Kamu Vicdanı ve Yargı

~ 27.12.2014, Ali SİRMEN ~

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle Konya’da tutuklanan
M.E.A. avukatlarının itirazları üzerine bir üst mahkemenin verdiği kararla dün serbest bırakıldı. Böylelikle, bir hukuki yanlıştan çabuk dönüldü
diyebilir miyiz?
Tam olarak bir şey söyleyemiyorum.
Yaşanan olaylara şöyle bir göz attığımızda olayın vicdani boyutunun ağır bastığını ve kamu vicdanının baskısıyla, hukuki açıdan savunulmasına imkân olmayan, tutuklama kararından vazgeçildiğini görüyoruz.
Kamu vicdanı M.E.A.’nın tutuklanmasını zulüm olarak algılamış ve tepkinin büyüklüğü karşısında kimse kararı savunamamıştır.
Nitekim Adalet Bakanı Bozdağ da, yargıya intikal etmiş olan bir konuya müdahale edemeyeceklerini belirtmiş, ancak CHP Grup Başkanvekili Levent Gök’e şunu söylemeyi de ihmal etmemiştir:
-Çocuk yaştakilerin tutuksuz yargılanmaları esastır.
Adalet Bakanı’nın yargıya intikal etmiş bir hususa müdahale edemeyeceği yolundaki açıklamaları bir hukuk ilkesini dile getiriyor ama şu gerçeği de ortadan kaldırmıyor: Sayın Bakan ve bakanlık örgütü ile el birliği halindeki siyasi iktidar baştan ve toptan yargıyı kendi istedikleri kişilerin işbaşında olmalarını sağlayacak şekilde dizayn ettiklerine göre, artık herhangi bir davaya müdahale edemeyecekleri konusundaki açıklamanın önemi de, anlamı da kalmıyor.

***

Kaldı ki, olayımızda Adalet Bakanı’nın müdahale yetkisi vardır. Çünkü TCK’nin 299. maddesinde düzenlenen cumhurbaşkanına hakaret suçuyla ilgili hükmün 3. fıkrası “bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması Adalet Bakanı’nın iznine bağlıdır” der.
Olayımızda, soruşturmanın kovuşturmaya dönüşmesinin yolunu açacak olan Adalet Bakanı’nın izni alınmadan tutuklama kararı verilmesi, kararın mevkufen infaz yönünü güçlendirmektedir.
Demek oluyor ki, M.E.A. hakkında verilen tutuklama kararının hiçbir hukuki dayanağı yoktur.
Ama tutukluluğa itiraz talebinin kabul edilmiş olması da, bundan böyle güzel yargının çevresindeki kuşkuların dağılması ve onun güvenilir olduğu anlamını taşımayacaktır.
Dün de burada sıraladığımız gerekçeler yüzünden hukuki dayanağı olmayan tutuklama kararının kaldırılması hukuken doğrudur. Ama yine de kararın soğukkanlı bir hukuki inceleme sonucu mu, yoksa kamuoyu baskısı sonucu mu kaldırıldığı konusundaki kuşkular ortadan kalkmış değildir.

***

Önemli olan sonunda adaletin yerini bulmuş olmasıdır demek de fazla bir anlam taşımıyor. Çünkü önemli olan, yalnızca yargıda adaletin olması değil. Ama kamuoyunda bu konuda yerleşmiş bir inancın da bulunmasıdır. Başka bir deyişle adaletin salt var olması yetmiyor, o güvenin de bulunması gerekiyor.
Bunun için de, münferit konularda kamuoyu tepkisiyle verilen kararlar değil, bağımsızlığı tarafsızlığı güvenceye bağlanmış gerçekten adil ve bağımsız bir yargının varlığı şarttır.
Bugün bunun olduğunu söyleyebilir miyiz?
Hanefi Avcı hakkındaki terör örgütüne yardım konusunda verilen mahkûmiyet kararının Yargıtay
9. Dairesi tarafından onanmış olması, hukuken ne kadar şaşırtıcı olursa olsun, fiilen kimseyi şaşırttı mı?
Hayır!
Yargıtay’ın bu kararının şaşkınlıkla karşılanmamış olması bile tek başına, adil, bağımsız yargı konusunda kamuoyunun bir güveninin olmadığının kanıtıdır.
Bu durum ne kadar böyle devam edecek?
Herhalde, yargı konusunda “nasıl edeyim de onun yandaşı yargıyı benim yandaşım yargıyla değiştireyim?” diyen bir iktidarın yerine, “gerçekten bağımsız ve adil yargıyı teessüs etmek için ne yapmamız gerek?” diyecek bir zihniyetin iktidar olmasına kadar devam edecektir bu durum.
Doğrusu ya işimiz oldukça zor görünüyor. Yine de son kararın ümit uyandırıcı yönü kamu vicdanının sonunda etkin olmaya başlamasıdır. Bu da selamete giden yolda hayırlı bir başlangıç olarak yorumlanabilir.

Ali SİRMEN | Tüm Yazıları
Hits: 1605