'ABD projesi olarak AKP'nin yeni dili ve liberal hüsran!

~ 13.05.2011, Merdan YANARDAĞ ~
Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim kampanyasında kullandığı dil, Türkiye’nin içine girdiği yeni dönemi, partisi AKP’yi ve onun siyasal programını yeniden tanımlıyor. Anayasayı bütünüyle değiştirecek bir çoğunlukla yeniden iktidara gelmek isteyen, üstelik bu hedefini açıkça ilan eden AKP, ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini kolay bir geri dönüşe imkan vermeyecek şekilde tahkim etmek istiyor.
Bu açık gerçekliğe karşın, nedense AKP ve liderinin totaliter söylemi liberalleri çok şaşırtıyor. Giderek katılaşan ve dışlayıcı olmaya başlayan koyu dinsel ve faşizan söylem, bugüne kadar AKP’nin siyasal hegemonyasını kurmasına destek veren liberalleri ürkütüyor. Kendi değerlerine ve hayatlarına ihanet ederek AKP-Cemaat koalisyonuna katkı sağlayanlar, kendi yarattıkları sonuçtan korkuyor.
Kuşkusuz ortada inanılması zor bir aymazlık, aldatılmışlık ve bunun yarattığı bir acı ve hayal kırıklığı var. Ancak mevcut tabloyu sadece “aymazlık’ ile açıklamak da mümkün değil. Çünkü ortada sadece bir aymazlık yok, insanlığın ilerici birikimine, bu ülkeye ve topluma karşı bir ihanet de var. Evet, öyle kendi değerlerine ve hayatına değil, bildiğiniz ihanet…
Ergin Yıldızoğlu, giderek artan bu liberal şaşkınlığı, akıl almaz aymazlığı ve örtük pişmanlığı Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısında çok iyi şekilde açığa çıkarıyor ve irdeliyor. Tekrarlamakta ve paylaşmakta yarar görüyorum:
“AKP’nin, Başbakan’ın seçim kampanyası ivme kazandıkça liberal entelijansiyanın şaşkınlığı artıyor. (…) Boynuna ipi kendi elleriyle geçirdikten sonra, iskemleyi tekmeleyen birinin son andaki şaşkınlığına benzetiyorum.
“Halbuki Başbakan, ‘Ben değişmedim’, ‘İslamın ılımlısı olmaz’ diyerek en az iki kez uyarmıştı. Ama onlar olaylara düşünceyle (teoriyle) değil kanaatlerle yaklaşmaya alıştıklarından ya kendi istediklerini duymaya devam ettiler; ya da Başbakan’ın dayandığı kültürü ve tarihi küçümseyerek, ‘Biz bu Kasımpaşalıyı nasıl olsa yönlendiririz” (hadi küstahlığı demeyeyim) aymazlığıyla bir demokratikleşme fantezisi üreterek peşine takıldılar.
“Bu fantezi, II. dönemde, Ergenekon davası, telefon dinlemenin olağanlaşması, kaset skandalları, referandum ve ‘ileri demokrasi’ aşaması, basılmamış kitapların yazarlarının hapse atılması, ‘Şifre var, kopya yok’ absürdlüğü, Kürt açılımının yerini ‘Kürt sorunu yok’un alması gibi gelişmelerle “gerçekleşmeye” başlayınca... ‘Ama biz askeri vesayetten kurtulmak için yola çıkmıştık sivil vesayet altına girmek için değil!’ şaşkınlığı başladı. Fantezi işte böyle bir şeydir, sonu her zaman hüsranla biter. (…)
“Başbakan ‘inanç kozunu giderek seçim kampanyasının vazgeçilmez konusu yapıyor’muş. ‘Muhalefet partisi, siyasal tartışmanın giderek daha fazla din tartışmasına çevrilmesine karşı çıkmalı’ymış. ‘Laiklik konusunda katı tavırdan vazgeçmek’ bir şeymiş ‘siyasal tartışmanın ‘dinselleşmesi’ne teslim olmak başka bir şey’miş ‘Herkes dindar olmak zorunda değilmiş’…” (Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 11 Mayıs 2011)
***
Aynı liberal ve muhafazakar çevreler AKP’nin Washington'da tasarlanan Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) stratejik bir yan ürünü olduğunu, çok sayıda kanıt, tanıklık ve sağlam verilere dayalı analizle ortaya koyanlara da itibar etmemişlerdi. Bu siyasal değerlendirmeyi bir tür “komplo teorisi” kapsamına almaya çalışarak önemsizleştirmek istemişlerdi. Ancak başarılı olamadılar.
