Erdemli Hukuk Adamı Toplumsal Uzlaşmadan Yana Olmak Zorundadır

~ 03.06.2011, Av. M. Haşim MISIR ~

Gerek yazılı ve gerekse görsel basında 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra “İleri Demokrasimizi” gerçekleştirecek yeni Anayasa hazırlıkları haberlerinden geçilmiyor. Buna birde “Akil Adamlar” projesi eklendi.
Doğrusu  bütün bu tartışmaları hayretle, ibretle, tebessümle izliyorum. Çünkü şu anda iktidarda bulunan ve seçimde de yine tek başına iktidar olacağı anlaşılan partinin “yeni anayasayı uzlaşarak yapmak” gibi bir derdi ve niyeti yok. 367 tartışmalarını bir hatırlayın. Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçesine lütfen bakın uzlaşma kültürünün ne olduğunu görürsünüz. 367 belki bir dayatma gibi algılandı. Ancak uzlaşmayı da zorunlu kılıyordu. Uzlaşmama kültürünün ülkeyi ne hale getirdiği meydanda. Herkes kendi söylediğinin doğruluğuna inanıyor ve dayatıyor. Ortak müşterek değeri bir türlü bulamıyoruz. Seçim meydanlarındaki gerginlikte bunun açık işareti. Polisin psikolojisinin toplumdan ne kadar kopuk ve hırçın olduğu apaçık. Ki bu çok tehlikeli bir gelişme. Polis karşısındakini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak görmüyor. Sanki yabancı işgal ordularına saldırıyormuş gibi bir orantısız güç kullanıyor. İçişleri Bakan’ının tarafsızlığı söylemde kalıyor, iktidar da buna göz yumuyor.
İktidarın tek derdi var, seçimde yeterli çoğunluğu sağlamak ve hiçbir uzlaşmaya yanaşmadan, Anayasa’yı istediği gibi değiştirebilecek bir güce erişmek. Hiç olmazsa bundan önce yaptığı gibi kendi yapacağı bir anayasayı referanduma götürebilecek çoğunluğu elde etmek. Yeni anayasayı yaparken toplumun bütün kesimlerini kapsayacak bir uzlaşmaya yanaşmayacakları, daha en başından belli. Bundan önceki Anayasa değişikliğinde ne yaptılarsa yine onu yapmak istiyorlar. Uzlaşmak değil, kavga etmek, gerekirse referandumda bazı havuçlar göstererek “yetmez ama evetçilere” oynamak istiyorlar.
Bu yöntemle yapılacak bir Anayasa’nın topluma huzur getirmeyeceği de gün gibi meydanda. İktidarın uzlaşma kültürüne sahip olması, azınlığı çoğunluğa ezdirmeyecek bir demokratik bilinç geliştirmiş olması da hayal gibi. Demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne inanan her kişi ve kurumun öncelikle toplumsal uzlaşma kültüründe buluşması zorunludur. En küçük sosyal birim olan ailede dahi uzlaşma olmazsa sonuç boşanma olmuyor mu, dayatmalar yuvaları yıkmıyor mu?
Bu gün diktacıları kolaylıkla suçluyoruz. Ancak, 12 Eylül 1980 öncesi Sayın Demirel ve Ecevit bir kahvaltı sofrasında dahi buluşabilseler, konuşabilseler dikta faciasını yaşar mıydık? Yaşamazdık. En azından diktacıların eline koz vermezdik. İki oy fazla için toplumu ayrıştıranların, kutuplaştıranların seçim sonrasında bir birlerinin yüzüne nasıl bakacaklarını bu günden düşünmelerinde yarar vardır. Unutulmamalıdır ki acı söz öldürür, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve çağdaş demokrasiye inanan hukukçuların asli görevi uzlaşan, barışan, kaynaştıran eylem ve davranışların yanında olmaktır.
Siyaset adamı bu günü kurtaran, devlet adamı yarını kurtaran adımdadır derler. Doğru da. Ancak kıdemli bir yargıçtan “Eşek dahi koysalar eşeğe oy veririm” sözlerini duymak, bu yolda daha çok fırın ekmek yememiz gerektiğini gösteriyor mu?  Yazık. Cüzdanınızla vicdanınız arasında sıkışırsanız evladınıza onurlu bir miras bırakmış olursunuz. Eşekten düşme attan düşmeye benzemez, mutlak bir yerinizi kırarsınız. Erdemli hukuk adamı toplumsal uzlaşmadan yana olmak zorundadır.

Av. M. Haşim MISIR | Tüm Yazıları
Hits: 2714