Meclis alt komisyonunda benimsenen ateşli silahlar kanun tasarısının getirdiği yeni düzenlemeler, hem bireysel silahlanma hem de güvenlik güçlerinin silah ve mühimmat ihtiyaçlarının karşılanması ile ilgili olarak ciddi risk ve çelişkileri içermektedir.
Halen silah ruhsatı için sağlık kurulu raporu zorunlu iken, yeni tasarıda tek hekim tarafından verilen rapor yeterli görülmektedir. Yaş sınırı da on sekize indirilmektedir. Bu da yetmezmiş gibi tasarıda; “tedbir olarak muhafaza altına alınmasını gerektiren hallerde” silahın idarenin izniyle, silah ruhsatı bulunan başka bir kişiye muhafaza amacıyla teslim edilmesi öngörülmektedir. Silah ruhsatı almak kolaylaşırken, ruhsat alan kişiler de idarenin kendi adına silah muhafaza etmesinde sakınca görmediği “güvenilir” üçüncü kişi konumunu zımnen kazanmaktadır.
Bireysel Silahlanmanın özendirilmesi ve yaygınlaştırılması tehlikesini getiren bu değişikliklerin nedenini ve gerekçesini anlamak mümkün değildir. Çünkü silah edinmek isteyen ancak; nörolojik, psikolojik vb. sorunları olan kişileri uzman olmayan bir hekim nasıl ayırt edebilir? Vatandaşın en temel ve vazgeçilmez insan haklarından “yaşam hakkı” pahasına bireysel silahlanmayı kolaylaştırmanın gerekçesi nedir? Silah tüccarlarının Türk insanının geleneksel silah aşkı ile beslenen yeni pazar iştahı mıdır? Eğer bu değilse; bir kesimin silahları ile “güvenilir” üçüncü kişiler üzerinden başka bir kesimin kolayca silahlandırılması mıdır? Amaç nedir?
Devletin depolama imkânlarını zorlayacak ve “sakıncalı görülmeyen üçüncü kişileri” dahi akla getirecek çapta silahların tedbir olarak muhafaza altına alınmasını gerektiren haller, demokrasinin rafa kaldırıldığı askeri darbeler dışında hangi demokratik tecrübelere dayanmaktadır?
Bu ülkede TSK’nin onca silah ve cephane depoları dururken, söz konusu silahların ruhsat sahibi üçüncü kişiler tarafından muhafaza edilmesi hangi akla hizmet etmektedir? Yoksa Ordunun depoları peşinen gözden mi çıkarılmıştır?
Kamu olanaklarına güvenemeyen kanun koyucunun, tek hekim raporu ile silah ruhsatı alacak kişilere, muhafaza amacıyla da olsa, başkasının silahını dahi teslim edebilecek kadar peşinen güveni neye dayanmaktadır?
Kısaca bu “sakıncalı görülmeyen üçüncü kişiler” kimdir? Somut kıstaslarla tanımlanmalıdır. Aksi takdirde idari yapıda fiilen etkili olduğu iddia edilen güç odaklarına bu kimlik yüklenebilir, bu ise toplumsal kamplaşmaları daha da derinleştirebilir.
Sorun sadece bunlarla da sınırlı değildir. Çünkü Bireysel silahlanma alanında getirdiği tehlikelerin yanında, güvenlik güçleri ile ilgili düzenlemeler de kurumlar arası yetki karmaşasını, güvensizliği ve çatışmayı körükleyebilecek yenilikler(!) getirmektedir.
Üstelik AB müktesebatına uyum çerçevesinde 91/477/AET sayılı direktif,[1] bu kanun tasarısının temel gerekçelerinden biri olarak gösterilmiştir. Söz konusu direktif, sivil ve şahsi kullanım amaçlı silahların takibi, ticaretine dair esaslar ve standartlar getiren bir AB dokümanıdır. TSK, MİT veya genel kolluk kuvvetlerinin harp silah araç ve mühimmat temini ile ilgisi yoktur. Özellikle söz konusu direktifin kapsam bölümünde; Silahlı Kuvvetler, Polis, Kamu Kurumlarını, harp silah ve mühimmatının ticari transferini kapsamadığı vurgulanmaktadır.
