SEÇİMDEN SONRA

~ 26.05.2015, Av. Reha TAŞKESEN ~

Hep önümüze bakıyoruz.

 

            Seçimin sonucunu tahmin etmeye çalışıyoruz.

 

            Yani 2 hafta sonrası ile ilgiliyiz.

 

            Sonrasını hiç düşünmüyoruz.

 

            Siyasi yaşıyoruz!

 

            Siyaseti şekillendiren diğer etkenleri görmüyoruz.

 

            Yani, yüzeysel yaşama alışkanlığımız devam ediyor. Okumuyoruz, araştırmıyoruz, incelemiyoruz.

 

            Önce yine durum tespiti yapalım. 29.12.2011 tarihinde yazdığımız “Sonraki Türkiye ve Yeni Yaklaşımlar” konulu yazımızda geleceğe yönelik “keşke doğru olmasaydı” diyebileceğimiz görüşler beyan etmişiz.

 

             “Yüksek düzeyde işsizlik var denildiği noktada, işçi arıyorum ama bulamıyorum denildiğine tanık olunabilmektedir.”

 

            “Ülke bölünme sürecine girmiştir diye düşünürken, hayır örgüt dağılma noktasındadır denildiği duyulabilmektedir.”

 

            “Dış politika bakımından hatalar yapıldığına dikkat çekilirken, komşularımızla bütün sorunlarımızın çözülme aşamasında bulunduğumuz öne sürülebilmektedir.”

 

            “Hukuk Devleti” oluyoruz derken hızlı bir şekilde “Polis Devleti”, “Demokrasimiz Gelişiyor” derken “Otoriter Devlet”, “Anayasal Güvence” altında yaşıyoruz derken “Özgürlüklerin Yok Sayıldığı” bir ortama gidiyor olduğumuza vurgu yapmışız.

 

            Yine o günlerde “söylemlerimiz, dizilerimiz, filmlerimiz, yazılarımız hemen her şeyimiz geçmişimizle ilgilidir. Geleceğe sırtımızı dönmüşüz, geçmişimizle hesaplaşıyoruz” demişiz.

 

            Gerçekten de bir Türkiye bu zamandan alınarak geçmişe taşınmış ve sanki geçmişte yaşamaya zorunlu kılınmıştır.

 

            Bu ikilem ve soru içeren cümlelerimizin artık bugün yanıtı bellidir ve bilinmektedir.

 

            O zaman da ve şimdi de sorumuz şudur:

 

            Sonraki Türkiye nasıl olacak?

 

            Seçimden sonra nasıl bir Türkiye’ye uyanacağız?

            Dünya’nın gündemini ve gittiği istikameti doğru anlamak zorundayız.

 

            Yazılarımızda sürekli vurguladığımız gibi küresel, bölgesel, ülkesel düzlemleri kaçırmadan ve siyasi, ekonomik, sosyal ve güvenlik ile ilgili kuvvet çarpanları/etkenler bir bütün olarak dikkate alınmadan yapacağımız çözümlemelerin bizi doğru bir sonuca ulaştırabileceğine de inanmıyoruz.

 

            Sonuçlara bakmalıyız.

 

            Küresel ölçekte; Rusya-Ukrayna, İslam Devleti (Suriye/Irak), Çin-Japon gerginliği üç kriz konusu olarak dikkate alınmaktadır. Bunlardan 2 tanesi Türkiye’nin yer aldığı coğrafyada ve hemen Türkiye’ye bitişik alanlardır.

 

            Bölgesel ölçekte; İslam Devleti (Suriye/Irak), Yunanistan, Gürcistan, Ermenistan, İran mevcut ve olası kriz alanları olarak işaret edilmektedir. Bu birinci kuşak ülkeler Türkiye’nin komşusudurlar. İkinci kuşak kriz alanı ise Karadeniz’de ve Akdeniz’de Türkiye’nin deniz hak ve menfaatlerinin korunması hususunu da kapsamak suretiyle Kırım, Azerbaycan ile birlikte Ortadoğu, Arabistan Yarımadası ve Kuzey Afrika coğrafyasını içine almaktadır.

 

            Ülkesel ölçekte; Ekonomi, Kürt Konusu, Cemaat Yapılanması öne çıkan ve Demokrasi, Hukuk Devleti, İnsan Hakları gibi konular da olası sorun alanları olarak görülmektedir. “Bağımsız Yargı” ise artık bir zorunluluktur.

