MACHTPOLİTİK

~ 16.04.2020, Av. Vedat Ahsen Coşar ~

Machtpolitik, güç (macht) ve politik (politics) sözcüklerinin bir araya getirilmesinden oluşan birleşik bir sözcüktür. Almanca olan bu birleşik sözcüğün İngilizce karşılığı ‘power politics’, Türkçe karşılığı ise ‘güç politikası’dır.

Wikipedia bu politikayı, ‘uluslararası ilişkilerde, iktidar ve çıkarların dağılımının veya bu dağılımlardaki değişikliklerin, savaşın ve sistem istikrarının temel nedenleri olduğu fikrini içeren bir teori’ şeklinde tanımlıyor.

Prof.Dr. Korkmaz Alemdar tarafından Türkçeye çevrilen Fransız düşünür ve sosyolog Raymond Aron’un ‘Sosyolojik Düşüncenin Evreleri’ isimli eserinde, machtpolitik kavramı: ‘devletler arasında işlediği biçimiyle yasaya, hiçbir mahkemeye ve hiçbir hükümetler üstü otoriteye bağlı olmayan  ve sadece güç yarışına bağlı olan’ siyaset anlayışı ya da kuramı olarak tanımlanmaktadır.

Tarihsel yönden bakıldığında ve yaklaşıldığında, geçmişten bugüne kadar olan süreçte devletler arasındaki ilişkilere egemen olan siyaset anlayışı ve uygulaması hemen her zaman güç siyaseti olmuştur. Tarihteki bütün savaşların temelindeki nedenler güç siyasetidir. O nedenle, savaşlar dini, milli, siyasi ve ekonomik amaçlara ulaşmak için gücün siyasete uygulanmasının bir aracıdır.

Machtpolitik, yani güç siyaseti sadece uluslararası alanda ve devletler arasında olan bir mücadele ve yarış değildir. Devletlerin kendi içinde uyguladıkları, yani iç politikada başvurdukları siyaset de, temel amacı ve aracı güce dayanan bir machtpolitiktir. Esasen siyasetin amacı ve aracı güç elde etmeye yönelik olmakla, iktidar isteği onu harekete geçiren nedenlerden sadece birisidir.

Makyavelli, Nietzsche, Carl Schmitt güç siyasetinin en önde gelen sözcüleri ve teorisyenleridir. Makyavelli’ye göre ‘prens’, Carl Shmitt’e göre akıl hocalığını yaptığı ‘führer’, yani Hitler, bu kuramı uygulamaya dönüştüren aktörlerdir.

Gücü, onun en tehlikeli şekillerinden birisi olan güç temerküzünü sınırlandıracak ve hatta durduracak en etkili siyasal araç, kuvvetler ayrılığı ve buna bağlı olarak hukuku uygulamakla görevli ve yükümlü olan yargı gücüdür. Kuvvetler ayrılığı doktrinine günümüzdeki şeklini veren Montesquieu’nun ‘iktidarı iktidar durdurur’, yani yasama ve yürütme güçlerini, yani siyasal güçleri, yargı gücü durdurur demesi bundandır.

Otoriter, onun daha otoriter şekli olan totaliter rejimlerin en başta kuvvetler ayrılığı ilkesini iğdiş etmelerinin, hedeflerine ulaşmada en büyük engel olarak gördükleri yargıyı etkisiz hale getirmek için hukuku bertaraf etmelerinin, bu amaçla yargıyı siyasallaştırmalarının ve bu yolla kontrol altında tutmalarının nedeni budur.

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin iğdiş edilmesinin, bu yolla herkesin ortak güvencesi olan hukukun işlemez ve etkisiz hale getirilmesinin, yargının ve hukukun siyasallaşmasının bedelini insanlar ve toplumlar çok ağır şekilde ödemişlerdir. Siyasi tarihteki bunun trajik örnekleri, başta Mussolini İtalya’sı, Hitler Almanya’sı, Stalin Rusya’sı olmak üzere diğer otoriter ve totaliter rejimlerdir.

Hayatı dolu dolu yaşayan, Hitler Almanyası’nı deneyimleyen, örnek bir kadın, örnek bir bilim insanı ve hocaların hocası olan Prof.Dr.Nermin Abadan Unat, Sedef Kabaş’ın yazdığı ‘Hayatını Seçen Kadın’ isimli söyleşi kitabında şunları söylüyor: “Almanya’yı korkunç sona sürükleyen –Benden yana dost olmayan benim düşmanımdır–  anlayışıdır diyor ve şöyle devam ediyor: ‘Aynı düşüncede olmayan kişiler düşmansa, aynı düşüncede olan insanlar, milis kurar. O milis gayri resmi olarak silahlanır. Ondan sonra düşman dediği kesime saldırır. Bu demokratik iklimle hiçbir zaman bağdaşmaz. Aynı ülke içinde bir kesimi düşman olarak gördüğünüzde çöküntü başlamış demektir. Hitler kendi partisi içinde ona karşı çıkmaya çalışan partili arkadaşlarının hepsini bir sene içinde öldürttü. Sonra Alman radyosuna çıkıp –Adaleti ben temsil ediyorum, ben Alman milletinin menfaati için muhalifleri temizledim ve öldürttüm– dedi. Gayet açık şekilde ve iftiharla söyledi. Yahudilere sarı Zion yıldızının takılması, kaldırımda iki Alman yurttaşı yürürken, sarı yıldızlının yola inip yürümesi emrini verdiler. Belli lokallerin kapısına  ‘Buraya köpek ve Yahudiler giremez’ diye yazdılar. Okumuş bir millet tüm bunları benimsedi…

Ne yazık ki, günümüz Türkiye’sinde yaşananlar Nermin Hoca’nın anlattıklarından çok farklı değildir. Bu bağlamda MHP ile birlikte TBMM’de çoğunluğu oluşturan AK Parti’nin izlediği kutuplaştırıcı ‘benden yana olmayan benim düşmanımdır’ anlayışına dayanan ‘mahtpolitik’ siyaseti de, yani güce dayanan siyaseti de, kendisi gibi düşünmeyen, kendisine karşı olan kesimi düşman olarak görmekte, hemen her gün pek çok konuda ve alanda bunun örneklerini vermektedir.

Güce dayanan bu siyasetin en son örneği, Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren ve uygulanmasına başlanılan İnfaz Yasası’dır.

Bu yasayla uyuşturucudan, hırsızlıktan, gasptan, yağmadan mahkum olmuş olan binlerce kişi yararlanırken, eline silah almamış, çoğu adil yargılama ilkesine aykırı şekilde yargılanmış ve mahkum olmuş çok sayıda insan, siyasetçi, mesleğini icra eden gazeteci bu yasanın kapsamı dışında bırakılmıştır.

Cezaevinden istediğini çıkaran, istemediğini çıkarmayan ve güce dayalı siyasetin ürünü olan  bu kanunun: adil olmadığı, kamu vicdanını yaraladığı, TBMM’nin saygınlığına ve güvenilirliliğine gölge düşürdüğü, Anayasanın 11.maddesinde düzenlenen kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı olduğu, toplum güvenliğine, toplumsal barışa ve huzura hizmet etmekten daha çok bunlara zarar vereceği açıktır.

Şimdi inisiyatif; yasamaya, yürütmeye dur diyecek olan, bu iki iktidarı durduracak ve frenleyecek olan, hukuk var, adalet var, eşitlik var diyecek olan ve demesi gereken yargıda, yani Anayasa Mahkemesindedir.

Bekleyelim ve görelim!

Av. Vedat Ahsen Coşar | Tüm Yazıları
Hits: 2868