TÜRKİYE YÜZYILI - MAARİF

~ 11.05.2024, Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU ~

Cumhuriyetin ikinci yüzyılını Türkiye Yüzyılı diye adlandıranların, birinci yüzyıl için yaptıkları adlandırmaları biliyoruz. Tümü olumsuz bir çağrışım içeren, Yüz Yıllık Parantez, Fetret Devri ve Kemalist Devlet, bunlardan bazıları. Gönülleri tersini arzulasa da, Osmanlı yerine Türkiye diyerek, karşı devrimlerini modern bir imaja büründürdüklerini düşünüyorlar. Ancak beyinlerindeki ‘termal hafıza’ o denli güçlü ki, her adımlarında asıl hedeflerini açık ediyorlar.

Almanya’da yerleşik Kaplancıların Anadolu Federe İslam Devleti’nin bir dönem çok sık duyduğumuz, “Kemalist devlet, yıkılacak elbet.” şeklinde bir sloganları vardı. Ülkede iktidarı elinde bulunduranlar da söylem ve eylemleriyle, benzer bir duaya amin dediklerini göstermektedirler. Ülkeyi yönetenlerin de içinde olduğu İslamcı siyasal hareketler aynı siyasi rengin farklı tonlarıdırlar ve ülkenin son 200 yıllık siyası yaşamında seküler siyasi hareketlerle tahterevalli oynamaktadır. 

Osmanlının son dönemlerinde batılılaşma çabalarına direnen bir “inanç hareketi” olarak ortaya çıkan İslamcılık, çok partili dönemle başlayan süreçte “kültür hareketi” boyutuna geçmiştir. 1970 sonrasında iktidar hedefli bir “siyasal hareket” olarak örgütlenen İslamcılar(*), 21. Yüzyılın ilk 10 yıllık döneminde hedefe ulaşmıştır.

İlk dönemde faaliyetlerini dergahlar, evler ve camiler gibi nispeten özel alanlarda yürüten İslamcılar, ikinci dönemde kamusal alana çıkarak, kılık kıyafet, Türkçe ezan ve basın yayın alanında yürüttükleri faaliyetlerle görünür olmuşlardır. Üçüncü evrede ise belediyelerden başlayarak iktidar sahnesine çıkan hareket, Batıda yükselen Neo Liberal rüzgarların da yardımıyla, merkezi yönetimi ele geçirmiş ve doymaz bir iştahla slogandaki temenniyi gerçekleştirmeye koyulmuştur.

***

Cumhuriyetin ilk yüzyılının son dörtte birlik döneminde iktidar olan AKP’nin, kamu ihale sisteminden sonra en çok değişiklik yaptığı sistem, yüksek olasılıkla ülkedeki eğitim sistemidir. Öyle ki her bakan adeta kendi müfredat ve eğitim sistemini koltuğunun altına alıp gelmiş, o gittikten sonra yerine gelen de selefinin eşyalarını kapı önüne atar gibi, ilk iş olarak kendinden önceki sistemi ve uygulanan müfredatı değiştirmeye koyulmuştur. Her gelen daha çok milli ve daha yüksek manevi değerlerle bezeli yeni bir sistem getirdiğini söylemiş, ancak her defasında milli ve manevi uyuşturucunun dozunu artırmak dışında bir çözüm üretilememiştir.

Çünkü görmezden gelinden bir şey vardı; ekonomi politiğin milliyetsiz ve Allahsız ve acımasız tahterevalli oyunu kesintisiz sürüyor, “Bir lokma bir hırka” deyimiyle kavramsallaştırılan, dini tevekkül ve şükür anlayışı, kapitalizmin tüketim paradoksu karşısında kolaylıkla tuzla buz oluyordu.

Tüketmeyeni sevmeyen kapitalist dünya düzeni, eli para gören Müslümanların, elinde avucunda ne varsa almak için bolca tüketmelerini sağlayacak çarklarını çevirmekten geri durmamaktadır. Son kertede paraya sahip olanalar lüks ve şatafata alışacak ve sisteme adapte olacaktır.

Ancak bu döngünün din simsarları bakımından sakıncalı bir yanı var. Para önce karın doyuruyor, sonra karın doyunca yavaş yavaş gözler açılıyor, çevre berraklaşıyor, yeni şeyler fark edilince yeni talepler ortaya çıkıyor. Sonra camiler boşalıyor, avemeler, kafeler, lüks oteller dolup taşıyor. Türbanlar kuaförlerce şişirilen saçları örtmekte zorlanıyor, cami otoparkları lüks otomobillere yetmez oluyor.

