KAOS PLANI

~ 05.01.2024, Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU ~

“Geleceğin yolları pusularla doluysa, takınılacak en berbat tavır, her şey çok güzel olacak diye mırıldanarak gözü kapalı ilerlemektir.” Amin Maalouf (*)

 

Kabul edelim ki, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, fiilen Türk tipi düzenin en üst yargı kurumu ve muktedirin elindeki yargı sopasının cisimleşmiş halidir.

Arkasındaki mutlak güçten aldığı yetkiyle, Anayasa Mahkemesi üyelerini suçlu ilan ettiği ilk kararından sonra; “Konu hakkında, yalnızca son karar bağlamında bir şeyler söylemenin çok anlamsız olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu, uzun yıllardan beri süregelen bir dönüşüm sürecinin parçasıdır.” diye görüşümü açıklamış ve “Olan bitenin var olan hukuk düzeniyle açıklanması olanaksızdır. Sorun hukuk değildir çünkü.” demiştim.

En son karar bağlamında da sorunun bir hukuk sorunu olmadığı açıktır. Ancak anlı şanlı hukukçuların, konu hakkında engin hukuk bilgilerini toplumun üzerine boca etmeye devam ettiklerini görmek, toplumumuz adına üzücü. Bu nedenle onların söyledikleri üzerinden düşünce üretmeyi boşa zaman harcamak sayıyorum. Kusura bakmasın üstatlarımız. Kanunun tanınmadığı bir yerde hukukilik tartışması yapmaya ne denir bilmiyorum. Uygun bir tanım bulan varsa bana da söylesin.

***

Genel olarak muhalefet cephesinin en son karar karşısındaki tepkilerinin, Arabistan’daki futbol maçının iptali karşısında gösterdikleri tepkinin sadakası bile olamayacağını, bir kısım siyasilerin söylemlerinde görüyoruz. Bakın nasıl da kükremişler.

Özgür Özel: “Hükümet, ülkemizi muz cumhuriyetine çevirdi. Parti Meclisimizde konuyu özel gündem olarak ele alacak ve bundan sonraki mücadele hattımızı belirleyeceğiz.”

Şu muz cumhuriyetini merak ediyorum doğrusu. Nasıl bir cumhuriyettir? İnsanlar sadece muz yiyerek mi yaşıyorlar? Yoksa sadece maymunların yaşadığı bir cumhuriyet midir? Özel gündemle toplanıp mücadele hattı belirlemek… Aman da aman… Ana muhalefet partisi halen bir mücadele hattı belirleyecekmiş. Savulun düşmanlar!

Atatürk’ün partisinin genel başkan portrelerindeki yüzyıllık evrimi bile nereye gitmekte olduğumuzun açık bir göstergesi.   

Meral Akşener: “İktidarın sebep olduğu anayasal demokrasi yoksunluğu, Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi'nin kararını reddetmesiyle birlikte bir anayasal devlet krizine dönüşmüştür. Hukuk yasak, gayrimeşruluk serbest…

Bu sözlerden öğreniyoruz ki, RTE’nin Anayasaya aykırı olarak 3. kez seçime girmesi anayasal devlet krizi değilmiş, aynı zarfa atılan 3 oydan sadece birinin geçersiz sayılması anayasa kuralıymış, seçilebilirsin ama yönetemezsin demek anayasaya uygunmuş.

Günaydın.

İşin içinde Anayasa Mahkemesi olunca, Meral Hanım her şeyin başına bir ‘anayasal’ eki getirmiş. Böylece Anayasasız demokrasinin de olabildiğini öğrenmiş olduk. Hukukun yasak, gayrimeşruluğun serbest olduğu demokrasiye, ‘Anayasal Olmayan Demokrasi’ deniyormuş.

