SUÇLULAR AYAĞA KALKSIN

~ 13.09.2012, Av. Reha TAŞKESEN ~
Karanlık. Patlama sesleri geliyor, roketin çarptığı yerde binlerce ışık huzmesi bir anda görünüp yok oluyor. Mermilerin izlerini görüyorsunuz, bir kavis çizerek ilerde bir yerde karanlıkta sönükleşiyor. Binalardan dumanlar tütüyor, bir şeyler yanıyor. Sokaklar boş ve anlamsız. Sokak lambaları boş sokaklara yanıyor, çaresiz.
 
            Bu yazdıklarımız yakın zamanda tanık olduğumuz Suriye’deki ya da bir başka ülkedeki çatışma ortamına ait değildir. 2-3 Eylül 2012 gecesi Beytüşşebap ilçe merkezinde yaşanan çatışmaların görsel basın aracılığı ile kamuoyuna yansıyan görüntülerinin sözcüklerle ifadesidir.
 
            Kaymakam İhsan Selim Beydaş, evinin kapısı zırhlı bir polis aracı ile kırılmak suretiyle evinden alınarak İlçe Jandarma Komutanlığı’na götürülmüştür. Sayın Kaymakam “Jandarmayı karargah gibi kullandık, bizim oraya çok yoğun bir saldırı gerçekleştirildi, her yer hedefti o akşam” şeklinde bir açıklama yapmıştır[1].
 
            Beytüşşebap, Şırnak-Hakkari (tali) yolu üzerinde, ulaşımı sıkıntılı, kışın yolları kapanabilen bir ilçemizdir. İlçede en önemli geçim kaynağı “geçici köy korucusu” olabilmektir[2]. Beytüşşebap’ın zavallı halkı yıllardır GKK olmak suretiyle geçinebilmeye mahkum olmuştur/edilmiştir.
 
            Beytüşşebap’a yönelik bu saldırı bölgede yerleşim bölgelerine yönelik başlatılan saldırıların bir devamıdır ve ancak sonuncusu da olmayacak gibi görülmektedir. Saldırıların nicelik ve nitelik olarak artmasını nasıl okumamız gerekmektedir ya da nasıl okunmalıdır?
 
            Bölgede 1984 yılında başlayan olaylar 28. yılını geride bırakmıştır. Sonucu ağırdır.
 
            Mücadeleye olan kamuoyu desteği giderek azalmaktadır. Önemlidir.
 
            Siyasi iktidarın iradesi ile başlatılan örgütle görüşme süreci sonuçsuz kalmıştır. Ancak “devlet-örgüt” görüşmesi örgüte önemli bir siyasi itibar kazandırmıştır. Sıkıntıdır.
 
            Başlangıçta “terör” sözcüğü ile tanımlanan olaylar nitelik değiştirme eğilimine girmiştir. Olaylar, “terör” sözcüğü ile tanımlanmanın ötesine geçmiş ve bu istikamette de yol almıştır[3]. Çok ciddidir.
            Silah kullanan örgüt, artık TBMM’de siyasi olarak da temsil edilmektedir. Gerçektir.
 
            2003 yılında ABD önderliğindeki çok uluslu gücün Irak’a yönelik başlattığı harekat sonrasında Irak’ta siyasi dengeler değişmiştir ve Türkiye Irak topraklarında örgüte yönelik çalışma yapma olanağını yitirmiştir[4]. Önemli eksikliktir.
 
            Örgüte dışarıdan ve içeriden verilen siyasi destek giderek artmaktadır. En önemli ve ancak çözümü de en zor olan konudur.
 
            2002 yılında faaliyete geçen Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) boyutları bakımından dikkat çeken bu tür olaylar hakkında hukuki süreç başlatabilmektedir[5]. Ciddi şekilde dikkate alınmalıdır.
 
            Küreselleşen dünyamızda ülkelerde yaşanan insan hakları ihlalleri, etnik ve dini çatışmalar, adil olmayan yargı süreçleri, vatandaşlara yönelik güç kullanma yöntemleri, idarenin haksız fiilleri yakından izlenmektedir. Kayıtları tutulmaktadır. Dünyamız bu anlamda giderek cam bir küreye dönüşmektedir.
 
            Bir şeyleri saklamak, üzerini örtmek, bilinmesini/öğrenilmesini engellemek artık daha zor olacaktır. 50 yıl öncesinin haklılık kazandıran değer yargılarının, bugün ve gelecekte suç oluşturabilecek söylem ve eylemlere dönüştüğü bir süreci yaşamakta olduğumuz göz ardı edilmemelidir.
 
            Yeniden konumuza dönersek; Beytüşşebap’ta yaşanan şiddet içeren olayı da daha önce yaşadıklarımız gibi küçümsemek, önemsememek, unutmak ve unutturmak aymazlığın tam kendisi olacaktır. Bir kez daha vurgulamak gerekirse; yaşadığımız bütün bu şiddet içeren sürecin siyasi bir amacı olduğu göz ardı edilmemelidir. Sorun, siyasi bir sorundur. Bu sorunu çözmek de; siyasetin sorumluluğudur.
 
