İktidarın ve yargının suça bakışı; “bize karşı olan her söz ve eylem suç, bizden olanların her suçu ise üzeri örtülmesi gereken bir açık.” olarak özetlenebilir.
“Ülkede yargı yok, hukuk kalmadı” en yaygın hissiyatlardan biri. Hissiyat böyle olsa da var olan durum biraz farklı. Türkiye’de yargı da var hukuk da. Yalnızca iktidarın ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda dizayn edilerek yeniden yapılandırılmış olması ve uluslararası standartların tepetaklak edilmesi ise coğrafyamızdaki tek adam rejiminin “özgünlüğü”.
Son günlerde yaşadığımız iki örnek ise yargının baş aşağı duran pozisyonunun özeti niteliğinde. Şarkıcı Gülşen’in bir etkinlik sırasında söylediği sözler burjuva hukukunun asgari standartlarında dahi düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olmasına karşın gerici/yobaz güruhun örgütlü bir linç kampanyasıyla işaret fişeği atılmış, iktidarın açıklamalarıyla pekiştirilen süreç yargının jet hızıyla devreye girmesi ve bir günde verilen tutuklama kararıyla zirveye ulaştı.
Gülşen’in sözlerinin söylendiği anda ve mekanda tercih edilip/edilmemesi kendi özgür iradesi olup başkasının karar vereceği bir alan değil. Tıpkı başkalarının da aynı şeyi söylemeyi tercih etmeme hakkına sahip olması gibi ve yine benzer şekilde dinleyen kişilerin de söylenenleri beğenip beğenmeme hakkının olduğu gibi. Ancak beğenmemek ile linç etmek, hele ki bunu siyasal iktidarın sopa olarak kullanması ve söylenenlerin yargısal bir sürece dönüşmesi bir ve aynı şey değil. Bu meselenin değinmeden geçilmemesi gereken bir diğer yanı da tutuklama kararına ikirciksiz, amasız/fakatsız karşı çıkılmayan her siyasal pozisyonun iktidarın yaptıklarına meşruluk sağlamaktan başka bir sonuç doğurmadığıdır. Tıpkı Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üye seçiminde CHP-İYİ Partinin belirlediği üç üyenin ülkedeki hiçbir hukuksuzluğa ses çıkarmadan iktidarın işini kolaylaştırdığı gibi.
Bu ülkede yaşayan ve muhalif olan aklı başında herkes Gülşen’in söyledikleri yüzünden değil bugüne değin yaşam tarzına yönelik saldırılar karşısında geri adım atmadığı ve sahnede LGBTİ bayrağı açtığı için tutuklandığını görmekte ve bilmekte. Özetle mesele bir şarkıcının dört ay önce söylediği sözler değil dört aydır sergilediği duruşun cezalandırılmasından ibaret.
Yargının baş aşağı duruşunun ikinci örneği ise Gülşen ile ilgili linç kampanyasının yürütüldüğü saatlerde Sedat Peker’in yeni ifşa ve iddiaları karşısında yargının ölüm sessizliğini korumasıdır. Bir kadının kişisel görüşleri bahane edilerek gece yarısı soruşturma başlatabilen savcılar, cumhurbaşkanı danışmanı, milletvekili ve diğer kişilerle ilgili rüşvet belgeleri ile itiraflar ortalığa saçılmasına karşın günlerdir ıslık çalmaya devam etmekte. Suç olduğu tartışmasız bilgi ve belgeler ortada olmasına rağmen yargının harekete geçmeyişinin tek nedeni Gülşen örneğinde gelen talimatın, bu örnekte gelmemesinden ibaret. Adalet Bakanı kürsülerde “yargı kimseden talimat almaz” masalları anlata dursun yargının harekete geçmemesinin başka hiçbir izahı olmadığı artık çocukların bile malumu. Buradan hareketle iktidarın ve yargının suça bakışı; “bize karşı olan her söz ve eylem suç, bizden olanların her suçu ise üzeri örtülmesi gereken bir açık.” olarak özetlenebilir.
Yaşanan iki örnekte “Gülşen tutuklansın” diyenlerin aynı zamanda rüşvet ağının ya içinde ya da onu aklamak için çabalayanlar olduğu, ikirciksiz şekilde “Gülşen serbest bırakılsın” diyenlerin ise aynı zamanda “rüşvetçilerden hesap sorulsun” diyenler olduğu da gözden kaçmıyor.
O zaman soruyu sadeleştirebiliriz. Gülşen’den mi yanasın yoksa rüşvetten mi ?
https://ilerihaber.org/yazar/gulsenden-mi-yanasin-rusvetten-mi-144503