Birine, “Okuryazar mısın?” diye sormuşlar. “Yazarım, ama okuyamam.” diye yanıtlayınca merakla, “Şuraya bir şey yaz.” demişler. Kağıda bir şeyler karalayıpkalemi bırakmış. “Ne yazdın?” diye sorduklarında da, “Ben okuma bilmem.” demiş. Meral Hanımınki de öyle bir şey olmuş.

Erkan Baş: Bu bir darbedir. Tüm muhalefet partilerine çağrı yapıyorum: TİP milletvekili sayısı olağanüstü toplantı için yeterli değil ancak hep birlikte talep edersek bunu yapabiliriz.”

Üzülerek söylemeliyim ki en boş hamaset edebiyatını Can’ın partisinin başkanı yapmış. Tam, “Erkan kardeş, olağanüstü toplanıp ne yapacaksınız?” diye sormaya hazırlanırken, TİP ne yapacaklarını açıklamış. Darbeye ve darbecilere geçit vermeyeceğiz.”

Temel Karamollaoğlu: “Yargıtay’ın kararı, anayasal düzeni ilga etmeye yönelik bir darbedir. Bugün kendilerini ölçü olarak görenler, er veya geç bozdukları kantarla tartılacaklardır.”

Bunları duyan demokrasi aşığı ve darbe karşıtı olduklarını düşünür de, bugünün muktedirlerinin 12 Eylül faşist darbesinin ürünü olduğunu ve 12 Eylül folluklarında üretildiğini bilenler bilir. Ancak aksakallının, kendilerini ölçü olarak görenlerle ilgili sözünün, durmuş saatin bile günde iki kez doğru zamanı gösterdiği sıklıkta da olsa gerçekleştiğini kabul etmek gerek.

Ali Babacan: “Sayın Erdoğan’a sesleniyorum: Size dayanarak, sizden aldıkları güçle ülkeyi bu karanlık yola sokanları durdurun.

Emredersiniz paşam! Bu kadar sözünüz dinleniyorsa, neden ayrıldınız o halde. Yanında kalıp daha yakından seslenebilirdiniz. Ama o zaman seyirci sizi duymazdı değil mi? Siz cici çocuk imajınızı korumalıydınız. Bir gün lazım olabilir.   

Ahmet Davutoğlu: “Herkesi uyarıyorum: Hukuk kaosu toplumsal kaosu tetikler. Toplumu daha fazla germeyin.”

Aforizma özentisi bir söylem… Ama hakkını teslim etmeliyim. Yazı başlığı için yararlandım.

Toplumsal kaos, planın asıl hedefinde son aşamadır. Asıl hedef için mevcut düzeni yıkmak, bunun için de hır çıkarıp bahane yaratmak gerekiyor. Yapılan tam da budur. Üstelik demokrasinin açmazını kullanarak…

Muharrem İnce: “Milletin arasına nifak sokmak da üst mahkemeleri birbirine düşürmek de ateşle oynamaktır. Oynama!”

Sen oynamaya devam et.

Meral Danış Beştaş: “‘Anayasayı bekleme odasına aldım.’ diyenin de ‘Anayasaya aykırı ama evet.’ diyenin de zihin kodları aynı. Bu nedenle olan bitene şaşırmayın!"

Türkiye’nin siyasi tarihinde, “Alavere dalavere Kürt Memet nöbete.” durumları çokça yaşandığından, Kürtlerin yoğurdu üfleyerek yemelerine şaşırmamak lazım.

Ali Mahir Başarır: “Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’ni terör örgütüyle eş tutarak nereye varmak istemektedir?”

Hala farkında değil misiniz? Demokrasi treninden inilecek istasyondayız. Siz nereye varmak istemekteydiniz, bahçeli Mahir.

Gülizar Biçer Karaca: “Can'ın yeri bizim yanımız.”

Çok beklersiniz. “Bizim yerimiz Can’ın yeri.” deme cesaretini gösteremediğiniz sürece, Can’ın ve diğerlerinin yeri Silivri zindanları, sizin yeriniz yumuşak kırmızı koltuklar. Boş yapmayın.

