ÇARŞI Davası'ndan izlenimler ve sonuçlar

~ 23.12.2014, Yeni Yaklaşımlar ~

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk tarihi, garabet davalarla doludur. Erken cumhuriyet döneminden bu yana, hukuk ve ekseriyetle ceza davaları siyasi iktidarların otoritelerini pekiştirme aracı olarak kullandıkları, toplumu dizayn etmenin ve “devletin bekası” kisvesi altında muhalif düşünceleri tırpanlamanın yolu olarak görünen silahlar olagelmiştir. Tarihin sayfalarını biraz eşelersek, gülünç iddialarla açılan yüzlerce dava, cezaevine tıkılan binlerce insan bulabiliriz.

 

ÇARŞI Davası da bu bitmeyen tiyatronun son perdesi olarak hukuk tarihimizdeki yerini alıyor. AKP iktidarının, kendisine 12 yılın en kötü kabusunu yaşatan Haziran Direnişi’nin rövanşı olarak gördüğü dava, geçtiğimiz hafta AKP yargısına tokat gibi inen bir duruşmayla başladı.

 

Duruşma salonunda ve salonun dışında binlerce hukukçunun, sanatçının, aydının ve renk ayrımı gözetmeksizin birbirine omuz veren on binlerce taraftarın desteğini alan ÇARŞI, bu dava ile hukuk önünde mahkum edilmeye çalışılıyor. Haziran Direnişi’nde milyonlarca insanın göz bebeği haline gelmiş, faşizan uygulamalara ve baskılara karşı umudun sesi haline gelen Gezi’nin sembolü olmuş ÇARŞI, yalnız Beşiktaşlıların değil, halkın kalbinde çoktan yerini almışken ve her renkten taraftarın “yükseleni” haline gelmişken, ancak kara mizah örneği olabilecek bir iddianame ve yargılamayla örgüt kılıfı içerisine sokulmaya çalışılıyor. 

 

Oysa davanın görülen ilk celsesi, şimdiden bu hukuksuz davayı halkın vicdanında mahkum etmiş durumda. Mahkeme başkanı tarafından futbol jargonu ile yapılan açıklamalar, “mizahla karışık” sorulan sorgular, hakimlerin “tamam siz yapmadınız, ama mesela çevrenizde birisi örgüt kurmuş olsa...” diye başlayan trajik soruları, hukukçuların gözünde AKP yargısını çaresiz kılmış, davanın sonucunu ilan etmiştir. Bir başka deyişle, ÇARŞI deplasmanda çıktığı ilk maçtan çok avantajlı bir skorla dönmüş ve turun kapısını ardına kadar açmıştır.

 

Yalnız sanıkların değil, sanık müdafilerinin teknik savunmalarını da not etmek gerekiyor. Zira bu dava, soruşturma aşamasında neredeyse hiçbir usul kuralına uymayan, tesadüfen elde edilen delilleri CMK m. 135 vd. uyarınca ek karar almaksızın soruşturmaya dahil eden, delil olarak sunduklarıyla somut olaylar arasında en küçük bir bağlantı kurmayan savcı ve geri göndermesi gereken iddianameyi kabul ederek bu tuhaf yargılamaya başlayan mahkeme heyetinin, ceza muhakemesi hukukunun temel ilkelerini önüne süren sanık müdafilerinin karşısında çaresiz kalmasını da hukuk tarihine işleyecektir. Kısacası ÇARŞI Davası hem siyasi olarak, hem de hukuki olarak hiçbir dinlenilebilir, ciddiye alınabilir yan taşımamaktadır.

