Avukat Taylan Tanay'a Yapılan Saldırı "Yoldaşını Cezalandırmak"

~ 27.10.2014, Yeni Yaklaşımlar ~
Yine geç kalındı. Zamanında sesini çıkarmamanın karşılığı daha ağır olacak gibi. Seyirci olmak, olayları "çekirdek çıtlatır gibi" izlemek sonuç olmaktan çok yeni olayların temel nedeni olacak gibi. 
Taylan Talay'ın "evinin önünde silahlı/sopalı saldırıya" uğradığının haberi avukatların mail grubunda yayınlandığı anda sosyal medya üzerinden olsa da avukatlar arasındaki tepkinin cılızlığı(üzüntü duymak, kınamak, geçmiş olsun) bu olayı yapan/yaptıran/ona imkan sağlayanları başka bir olay yapmaları konusunda cesaretlendirdi. Saldırı olayının "basit bir kınama mesajını" sanal alemle koymanın ötesinde bir şeyler yapılması konusunda sesi çıkanların sayısı iki üç avukatı geçmiyordu. Bu iki üç avukatın lafı mı olurdu. Onların feryatları, çırpınışları, kendilerini İstanbul Barosunun vazgeçilmezleri, adının başında hangi sıfat olursa olsun grup veya dernekleri tarafından görmezlikten gelindi. Onların tek bir isteği vardı, o da: "saldırı olayının kınama/geçmiş olsun vs" ile geçiştirilmemesi, kitlesel basın açıklaması/yürüyüş vs. yoluyla protesto edilmesiydi. Ne yazık ki, yüzlerce avukat sosyal medya üzerinden kuru/kısa bir "kınama/geçmiş olsun" demekten öte bir şey yapmadı. Bazıları da "hele durun, acele etmeyelim, malum fail henüz olayı üstlenmedi" anlamında sosyal medyaya etki etmeye çalışırken, bu kadar vahim bir olayı yapanlar açık olmasına rağmen, bu olayı üstlenmek için iki güne yakın bir süre beklemeyi tercih ettiler. Biliyorum ki, iki üç avukatın "daha farklı bir tepki verilmeli" içerikli feryatları duyulmuş olsaydı, 48 saat sonra saldııyı yapanlar, saldırıyı dahi üstlenme cüreti gösteremezdi. 
Farklı ve etkili bir tepki göstermeyi bir tarafa bırakalım, samimiyetle söyleyelim;kalem erbabı onlarca avukat en basit olayda sayfalarca yazı yazarken neden bu konuda bir iki satır yazmadılar. İçinde özgürlük, çağdaş, demokrat ibareleri bol bol olan dernek ve gruplar neden sosyal medyada bunu klişe bir cümle ile geçiştirme yolunu seçtiler. 
Aynı gün içinde Validebağ korusu için mücadele eden bir avukatın polis tarafından gözaltına alınmasında olduğu gibi aynı dayanışmayı, evinin önünde silahlı saldırıya uğrayan bir meslektaşımız için neden göstermek istemiyoruz. Saldırı kimden gelirse gelsin ister polisten, ister bir örgütten isterse karşı taraftan(dava, haciz vs) tepkimizin düzeyi aynı olmalıdır. Gerçek anlamda bir dayanışma gösterilmeli, gerekli suç duyuruları yapılmalıdır. Bu dayanışmanın boyutu o kadar büyümeli ki, olayı yapanlar olayı üstlenmemek için bin dereden su getirmek zorunda kalmalıdır. Aksi durumda, aynı olayın başka birisinin başına gelmeyeceğini hiç kimse garanti edemez. 
Taylan Tanay'a saldırı yapanlar bu olayı üstlendiklerine dair yayınladıkları bildiride "cezalandırma, öldürme amaçlı değil, sadece uyarı amaçlıdır" denilmesi tehlike ve tehditin devam ettiğini gösteriyor. Yargılamayı ve cezalandırmayı kendisinde meşru/hak/görev bilen bir anlayışla karşı karşıyayız. Saldırıya gerekçe gösterilen "ahlaki olmayan" iddialar doğru olsa bile bir insanın hayatını sona erdirmeyle sonuçlanabilecek bir cezalandırmanın "devrimci adalet" içinde yeri olabilir mi? 