            Peki, siyaset ne yapıyor? Yakın zamanda yeni bir söylem gelişmiştir/geliştirilmiştir. Sürekli olarak “durum yakından takip ediliyor” şeklinde bir ifade kullanılmaktadır. Bu ne anlama geliyor, bilemiyoruz. Ancak, bütün vatandaşlarımızın da “durumu yakından takip ettiğini” gözlemliyoruz.
 
            Başka ne yapılmaktadır? Yine yakın zamanda sürekli ve uzun süreli toplantılar yapılmaktadır. Görsel ve yazılı basından da bu toplantılarda “durumun değerlendirildiğini ve alınacak tedbirlerin gözden geçirildiğini” anlıyoruz. Bu ne anlama geliyor, bunu da bilemiyoruz. Bildiğimiz, bütün vatandaşlarımızın da “durumu çok iyi anladığı ve ne yapılması gerektiğini bildiği” istikametindedir.
 
            Artık sözün bittiği noktadayız. Bilinmeyen, takip edilmesi gereken, değerlendirilmesi ya da yeni bir önlem alınması için uzun çalışmalar yapılmasını gerektiren bir durum söz konusu değildir. Bilinmeyen bir şey yoktur. Devletin bilmediği bir husus ise hiç yoktur. Her şey açıktır, ortadadır, anlaşılabilirdir. Yapılacak bir şey vardır. Oda; hareket etmektir.
 
            Zaman akıp gitmektedir. Sorun büyümektedir.
 
            Yapılabilecek akla gelen üç değişik hareket vardır:
 
            Geçmişte olduğu gibi devletin bütün gücünü ve olanaklarını uyum içerisinde soruna yoğunlaştırmak, sorunu denetim altına almak ve siyasi bir çözüm üretebilmek.
 
            Başlatılmış müzakere sürecini devam ettirmek suretiyle soruna yönelik bir siyasi çözümün üretilmesine katkı vermek.
 
            Hareketsiz kalmak, ilgileniyor gibi görünmek ve hiçbir şey yapmamak, olayları akışına bırakmak, sürecin bir siyasi sonuç üretmesini izlemek.
 
            Durduğumuz noktadan ileriye baktığımız zaman bu üç olasılıktan bir tanesinin gerçekleşebileceğini anlıyoruz.
 
            Kuşkusuz “vatanın dirliğinin, milletin birliğinin, devletin bekasının” ciddi şekilde tehdit altında bulunduğu geldiğimiz noktada milletin ne düşündüğü önemlidir. Siyasetin ve siyasetçinin yetersiz kaldığı noktada milletin sesine kulak vermesinde de yarar vardır. Bir zorunluluk algılanıyorsa, millete gitmek ise en doğrusudur.
 
            Vatandaşların geçici olarak verdiği yetkilerin etkin kullanılamaması ya da çözüm üretme konusunda yetersiz kalınması durumunda milletin güvenine mazhar olmakta sonsuz fayda vardır.
           
            Zaman içerisinde koşulların değiştiği hususuna yukarıda değinmiştik. Bu çerçevede “ne yapılırsa bir yarar sağlamayacağına” bir kez daha dikkat çekmemizin yararlı olacağını düşünüyoruz:
 
            Mevcut hukuksal altyapı ile devam etmek,
            Mevcut siyasi ve askeri anlayışla devam etmek,
 
            Mevcut siyasi sorunlar ile ya da sorunu bire indirgemeden devam etmek,
 
            Mevcut uluslararası iradeyi lehimize ikna etmeden devam etmek,
 
            Mevcut yurtiçi iradeyi güçlü kılmadan devam etmek,
 
            Milletin desteğini almadan devam etmek sonuç vermeyecektir.
 
            Beytüşşebap olayının bize düşündürdükleri budur.
 
            Vatandaşlarımızın bir yerlere ulaşamayan sesini sorumlu makamlara ulaştırmak istiyoruz.
 
            Bir kez daha yineleyelim: Sorunu siyaset çözecektir.
 
            Suçlular kimlerdir? Beytüşşebap’taki Kaymakam değildir. GKK olarak geçinmek zorunda bıraktığımız vatandaşlarımız da değildir. Köylümüz, memurumuz, işçimiz ya da işverenimiz de değildir. Mehmetçik ise hiç değildir[6].
 
            Suçlu olanlar yok mu? Elbette var. Saklanıyorlar, kendilerini gizliyorlar.
 
            Onları tanıyor muyuz? Kimimiz tanıyor, kimimiz ise tanımıyor. Herkesin tanıması için ne yapalım?
 
            Hep birlikte bağıralım: Suçlular ayağa kalkın!
 
