Siyasal İslamcıların şu hallerini gülümseyerek seyrettiğimi itiraf etmeliyim. Çoğu palavra sayısız vaatle iktidar olup yirmi yıl boyunca çok sayıda ittifak kuran bir siyasi hareket, döndü dolaştı, Hüda-Par ile Yeniden Refah’ın desteğine muhtaç ve bir seccadeden medet umar hale geldi. Olanca sığlığına karşın ülkenin düşünce tarihini bu denli uzun süre meşgul etmiş bir siyasal ideoloji ve siyasal partiye, ancak böyle görkemli bir son yaraşırdı. Burada yalnızca, henüz yapılmamış bir seçimin muhtemel sonucundan değil, zamanında var olan ya da olduğu varsayılan ve bir daha edinemeyecekleri bir şeyden, diğerlerinin gözündeki ve zihnindeki, kendilerinden olmayanların anılarında işgal edecekleri yerden söz ediyorum. Kendi ihtirasları, iktidar ve servetleri altında ezildiler. Bir başka söyleyişle, hak ettiklerince, kendileri edip kendileri buldular.
Fakat bu kısa yazı, iktidar hâlesinin şimdiki zaman ve geleceğine ilişkin değil. Cumhurbaşkanı seçiminde memnuniyetle oy vereceğim Kemal Kılıçdaroğlu’na bir sitemim var. Malum, Kılıçdaroğlu bir iftar programı sonrasında fotoğraf çektirirken fark etmediği bir seccadenin ucuna basmış. Aman Allah’ım, kareli ceketlilerin arayıp da bulamadığı bir fotoğraf. Hazır Ramazan ayı, seçime sayılı gün kaldı, elde avuçta anlamlı bir vaat yok, sayısı tespit edilemeyen yurttaş enkaz altında yaşamını yitirmiş ve sen gerekli sayıda çadır dahi tahsis edememişsin, insanlar kuru soğanı sayıyla alıyor, idare her yerinden tel tel dökülüyor ve tam o esnada, Kılıçdaroğlu yanlışlıkla bir seccadeye basıyor. Bir siyasal İslamcı’nın en seveceği anlardan, kötüye kullanılabilecek, istismar edilebilecek bir durum. Fatih’te doğmuş Eyüp’te büyümüş ben de, seccadenin neredeyse ‘kutsallık’ atfedilen bir simge olduğunu bu yaşımda öğreniyorum! Sağolsun AKP, sayesinde öyle çok şey öğrendik ki, daha önce de birkaç kez yazmıştım, 2002’den önce bizim Eyüp-Rami nahiyesinde İslam dini bilinmezdi, o tarihte tanıştı ahali.
Fotoğraf ardından ne yaşandı? Kılıçdaroğlu son derece samimi bir özür metni yayınladı. Akıl alır gibi değil hakikaten. Kızıp bağırsanıza, inkâr etsenize, fotoğrafı dış güçlerin yaydığını söylesenize, montaj olduğunu iddia etsenize, “Ben oradayken bir Siyonist koşarak yanıma geldi ve önüme bir seccade atıp üzerine basmama neden oldu” desenize, neden özür diliyorsunuz, hakikaten anlamakta zorluk çekiyorum.