Sezgin Tanrıkulu: “Yapılacak tek iş TBMM’nin olağanüstü toplanması ve Anayasa’yı koruyacak bir düzenleme yapmasıdır.”

Muktedir tam da bunu istiyor. Sizi kendi istediği düzleme çekerek, istediği düzenlemeyi yapmak. Buyurun yapın.

Kemal Kılıçdaroğlu: “İntihalci bir yargıcın Anayasa Mahkemesi üyeliğine layık görülmesi bu günlerin habercisiydi. Ülkemizde artık hukuk kuralları değil, maalesef orman kanunları benzeri Saray kanunları var.”

Koltuktan düşünce bir aydınlanma mı geldi, yoksa koltukta uyuyordu da uyandı mı?

Birincisi; O haber geldiğinde siz neredeydiniz, haberi duyunca ne yaptınız?

İkincisi; Orman kanunu doğal kanundur. Onu kirli düzeninizle bir tutmak, ormandaki doğal yaşama hakarettir. Ormanda kimse çalmaz, kimse torpille aslan olamaz.

Can Atalay: “Ortada bir devlet krizi var ve bu krizinin çözülmesi iktidarıyla, muhalefetiyle, kurumlarıyla herkesin sorumluluğudur. Bir kırılma anındayız. Zaten yoğun bakımdaki demokrasimizden yana olan, hukuk düzenine sahip çıkmak isteyen tüm politik ve toplumsal kesimlerin ayrı ayrı ama mutlaka ortak tutum alması tarihsel bir sorumluluktur.”

 Söylediklerin doğru da, senin güzel kafanı top yapmışlar, paslaşıp duruyorlar güzel kardeşim. Sizler Gezinin cefasını çekerken, dışarıdakiler sefasını sürüyorlar. Tıpkı, Denizlerle aynı dönemde yaşamış olmayı bile, yarım asırdır bu topluma pazarlayanlar gibi.

En başta da senin partili arkadaşların güzel kardeşim. “Ya hep beraber, ya hiç birimiz.” diyerek yemin etmeyi reddedip direnişi ve devrimci dayanışmayı göze alamadıklarından, büyük boy afişini kırmızı koltuklara koyarak görünür olmayı seçtiler.

***

Sözü daha fazla uzatmadan söyleyeyim.

Yönetenlerin yasaya uymadığı yerde toplum sözleşmesinden söz edilemez. Dolayısıyla yurttaşlar bakımından yasaya uymak, ancak korku belasına bir katlanmadır. Yolunu bulan veya işini bilen ise yasaya uymayabilir.

Tüm siyasal ve toplumsal muhalefetin sahici bir direnişe geçmesi gerekir.

Siyasi muhalefet bakımından duraksamaksızın ‘sine-i millete dönmek’, toplumsal muhalefet içinse ‘pasif direniş’ başlangıç olabilir. Sandığa gitmemek de dahil pek çok direniş yöntemleri denenebilir. Ama en çok da ekonomik olarak düzenin çarkını kıracak direniş yolları denenmelidir. Çünkü maddi kaynağı kesilen hiçbir iktidar ayakta kalamaz.

Bunların dışında hiçbir siyasi ve hukuki söylemin veya sokak eyleminin, muktedire görece meşruiyet kazandırma dışında bir anlamı yoktur.

“Her şey çok güzel olacak.” diye halkı uyutmak, halka karşı en büyük ihanettir. Çünkü 22 yıldır ülkeyi yöneten de, “Bu seçimde bana oy verin. Her şeyi düzelteceğim.” diyor.

Aynı fikirdeyseniz sorun ne? Belki de biz yanılıyoruz.

Öyleyse yeter kayıkçı kavgasıyla toplumu oyaladığınız. Ya tek kuralı; “Her zaman başkan kazanır.” olan bu sahte oyundan çekilin, ya da bizi oyununuza alet etmeyin.

 

 

(*) Amin Maalouf - Uygarlıkların Batışı – YKY

Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 2360