Yani ekonomi politik kendi yasalarını işletiyor. Sıradaki…

İşte İslamcıların çıkmazı da burada başlıyor. Her defasında dozu artırılsa da bağımlıya afyon yetmiyor. Daha çok milli, daha çok manevi, daha çok bayrak, daha çok ezan, daha çok, daha, daha…

***

Türkiye Yüzyılının Maarif belgesini biraz inceledim. Detaylarına dair pek bir şey söylemeyeceğim. Çünkü müfredatın ilkesel yaklaşımının yukarıda anlatmaya çalıştığım, İslamcı yaklaşımla aynı olduğunu biliyorum. Üstelik mesleğim gereğince bilmediğim bir konuda ahkam kesmeyi de istemem. Ancak Milli Eğitim Bakanının bir beyanından hareketle, yaptığım belirlemeler bağlamında konuya ilişkin birkaç söz söyleyeceğim.

Diyor ki sayın bakan;

“Dünya ile karşılaştırdığımızda öğrencilerimizin aşırı bir yükü var. Bilgiye erişmenin zor olduğu dönemde oluşturulan içerikler, mümkün olduğunca fazla bilgi yüklemek üzerine oluşmuş. Çağ değişti. Bilgiye ulaşmanın kolay olduğu dönemde biz hâlâ bilgi yüklemeye devam edersek o zaman biz çağdaş ülkelerden kopmuş oluruz. Çağı yakalamamız için yapmamız gerekiyor. Onlar revize etmişler. Müfredatı hafifletmişler. Öğrencinin yükünü azaltmışlar. Biz de aynısını yapmak istiyoruz, yükü hafifletmek istiyoruz. Bu dönüşümü mutlaka yapmamız gerekiyor.”

Getirilmek istenen müfredatın içeriği bilinmezse, bu sözlere sadece alkış tutulabilir.

Ne güzel bir yaklaşım…

Kolaylıkla ulaşılabilecek bilgileri, bir de okulda ders olarak anlatmak ne kadar anlamsız…

Sayın bakana katılıyorum. Matematik, dil ve fen dersleri dışındaki tüm dersler, büyük oranda azaltılarak, çocuklara bilgiye ulaşma ve bilişim okuryazarlığı öğretilmelidir.

Ama kazın ayağı hiç te öyle değil. Müfredat üzerinde çalışarak bazı sayısal veriler elde ettim. Ulaştığım sonuç, bakanın söylediğinin tam bir palavra olduğunu gösteriyor.

Nasıl mı?

20 milyon çocuğu ilköğretim hayatı boyunca günlük 8 saat çalışma esasına göre;

17 ay dil,

14 ay matematik,

11 ay din dersi alanında çalıştırıyoruz.

Diğer dersleri saymıyorum. Çünkü onları da eklediğimizde, çocuklarımızın öğrenim hayatlarının üçte ikisi, masal dinlemekle, dinlemekle de kalmayıp masal ezberlemekle geçiyor. Üstelik bu masallara kolayca ulaşmayı bırakın, neredeyse tamamı çocuklarımıza doğdukları günden başlayıp, mezarda bile devam edecek şekilde yüzlerce kez anlatılmaktayken.

Şimdi sayın bakana, “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?” mu demeliyiz, bilemedim.  

Pek sayın bakan, söylemini etkili kılmak üzere fiyakalı da bir örnek vermiş. Demiş ki;

“Dünya örnekleri incelendi, örneğin Kanada Ontario eyaletinde integral kaldırılmış ve bugün baktığımızda Ontario eyaleti PISA’da 7. sırada yer almaktadır. Dolayısıyla integral konusunun lisans eğitiminde işlenmesinin daha doğru olacağı gerektiği değerlendirildi.”

Bak sen!

PİSA’da ilk 10 hedefliyoruz anlaşılan. Ontario 7. sırada olduğuna göre…

Şimdi bakana soralım.

Ontario eyaletinde integral okutulmayan bu çocuklara, 700 saat Katolik din kültürü anlatıldıktan sonra, 600 saat İsa’nın hayatını, sonra da 600 saat boyunca İncil okumayı da öğretiyorlar mı?

Diğer derslerin içine sokuşturulan milli ve manevi “kıssadan hisseler” de sayın bakanın olsun.

***

Geçin bunları!

Uyanmakta olanları uykuda tutmak için, daha çok afyon, daha çok masal…

Daha çooooooooook…


 

(*) İslamcı hareketlere dair üç dönem tespiti akademisyen Ahmet Vedat Koçal’dan alıntıdır.

Av. Abdurrahman BAYRAMOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 959