 

            Kuvvet çarpanları bakımından konuları ele alırsak:

 

            Türkiye’nin “Siyasi Güç” etkeni önemli ölçüde aşınmış, Türkiye bulunduğu coğrafyada dahi “iyi komşuluk ilişkileri” bakımından itibar kaybı yaşamış ve güvenilir ülke olma özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. İçeride ise etnik ve dini ayrımcılık nedeni ile siyasi bir parçalanma süreci yaşanmış ve olası sorunlara zemin oluşturabilecek bir ortam ortaya çıkmıştır.

 

            “Ekonomik Güç” etkeni ivmesini yitirmiştir. Kusurlu dış politika uygulamaları ile bitişik coğrafyadaki pazarlar yok edilmiştir. Önemli sanayi sektörleri durağan bir sürece girmiştir. İhracat azalmıştır. Türkiye’nin borç yükü 10 yıl içerisinde 5 kat artmış, “Hane Halkı Borç Yükü” risk oluşturacak derecede yükselmiştir.

 

            Uygulanan ayrımcı siyaset nedeni ile iyi ve zor günde birlikte hareket eden “Sosyal Güç” etkeni kırılgan bir noktaya gerilemiştir.

 

            “Güvenlik Gücü” etkeni ise çok dikkatle izlenmesi gereken bir sürece sokulmuştur. Bir devletin ve ülkesinin “bekasının ve refahının” sigortası olan bu etken, geride kalan 10 yıl içerisinde tasarlanarak ve kasıtlı olarak itibarsızlaştırılma ve fiziksel olarak da sorumluluklarını yerine getirememe noktasına çekilmiştir. “Caydırıcı Olma” özelliği kırılmıştır.

 

            Bu koşullar altında şimdi de seçimin olası sonucuna göz atalım isterseniz.

 

            İktidar partisinin oyları azalacak, muhalefet partilerinin oyları ise biraz yükselecektir. Seçim sonucunun en heyecan veren hamlesi ise bir partinin barajı geçebilmesi hususudur. Gerçekte seçim sonrasının siyasi resmi de bu partinin elde edeceği sonuca göre şekillenecektir.

 

            Ancak, bu siyasi sonuca yönelik değerlendirmeler yapılırken, göz ardı edilen husus ise yukarıda ortaya koyduğumuz Türkiye tablosudur.

 

            Seçimin sonucu ne olursa olsun, seçimden sonra Türkiye bu önemli sorunlarla yeni bir evreye devinim yapacaktır.

 

            Türkiye bu dev sorunlar ile yüzleşmek zorunda kalacaktır.

 

            Diğer yandan Türkiye’nin yeniden istikrar kazanması için bir “Restorasyon Dönemi” yaşaması da kaçınılmaz görünmektedir.

 

            Seçimin sonucu mutlaka önemlidir. Daha iyi bir sonuç için de gayret gösterilmelidir.

 

            Bu daha iyi sonucun sorumluluk yükleyeceği siyasi kadrolar etkin ve yetkin olabilmelidirler.

 

            Siyasi kadrolar Türkiye’nin küresel, bölgesel ve ülkesel sorunlarının çözümü istikametinde hazırlıklı olmalıdırlar.

 

            Kuvvet çarpanları ya da güç etkenleri iyi analiz edilmelidir. Türkiye’nin yeni serüvenler yaşama ihtiyacı bulunmamaktadır.

 

            Olmazsa olmaz koşul yargısal bağımsızlıktır.

 

            Ekonomi önemli ve önceliklidir.

 

            Güvenlik alanı süratle onarılmalıdır.

 

            Bütün yukarıda kaleme aldıklarımız Osmanlı İmparatorluğu döneminde de “Sevkülceyş Dersi” kapsamında öğretiliyordu[1].

 

            Osmanlı özentisi içerisinde bulunanlar belki bu şekilde daha iyi anlarlar ve merak ederler de öğrenirler diye hatırlatalım istedik.

 

            Seçimin Türkiye için doğru bir sonuç vermesini temenni etmekteyiz.

 

                                                                                              Av. Reha Taşkesen

                                                                                              Ankara, 25.05.2015



[1] RT, Sevk (İdare/Yönetme) ve Ceyş (Asker/Ordu) sözcükleri Osmanlıca olarak SEVKÜLCEYŞ olarak ifade edilerek bugünkü anlamda STRATEJİ sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmıştır. Ancak, dönemin bir süper gücü olan Osmanlı İmparatorluğu bu sözcüğün anlamına uygun önemli başarılar elde etmiştir. Bugün Osmanlı özentisi içerisinde bulunanların ise SEVKÜLCEYŞ kavramının çok uzağında oldukları anlaşılmaktadır. Osmanlı Tarihi konusunda da ilk sınavda sınıfta kalmaları kaçınılmazdır.

 

Av. Reha TAŞKESEN | Tüm Yazıları
Hits: 1507