Olayı üstlenenler, "Taylan Tanay'ı sahiplenenler, bir kez daha düşünün. Faşizmin mahkemelerinin dosyalarına kadar yansıyan bu pespaye adama sadece avukat olduğu için sahip çıkan meslek örgütleri, bir kez daha düşünün." diyerek meslek örgütlerine yönelik tehdidi de görmek gerekiyor. Bu açıklamadan çıkan bir husus da Taylan Tanay'a yöneltilen suçlamaların kaynağının da "mahkeme dosyalarına yansıyan" deliller olduğu ortaya çıkıyor. Böylece, KCK, Ergenekon ve ÇHD davalarında görüldüğü gibi AKP hükümetinin emri ile yapılan soruşturmalarda kişilerin özel yaşamı ile ilgili olarak yapılan dinleme/izleme sonucunda dava dosyalarına konulan delillerin aynı zamanda bunun mağdurları tarafından ciddiye alınmasının üzerinde ayrıca durulmalıdır. Meğer ki, bizim yıllarca hukuka aykırı delil diye kendimizi paraladığımız, dinleme ve izlemeler "Halkın adalet savaşçılarının" temel delili olmuş. AKP'nin iktidarı kullanarak elde ettiği verileri gerek medyaya servis ederek gerekse mahkeme dosyalarına koyarak kişileri, kardeşleri, eşleri vs. karşı karşıya getirmenin varacağı yer de bu olacaktı. Şimdi, bu dosyayı hazırlayanlar içlerinde kıs kıs gülerek, "size koruma polisi vermeyi önermiştik" diyerek dalgalarını da geçirmiş olmalı. 
Son yaşananlar, Marquez'in Kırmızı Pazartesi öleceğini önceden bilen santiago ve onun öldürüleceği bilen ancak hiç bir şey yapmayanları, Albert Camus'un, Yabancı romanında "meşru savunma sınırları içinde cinayet işlemek zorunda kalan Meursault'ün toplumun sessiz kabulü nedeniyle kendisini savunmayışı sonunda idam edilmesi ve Kafka'nın Dava'sındaki Josef K.yı ne kadar andırıyor. Silivri'deki mahkemedeki savunmalarında bu talihsiz roman kahramanlarına yapılanları kendilerine yapılmış gibi anlatan dava arkadaşları neden suskunluk içindeler? 
Demokratik siyasetin ne kadar önemli olduğu bir daha ortaya çıkıyor. Hele hele ölüm tehlikesini her an ensesinde hisseden birinin "burjuva hukukunun" hak kırıntılarından dahi mahrum ise onu savunacak ve koruyacaklar meslektaşlarından başkası olmayacaktır. Bu nedenle, hepimizin sesi, sosyal medyanın sanal aleminden çıkıp gerçek alemde yerini bulmalıdır. Barolar, mesleki kuruluşları, sendikalar, dernekler, örgütler buna karşı demokratik tepkilerini ortaya koymalıdırlar. Bunu da yapamıyorsak, örgüt içi şiddetin, örgütler arası şiddetin geçmişini, geçmişteki kurbanlarının kimler olduğunu düşünelim. Onu da yapamıyorsak, Dostoyevski'nin Cinler'indeki Katil Verhovenski(Naçeyev), kurban(örgüte ihanet ettiğinden şüphelenilen) Şatov'un öldürülmesini düşünelim. Bunun sonucunda düşülecek yer sistemin mahkemeleri olmayacak mı? Kaçarken, kovalayanın tuzağına düşmek değil de nedir bu? 
İçimden bir ses "Yoldaşınızı öldürmeyin la" 
Sözümü Anadolu mutasavvıflarının kitaplarında sık sık başvurdukları bir hikaye ile bitirmek istiyorum. 
"Aklı başında genç bir köylü rastlantı ile karşılaştığı bir bilgeden kehanet gibi gözüken bir gerçeği öğrenir. Yaşadığı köyün suyuna bir çeşit zehir karışmıştır, bu sudan içen herkes aklını kaçıracak, delirecek, ipe sapa gelmez laflar etmeye başlayacaktır. Genç köylü bilgeden öğrendiklerini köye yayıp kardeşlerini, dostlarını uyarmaya çalışırsa da kimseyi inandıramaz. Kendi başının ve aklının çaresine bakmak zorunda olduğunu anlayınca köyünü terk eder. Bir süre sonra meraktan köyüne döndüğü vakit, bilgenin ön gördüğü gibi, bütün köyün sudan içip aklını kaybettiğini görür. Herkesin ipe sapa gelmez bir dille konuştuğu köy  hayatına genelde alışmaya çalışır. Ama kahredici olan, şimdi bütün köylülerin kendi dilini ipe sapa gelmez bulması, ona deli muamelesi yapmalarıdır. Bir süre sonra bu öyle dayanılmaz gelir ki, köyün aklını ve dilini bozan pınardan kendisi de kana kana içer"
 

radikal
Hits: 1162