Bu nedenle güvenlik güçlerine silah temini alanında AB müktesebatına uyum için bu direktifin gerekçe gösterilmesi en azından tartışmalıdır ve en kötüsü ise adeta takiyedir. Takiye saptaması oldukça soyut ve ön yargılı görülebilir. Ancak tasarının maddelerine girildikçe getirilen yeni düzenlemeler maalesef bu saptamayı desteklemekte ve somutlaştırmaktadır.
Öncelikle tasarı ile 5201 sayılı kanun[2] fiilen geçersiz kılınarak; silah, mühimmat ve patlayıcı maddelerle ilgili denetim ve kontrol sisteminden Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ve Genel Kurmay Başkanlığı (Gnkur. Bşk.) dışlanmaktadır. Bunun yerine İçişleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlıkları asli kontrol, koordinasyon ve denetim makamı olarak sistemin merkezine oturtulmaktadır.
Ayrıca MSB, TSK, MİT ve genel kolluk kuvvetlerinin ihtiyaçlarının hızlı bir şekilde giderilmesi için, doğrudan kendileri veya yetkilendirecekleri kişiler tarafından birinci ve ikinci kategorilere giren silahların ithal edilmesi esası getirilmektedir.
Bu maddede ilginç olan, birinci kategori silahların bazı haller dışında ithali yasaklanırken, söz konusu silahların ithali İçişleri Bakanlığının iznine bağlanmaktadır.
Aslında siyasi bir tercihtir. Öküzün altında buzağı armaya ne gerek var diyebiliriz. Ancak maalesef buzağı öküzün altından “pişmiş kelle” gibi sırıtmaktadır. Çünkü yine aynı maddeye göre; söz konusu silahlar ülke içine girmeden transit geçecek ise, izin yetkisi MSB’dedir.
Adeta silahlar ülke içine girmeyecekse sorun yok; MSB sen bu işin zaten erbabısın yetkini kullanmaya devam et, amma velâkin, ülke içine girecekse; olmaz dur bakalım, artık sen bu işin dışında kal İçişleri Bakanlığı baksın denmektedir.
Bunun karşısında İnsan sormadan edemiyor. İktidar partisinin bu kadar dolambaçlı yollara sapması TSK’ne güven sorunundan mı kaynaklanmaktadır?
Buna ilave olarak İçişleri bakanlığının görüşleri alınmak suretiyle, Milli İstihbarat teşkilatının kendi inisiyatifleri dâhilinde her türlü silah malzeme ve teçhizatlarını temin imkânı getirilmektedir.
Bırakın MSB ve Gnkur. Bşk.lığının 5201 sayılı kanundaki yetkilerinin budanmasını, bu değişiklik başlı başına uluslararası taahhütlerimizle de çelişkilidir.
Çünkü Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü’nün (AGİT/OSCE) 1994 tarihli “Güvenliğin Siyasi-Askeri Veçheleri Hakkında Davranış İlkeleri Rehberi”ne[3] göre; TSK dışındaki güvenlik güçlerine ağır silah temin edilmemelidir. Çünkü bu belgenin 26ncı paragrafına göre; ”her katılımcı devlet uluslar arası taahhütlerine uygun olarak güvenlik güçlerine kuruluş maksatlarını aşan muharebe görev yeteneği kazandırılmasından kaçınmayı garanti edecektir.”
Konu ile ilgisi tartışmalı olan AB direktifi kanun tasarısına gerekçe gösterilirken, Türkiye’nin bu konuda imza attığı AGİT’in temel dokümanı ise göz ardı edilmektedir. Hükümet Türkiye’nin AGİT’te attığı imzayı ve taahhütlerini unutmuşa benzemektedir.