Çünkü gerçekler inatçıdır... AKP esas olarak iç dinamiklere dayalı bir siyasal hareket olsa da, bir parti olarak doğum sürecinde ABD tarafından projelendirildiği yeni tanıklıklarla bir kez daha doğrulanıyor. Çünkü ABD ve AB ile çatışarak değil, ancak uzlaşarak iktidar olunabileceğini gören islamcıların partisi olan AKP, bir tür “suç ortaklığı” üzerine kurulmuştu.
Bu suçun görgü tanıklarından biri de Anavatan Partisi (ANAP) hükümetlerinde Kültür Bakanlığı ve Süleyman Demirel döneminde Cumhurbaşkanı Danışmanlığı yapan eski MHP’li Namık Kemal Zeybek’ti. Kısa süre önce Demokrat Parti (DP) genel başkanlığına seçilen Zeybek, Bayburt’ta yaptığı konuşmada “Tarihi bir sırrı açıklıyorum” diyerek son derece çarpıcı bir tanıklığını anlattı.
"Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi kurucusu ve başkanı olarak görevimin başındayken, ABD büyükelçiliği siyasi müsteşarı beni ziyarete gelmek istediğini söyledi. Yanında heyetle geldi. Bana üniversiteyle ilgili sorular sordu, cevaplar verdim ama asıl geliş sebepleri başkaymış. O zaman AKP diye bir hükümet yoktu, 57. koalisyon hükümeti vardı. ‘AKP diye bir parti kurulursa nasıl olur’ dedi. ‘İyi olmaz’ dedim. ‘Biz onu destekleyeceğiz, siz de içinde var olur musunuz’ diye sordu. (…) ABD’nin ve onun arkasındaki, dünyayı sömürmek ve dünyayı yok etmek isteyen global kapital gücün, yani büyük şirketlerin kurdurduğu bir partiden bu ülkeye hayır gelir mi? Ben bu sırrı açıklamak için çok düşündüm. ABD ve yandaşları tarafından verilen bu görevle AKP iktidara getirildi. Artık bunu açıklasınlar ve verilen görevin ne olduğunu herkese duyursunlar." (Namık Kemal Zeybek, DP Genel Başkanı, 9 Mayıs 2011, Bayburt)
Emperyalizm döneminin kapandığını, hatta NATO gibi savaş örgütlerinin ve ABD’nin artık demokrasileri desteklediğini ileri süren liberaller ne der bilinmez ama, Zeybek’in tanıklığı böyle. Yani AKP, kendisini var eden iç dinamiklerin yanı sıra bir ABD projesi olarak şekillenmiş bir siyasal parti.
***
Bütün iktidarı isteyen ve sonuçta ele geçiren, ılımlı da olsa Batı'nın ve ABD'nin desteğinde Islami bir rejim kurmaya yönelen AKP, ‘I. Cumhuriyet’i büyük ölçüde sonlandırmış durumda. Liberallerin ürkmeye başladığı ve şaşkınlıkla izlediği toplumun dinselleşmesi, totaliter eğilimlerin güç kazanması ve devletin laikliği koruma refleksinin ortadan kalkması sadece AKP ve Cemaat’in yarattığı bir sonuç değildir. ABD, AB ve liberallerin verdiği destek sonucu tayin edici bir rol oynamıştır.
Liberallerin fark etmediği gerçek şudur; Türkiye iddia edildiği gibi “katı laik” bir ülke değildi. Bu iddia, entellektüel ortamı terörize eden islamcıların hiçbir temele dayanmayan ve fakat sürekli olarak tekrarladıkları palavradan başka bir şey değildi. Tam tersine Türkiye zaten ılımlı bir İslam ülkesiydi. Bundan sonra ancak, ya daha demokratik ve laik bir ülke olabilirdi ya da daha islamcı bir devlet ve dinselleşmiş bir toplum... İkincisi oldu.
Personel sayısı 200 bine yaklaşan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın olduğu, cami sayısının okul sayısını geçtiği, kadınlarının yüzde 70’nin kapandığı, okullarında zorunlu din derslerinin bulunduğu bir ülke, bırakın “katı laik” olmayı, gerçek anlamda laik bir ülke bile değildi. Türkiye ancak “yarı laik” diyebileceğimiz kategoride değerlendirilebilecek bir ülkeydi.
İşte AKP-Cemaat darbesiyle bu kimya bozuldu. Türkiye, ucu iç savaşa kadar gidebilecek yeni bir çözülme ve çatışma dönemine ittirilebileceği tehlikeli bir eşikte durmaktadır. Bu büyük ülkeyi tıpkı Irak gibi ‘Ortaçağ’a iade edecek bu tehlike karşısında direnebilecek tek siyasal güç ve felsefi pozisyon ise sol’dur.

(SolHaber 13.05.2011)

Merdan YANARDAĞ | Tüm Yazıları
Hits: 2064