 
 
 
                                                                                              Av. Reha Taşkesen
                                                                                              Ankara, 13.9.2012
 
 


[1] http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Beytussebap-kaymakami-o-ani-anlatti/831849/
[2] http://www.beytussebap.gov.tr/?&Bid=1141055&/İlçemizin-Ekonomisi
Şırnak’a 120 kilometre ve Hakkari’ye 100 kilometre uzaklıkta nüfusu 17.836 olan bir ilçemizdir. Geçim kaynakları geçici köy koruculuğu (GKK), tarım, hayvancılık ve esnaflıktır. GKK sayısı 1.748 (geçici köy korucusu 1.285, gönüllü koy korucusu 463) kişidir. Yani ilçede her 10 kişiden biri GKK’dır. Tarım ve hayvancılık ise ancak güvenli küçük bir alanda yapılabilmektedir. Nitekim ilçede büyükbaş hayvan sayısı sadece 600 ve küçükbaş hayvan sayısı ise (koyun ve keçi dahil) 2,5/kişi olarak verilmektedir. Bölge için bu rakamlar çok düşüktür.
[3] RT, konu hakkında daha önce yazdığım ve “Yeni Yaklaşımlar” sitesinde okuyucularımızın dikkatine sunduğum iki yazının (Terör ve Hukuk Devleti, 21.6.2010 ve Doğru Yaklaşım ve Sağduyu, 31.7.2010) bir kez daha okunmasını önemle öneriyorum.
[4] RT, ABD’nin Irak’a yönelik asker kullanmasının hukuksal zemini bugün de dünya kamuoyu tarafından tartışılmaya devam edilmektedir. 2002 yılında BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan karardaki (1441/2002) “Irak’ın Güvenlik Konseyi kararları ile bağdaşmayan kitlesel imha silahlarına ve uzun menzilli atma vasıtalarına sahip olması uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturmaktadır” ifadesi ile 1990 ve 1991 yıllarında “Kuveyt’in Özgürleştirilmesi Harekatı” için BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan kararlar hukuksal gerekçe olarak dikkate alınmışlardır (660/1990, 678/1990). ABD bu gerekçelere dayanarak bir kanun çıkartmış (Public Law 107-243) ve ABD Başkanı’na yetki vermiştir (Congress has authorized the President to use United States Armed Forces pursuant to United Nations Security Council Resolution 678/1990).
[5] RT, UCM 1.7.2002 tarihinde faaliyete başlamıştır. 121 ülke üyedir, 32 ülkenin kendi ülkelerinde onay süreci devam etmektedir (Temmuz 2012). BM üyesi ülkelerin %75 kadarı UCM ile ilintilidir. Mahkeme halen 7 Afrika ülkesi (Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti, Darfur/Sudan, Uganda, Kenya, Libya, Fildişi Sahili) hakkında resmi soruşturma (official investigation) ve 8 ülke (Afganistan, Kolombiya, Gürcistan, Gine, Honduras, Mali, Nijerya, Güney Kore) hakkında da ön soruşturma (preliminary investigation) yapmaktadır. Savaş suçları (war crimes), soykırım suçu (genocide), insanlığa karşı suçlar (crimes against humanity) ve (gelecekte) saldırı suçları (crime of agression) UCM’nin ilgi alanına girmektedir. UCM kişinin üye bir ülkenin vatandaşı, suçun üye bir ülkenin topraklarında işlenmesi, BM Güvenlik Konseyi’nin başvurusu üzerine harekete geçmektedir. Hükümet dışı organizasyonların (HDO, non-governmental organizations, NGO) UCM’nin ilgi alanına giren suçlar hakkındaki kayıt ve duyuruları dikkate alınmaktadır. “UCM Koalisyonu” (Coalition of International Criminal Court) adı altında kurulan ve 150 ülkeden 2500 üyesi olan bir üst HDO, üye HDO’lar ile UCM yetkisine giren konuların koordinesini yapmaktadır. Türkiye: UCM’nin kuruluşuna zemin oluşturan “Roma Düzenlemesi” (Rome Statute) Türkiye tarafından imzalanmamıştır. Bu nedenle de bir onay süreci henüz söz konusu değildir. Türkiye, UCM üyesi değildir. UCM’nin yasama organı gibi çalışan “Üye Ülkeler Meclisi” içerisinde de temsil edilmemektedir. “UCM Koalisyonu” AB müzakere süreci başladıktan sonra (2005) T.C. Başbakanlığı’na yönelik bir kampanya başlatarak “Roma Düzenlemesi” için imza ve onay sürecinin de başlatılmasını talep etmiştir.
[6] RT, Bu yazıyı yazarken yeni saldırılar oldu, yeni olaylar yaşandı. Şehitlerimizin, gazilerimizin sayısına sayı eklendi. Ailelerin, annelerin, babaların yürekleri yandı, kavruldu. Olaylarda yaşamlarını yitiren asker, sivil bütün vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, gazilerimize ve yararlılarımıza acil şifa, ailelere ve yakınlarına sabır, Milletimize baş sağlığı diliyoruz.
Av. Reha TAŞKESEN | Tüm Yazıları
Hits: 4795