Çünkü bu uluslararası taahhüdümüz gereğince dahi; söz konusu güvenlik güçleri için silah, cephane ve mühimmat ithal edilmeden önce bu ithalat ile kazanılacak muharebe görev yeteneklerinin, ilgili güvenlik güçlerinin asli görevleri ve kuruluş amaçları ile ne derecede uyumlu olduğu değerlendirilmelidir. Bu silah, cephane ve mühimmat hakkındaki teknik ve taktik değerlendirmeyi yapabilecek kurumsal birikim ve tecrübe ise İçişleri Bakanlığından çok MSB’dedir. Bu yetkinin MSB’den ve Gnkur. Bşk.lığından alınıp İçişleri Bakanlığına verilmesinin arkasında yatan gerekçe açıklanmalı ve kamuoyu ikna edilmelidir.
Yine tasarının dayandırıldığı; “MSB, TSK, MİT ve genel kolluk kuvvetlerinin ihtiyaçlarının hızlı bir şekilde giderilmesi” gerekçesi kulağa hoş gelmektedir. Ancak bilinmelidir ki; ne TSK’de ne modern Dünya ordularında ne de güvenlik güçlerinde ihtiyaçlar, silah tüccarlarının kataloglarından seçilerek yapılmaz.
İhtiyaçlar; siyasi direktifler çerçevesinde, milli savunma ve güvenlik stratejileri analiz edilerek belirlenir. TSK’nin İhtiyaçları için öncelik yurtiçinde olmak üzere, yeni teknolojiler araştırılır, milli gücün temel unsurlarının olanak ve yetenekleri ile kolluk kuvvetlerinin sahip olduğu olanak ve yetenekler topyekûn savunma anlayışı içinde değerlendirilir.
Lafın kısası yangıdan mal kaçırırcasına, harp silah araç ve gereçleri için ne karar verilir; ne de çarşı pazardan elma armut gibi alınır. Bu nedenle; sistemin tek merkezden yönetimi ülke güvenliği için kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Ancak getirilen düzenlemeler ile sistem bütünlüğü bozulmaktadır. Çok başlılık ve kurumlar arası yetki karmaşasına ilave olarak, bu alanda MSB ve Gnkur. Bşk.lığında yıllarca oluşmuş merkezi kurumsal hafızanın ve tecrübenin silinmesi riski ise işin cabasıdır.
Güvenlik kuvvetlerimiz, birbirinin olanak ve yeteneklerinden habersiz kalacağından topyekûn milli savunma için işbirliği ve yardımlaşma imkânı kalmayacaktır. Bunun sonucu olarak TSK seferberlikte karşılıklı işbirliği ve yardımlaşma kapsamında planlayacağı ihtiyaçlar için de ilave kaynak ayırmak zorunda kalacaktır. Topyekûn savunma ve güvenlik daha pahalıya mal olacaktır.
Sonuç olarak; vatandaşın “yaşam hakkı” pahasına bireysel silahlanma yaygın ve olağan hale getirilmektedir. “Sakıncalı görülmeyen üçüncü kişiler” üzerinden bir kesimin planlı bir şekilde silahlandırılmasının önü açılmaktadır.
“Herkes gider Mersine, biz gideriz tersine” misali; bırakın kurumlar arası işbirliği ve yardımlaşmanın güçlendirilmesini, kurumlar arasında yetki karmaşası, güvensizlik ve yönetimde çok başlılık yaratabilecek yeni düzenlemeler getirilmektedir.
[1] http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31991L0477:en:HTML
[2]29. 6.2004 tarihli ve 5201 sayılı Harp Araç ve Gereçleri ile Silâh, Mühimmat ve Patlayıcı Madde Üreten Sanayi Kuruluşlarının Denetimi Hakkında Kanunun
[3] Code of Conduct on Politico-Military Aspects of Security (http://www.osce.org/documents/fsc/1994/12/4270_en.pdf)