıtay tarafından bozulması temennisi dile getirilebilirdi…

AYM önünde bireysel başvuru olanağı, Mahkemeleri, “AYM’ye git, sorunu orada çöz” anlayışına/algısına yönlendirmemeli. Çünkü bu kanaat, bizde hemen her kesim ve düzeyde var. İdare, yargıya havale eder; mahkeme Yargıtay yolunu işaret eder; O da Avrupa Mahkemesi’ni. Oysa bireysel başvuruda, tam tersine şu ilke geçerli kılınmalı: “kararı dikkatli vermeliyim, çünkü AYM önüne gitmesin; gitse de kararımın tersi yönünde bir karar çıkmasın”. Bu  anlayış, aslında  ulusal yargı organları ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) arasındaki ilişkiler açısından da geçerli olmalı. Burada asıl hedef, hakkını İHAM önünde aramak değil; bu yolun  varlığıyla, ulusal mahkemeleri, İHAM’ca  geliştirilen yorum ölçütlerini kullanarak, insan hakları sorununu ulusal ölçekte çözmeye yönlendirmek.

Anayasa Mahkemesi’ne gelince; dava ve itiraz yolundan sonra doğrudan başvuru yolunun açılması, genellikle temenni edilen bir düzenleme idi. Almanya ve İspanya gibi bu hakkın etkili bir biçimde işlemekte olduğu devletlerin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) güvencesi altındaki hakları ihlal oranı, oldukça düşük.

Bu saptama, bizi hemen iyimserliğe yönlendirmemeli. Çünkü, hak arama yollarının ve yargı sisteminin oralarda işleyiş tarzı, bizdekine göre daha etkili: bağımsız, tarafsız ve nitelikli bir yargı hizmeti. AYM de, oralarda bizdekine göre daha demokratik ve nitelik öğesini önemseyen bir  yapılanmaya sahip.

O nedenle, 2010 Anayasa değişikliğinde, AYM’nin, bireysel başvuruyu da etkili kılma hedefinde yeniden yapılandırılması gereğine işaret ediliyordu. Yani, anayasal kurumlar bütününde düşünülen, liyakat ve uzmanlık öğelerini öne çıkaran düzenleme tarzı. Olmadı. Zaaf bir.

Bireysel başvuruya ilişkin anayasal düzenleme sınırlı ve sorunlu idi (bkz. “AYM’ye bireysel başvuruda 10 çelişki”). Zaaf iki.

Yasal düzenleme, anayasal düzenlemeye aykırı öğeler içeriyor. Zaaf üç.

AYM üyeleri çoğunlukla insan hakları uzmanı değiller. Zaaf dört.

Bu eksikliklere karşın AYM, hak ve özgürlüklerin bekçiliğini üstlenebilir mi? Kuşkusuz, bireysel başvuru, insan haklarını korumanın tek yolu değil. Dava ve itiraz yolu da, AYM’nin bu ana işlevini yerine getirmesine elverişli. Ne var ki AYM, özellikle dava yolunda, iptal (hatta kısmen iptal) kararlarından kaçınmayı yeğlemekte. Bu tavır, hükümeti ve onun temsil ettiği çoğunluğu kollama kaygısından kaynaklanıyor olabilir. Bunun son örneği, 4+4+4  olarak adlandırılan 6287 sayılı yasayı tamamen anayasaya uygun bulduğu karardır.

             Buna karşılık, mahkeme kararlarına karşı yapılacak başvurularda AYM’nin daha aktif olması beklenir. Fakat burada, AYM’nin yasaların Anayasa’ya aykırılığını reddederken kullandığı gerekçelerle ters düşme kaygısı belirebilir. Haklı olarak şu sorulabilir: eğer AYM, bir yasayı daraltıcı (ve özgürlük lehine olmayan) bir yorumla reddetmiş ise, söz konusu yasanın uygulanmasından kaynaklanan hak ihlalini onaylayan bir işlemi hangi gerekçe ile iptal yoluna gidecek?

             Sonuç olarak, AYM, kuruluşunun 50. yılında yeni bir sınav sürecine hazırlanıyor: eğer AYM, hak ve özgürlükleri Avrupa standartları ışığında yorumlamak yerine, parçalı ve sekter insan hakları yaklaşımı ile sınırlı kalırsa, anayasa şikâyeti, Avrupa yolunu geciktirmenin ötesinde bir işlev göremez.

(Birgün)

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2060