 

2 Nisan 2015’te yapılacak olan ikinci duruşmada kalan sanıkların sorgusu yapılacak ve ondan sonra sanık müdafileri teknik savunmalarına geçecekler. Davanın ceza hukuku yönünden tartışması, bu aşamada hukukçular tarafından yapılacaktır. Ancak şimdiden altını çizmek gerekir ki; sanıklar üzerindeki iddialar ‘Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma’ ve ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya Teşebbüs’ suçları üzerinde toplanmaktadır. İddianame ve toplanan “deliller”, esasen kamu davası açılması bir yana, bu iddiaları gündeme dahi getirebilecek nitelikte değildir. Zira gerek Yargıtay, gerekse ceza hukuku doktrinince örgüt kurmanın en önemli şartı örgüt şeması ve üyeler arasındaki hiyerarşik ilişkiyken, davada böyle bir hiyerarşik yapı olduğuna dair tek bir emare dahi yoktur, iddianamede de böyle bir izahat yapma zahmetine dahi girilmemiştir. Bu nedenle örgüt iddiası, hukuken “ölü doğmuş” bir iddiadır. 

 

Hükümeti yıkmaya teşebbüs suçu iddiası ise, sanıyorum bugüne kadar ceza mahkemelerinin duvarlarında yankılanan en komik suçlamalardan birisidir. ÇARŞI’nın Gezi Parkı’nda bulunduğu ve başbakanlık ofisini basarak hükümet yıkacağını iddia eden savcı, ÇARŞI’nın hükümeti yıkmak ve darbe yapmak için kullanacağı araçları da iddianamesinde itinayla sıralamaktadır: Birkaç kuru sıkı tabanca, iki av tüfeği, boş mermi kovanları, pankart, bez parçaları, meşale. Normal bir Türkiye’de ancak zor bir deplasmanda takımı ateşli bir şekilde desteklemeye yarayabilecek eşyalar, Yeni Türkiye’de hükümeti yıkabilme kudretine sahip suç araçları olarak ortaya çıkmaktadır. O halde sorulmalıdır; iki pankart, üç meşaleyle yıkılabilecek bir hükümetin, Bursa, Eskişehir, Karabük gibi zor deplasman takımları kadar bile direnci yok mudur? Acaba AKP çekilip yerini bu deplasman takımlarından oluşan ortak bir koalisyon hükümetine mi devretmelidir?

 

Görüldüğü üzere ortada ne suç örgütünün varlığını ispatlayacak şematik ve hiyerarşik bir yapı, ne de hükümeti yıkmaya teşebbüs suçuna vücut verebilecek suç işlemeye elverişli araçlar ve eylemler vardır. Hukuken tartışılması bile gerekmeyecek bu iddialar, konu hukuki dayanağı bulunmayan tamamen siyasi bir dava olunca tartışılır hale gelmektedir. Ancak önceki dönemlerde Tekel, Hopa vb. davalarda olduğu gibi, AKP iktidarının halktan ne denli korktuğunu gösteren bu yargılamalar, aslında dava konusu iddiaları değil, AKP iktidarının siyasi meşruiyetini sorgulatmaktadır. Ağzını açana copu, gazı dayayan, ülkeyi bir dikta rejimiyle yöneten, Dünya’da ilk kez bir taraftar topluluğunun pankartlarla, meşalelerle darbe yapacağını iddia eden, halkından bu kadar kopan ve korkan bir iktidarın o ülkeyi idare etme ehliyeti kalmış mıdır, sorgulanması gereken temel mesele budur. 

 

Daha önce de söyledik; ÇARŞI Davası, açık ve seçik bir şekilde, AKP iktidarının Haziran Direnişi’yle, Gezi Parkı’ndaki mutlu ve özgür Türkiye özlemiyle, sokaktaki milyonlarla, halkla hesaplaşmasının davasıdır. Geçtiğimiz hafta yapılan ilk duruşma da gerek yargılamanın hukuksuzluğu, gerekse yargılama karşısında sanıkların ve avukatların duruşu ile bu gerçekliği en yalın biçimiyle ortaya koymuştur. O halde, Türkiye ya o duruşma salonunda ve salonun dışındaki umudun yüzü olmuş insanların ülkesi olacak ya da AKP’nin karanlığına gömülecektir. Önümüzdeki yol, yapacağımız tercih ve sorulacak soru budur.

 

 

Gürkan Özocak

 

http://adaletvesosyalizm.com/

Hits: 1040