Memlekette, yirmi yıl boyunca olup biten olumsuzlukların birinin bile, evet, sadaka niyetine birinin bile sorumluluğunu üstlenmemiş bir yönetim var. Treni hızlandırdılar kaza oldu, insanlar can verdi; madenlerde ihmallerden kaynaklanan felaketler yaşandı, insanlar can verdi; depremde müdahalede geç kalındı, insanlar can verdi… Zamanında bir anayasa değişikliği paketini süsleyerek seçmene yutturup yargıyı şimdiki düşmanlarına emanet ettiler, bedelini bizler ödedik; aynı grup darbeye kalkıştı, olan yurttaşa oldu; doğayı tükettiler, insanı tükettiler, anayasayı askıya aldılar, ortada düzgün işleyen kurum bırakmadılar, kaçak yapıları affettiler, tümümün bedelini bizler ödedik ve ödeyeceğiz… On binlerce yurttaşı sorgusuz sualsiz, hukukun canını çıkararak ihraç edip kendi tabirleriyle ‘sivil ölüme’ mahkum ettiler, yurt dışına kaçmaya çalışan ailelerin bebekleri sınır sularında boğuldu, yurtlarda çoluk çocuk istismar edildi ve tarikatlara sahip çıktılar… Deprem günlerinde bile önüne geleni azarlayıp sağa sola fırça attılar, her Allah’ın günü muhalifleri paylayıp en ağır ifadeleri sarf ediyorlar, gözümüzün önünde siyasi cinayet işlendi ve bu durumda dahi suskun kalabildiler… Ülke tarihinde görülmemiş boyutta kadrolaşma, kimi yandaşların birden çok kurumdan aldığı yüksek maaşlar, insanın aklını fikrini zorlayan yolsuzluk iddiaları, muhaliflere yönelik artan baskı, sade yurttaşın düşüncesini dile getirmeye korkar hale gelişi… Hiçbirinin sorumluluğunu almadı iktidar, şöyle sade suya tirit bir bedel olsun, ödemediler.
Ve şimdi, Kılıçdaroğlu’na seccade hesabı sorma, bir fotoğrafı köpürtme derdindeler, fıtratları gereği.
Ancak kendilerine kötü bir haberim var… Onlar zenginliklerine zenginlik katarken, çevrelerini kalkındırır ve bir azınlığın iktidarına dönüşürken köprünün altından çok su aktı. Yazının başında anlatmaya çalıştığım, o kaybı, henüz tam anlamıyla farkına varamadıkları, gözlerindeki iktidar perdesi indiğinde açıkça görecekleri o büyük kaybı yaşadılar. Yazmaya çalıştıkları bölük pörçük yavan hikâye sona ereli çok oldu. Geriye, çocuksu bir gayretkeşlikle şişirip gözümüze sokmaya çalıştıkları pazuları ve bitip tükenmek bilmeyen hakaretleri kaldı. Ne ülke onların devraldıkları ülke, ne yurttaş, ne sempatizanları, ne toplum, ne dünya, ne muhalefet, ne CHP ve ne de siyaset. Seccadeye tutunmaları bundan, bugün seccade, yarın başka bir simge olacak kuşkusuz.
On binlerce insanın enkaz altında kaldığı, yüzbinlerin bir uzvunu yitirdiği bir depremin üzerinden henüz iki ay geçmişken şu tartışmalara muhatap olmayı, “Üzerine bastığı seccade miydi yoksa küçük halı mı?” sorgulamalarına tanıklık etmeyi hak edip etmediğimizden emin değilim. Muhtemelen layığımız bu. Ancak kesin olan bir şey var; olup bitenler, toplum, siyasetçi ve bizlerin niteliği, neyle karşı karşıya olduğumuz, yıllar içinde neye dönüştüğümüz ve en nihayetinde, kurabileceğimiz hayallerin somut ve muhtemel sınırları hakkında epeyce fikir veriyor.
Laiklik notu: Türkiye’de laiklik ve laiklik tartışmalarına ilişkin kaleme aldığım çok sayıda anayasa yazısında dile getirmeye çalıştığım bazı konuları bu yazıda yeniden ele alma gereği duymadım. Ancak yeri gelmişken şunu yinelemek isterim; laik/seküler olmayan bir demokratik sistem yok yeryüzünde ve bugün yaşanan ve ancak ‘sürreal’ sözcüğüyle karşılanabilecek ‘seccade polemiği’, muhalefetin bugüne dek sürdürdüğü tutumunun da bir sonucu kuşkusuz. Laikliğin ‘olmazsa olmaz’ gereklerini dahi savunmaktan çekinirseniz, size bunları yaşatırlar, Ramazan’da TV dizilerinde yeme içme sahnesi olmamasını telkin ederler vs. (Emre Kınay’ın iddiası) Şimdi ‘telkin/uyarı’ olan, bir seçim daha kazanırlarsa ‘emir’ olur. Hal böyleyken, iktidar için dile getirdiğimi, muhalefet için de söylemek mümkün aslında; muhalefet de kendi ektiğini biçiyor. İşin vahimi, bizler bu hasatın tam ortasındayız.