TUNUS'TAN GÖZLEMLER

~ 11.05.2011, Aydın CINGI ~
Tunus ve Mısır, Arap dünyasında 2011 yılı başından itibaren boy veren halk ayaklanmaları sonucunda uzun süreli despotik rejimleri yıkarak demokrasiye geçiş süreçlerine yönelen ilk iki ülkedir. Söz konusu süreçlerin, demokrasinin yaşayabilirliğini ve kalıcılığını kanıtlayan birer sosyal ve siyasal başarıya dönüşmesi bölge ülkeleri için yaşamsal önemdedir. Bu nedenle, Temmuz 2011’de Tunus’ta, Eylül 2011’de de Mısır’da yapılacak ilk demokratik seçimleri ve bunların sonuçlarını izlemek siyasal gözlemciler açısından çok ilgi çekicidir.
 
Yasemin Devrimi
 
“Arap Baharı” olarak nitelenen ayaklanmalar döneminin ilk kalkışması Tunus’ta gerçekleşti. Tunus’un yoksul bir bölgesindeki küçük Sidi Buzid kentinde, 17 Aralık 2010 günü, zabıta görevlilerince elinden tezgahı alınan bir işportacı kendini yaktı. Bunun yerel halk üzerinde yarattığı infial kolluk güçleri tarafından sert biçimde bastırılan bir isyana yol açtı. Kapsam edinen ve yayılan gösteriler, sosyal medyanın da asal katkılarıyla başkente sıçradı ve 24 yıldır iktidarda bulunan Cumhurbaşkanı Ben Ali 14 Ocak 2011’de ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Böylece Tunus, “Yasemin Devrimi” adı verilen siyasal dönüşümü gerçekleştirerek, başındaki despotu kovan ilk Arap ülkesi oldu.
 
Nisan’ın son haftasını, bir sempozyuma katılmak üzere gittiğim Tunus’ta değişik çevrelerle temas ederek geçirdim. Tüm muhataplarım, ülkenin geleceğine ilişkin kaygılar taşıdıklarını belirtti. Komşu ülkelerde, özellikle de Libya’da durumun bu ölçüde belirsiz olması, kuşkusuz ki, Tunus’un da geleceğe güvenle bakmasını engelliyor. Nitekim bu yazı kaleme alındığı sırada Tunus’ta yeni halk hareketleri oluştu; sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Seçimin ertelenmesi olasılığı dahi gündeme geldi.
 
Tunus’ta görüştüğüm tüm ilgililere ve gözlemcilere sorduğum ve hiç kimseden kesin yanıtını alamadığım soru şuydu: “Sonradan Arap dünyasına yayılan kalkışmaların ilki niye Tunus’ta filizlendi? Tunus rejimi tüm Arap rejimlerinin en kötüsü ve en despotik olanı mıydı; yoksa Tunus halkı diğer Arap halklarından daha fazla aydınlanmış olduğu için başkaldırıya diğerlerinden daha mı yatkındı?” Aslında istatistiklere bakılıp ortalama eğitim düzeyleri karşılaştırıldığında, ikinci önerme akla daha yakın gibi durmakta. Arap ülkelerindeki kalkışmaların neredeyse tümü hiçbir ideolojik vurgu taşımıyor. Galiba tüm Arap halkları, başlarına çöreklenmiş diktatörlerden o ölçüde bıkmış, ortalığa saçılmış yolsuzluklardan o kadar tiksinmiş durumdalar ki; kitleler, ayaklanmak için ortak bir gelecek vizyonuna gereksinim duymuyor. Dolayısıyla, ilk kalkışma için de yalnızca bir kıvılcım ve bir nebze korkuyu aşma çabası yeterliydi. Sindirilmişlikten sıyrılma sürecinin de, Tunus halkı gibi, siyasal bilinci nispeten yüksek bir Arap topluluğu tarafından tetiklenmiş olması doğaldı.
 
 
 
 
 
 
 
Siyasal ve sosyal veriler; Batı’nın yaklaşımı
 
Ben Ali Suudi Arabistan’a kaçtıktan sonra, iktidar partisi RCD kapatıldı. Aceleyle kurulan yeni yönetim ifade ve örgütlenme özgürlüğünü güvenceye almak üzere bazı adımlar attı. Ancak hukuksal boşluklar giderilemedi ve yeni bir anayasa yapmak üzere oluşturulacak “kurucu meclis”in seçimi için 24 Temmuz 2011 tarihi saptandı. Gelecekteki Tunus demokrasisinin temellerini atması beklenen meclis, Temmuz’da düzenlenecek bu genel seçim sonucunda belirlenecek.
 
Batı’da sağ yönelimli iktidarlar, tüm Arap ülkelerinde yaptıkları gibi, Tunus’ta da yıllardır yerleşik despotizmi desteklemişlerdir. Batılılar, bu ülkelerde ve Tunus’ta, istikrar uğruna demokrasi ve insan hakları gibi kavramları göz ardı etmiş, yönetimlerin yolsuzluklarını görmezden gelmişlerdir. Öyle ki, Fransa’nın bir önceki dışişleri bakanı tam da Tunus isyanı sırasında bu ülkede tatil yapmış ve Fransa, yine “kutsal istikrar”ın bozulmaması için bu sürecin başında Ben Ali rejimine arka çıkmış, hatta isyanı bastırma yolunda yardım önermişti. Ne var ki, rüzgar dinmeyince Fransa sert bir viraj aldı; dışişleri bakanı istifa etmek zorunda bırakıldı. Kuzey Afrika’daki eski sömürgelerinden olan Tunus ile ayrıcalıklı ilişkilere sahip bulunan Fransa, bu hatasından kaynaklanan imaj bozulmasını gidermek için daha sonra Libya’ya bombaları ilk yağdıran ülke oldu. Katıldığım sempozyumda dile getirilen bu acı gerçekler ışığında Batı solu, Arap dünyasında demokrasi değerlerinin bundan böyle asla istikrara kurban edilmemesi gerektiğini bir kez daha vurguladı.
 
Tunus, Osmanlı’dan kopup 1881 ile 1956 arasında varlığını Fransız sömürgesi olarak sürdürmüş; 1956’da bağımsızlığını, 1959’da da cumhuriyeti ilan etmişti. Bir Atatürk hayranı olan Kurucu Cumhurbaşkanı Habib Burgiba, daha o aşamada, Tunus’a olabildiğince seküler bir yapı kazandırma çabasında girmişti. Bir İslam Cumhuriyeti olan Tunus’un kadınları, gerçekten de, diğer Müslüman Arap ülkeleriyle kıyaslandığında, kamu yaşamında yer alabilen nispeten özgür kadınlardır. Burgiba’yı 1987’de devirip yerine geçen Ben Ali de, Burgiba’nın olabildiğince seküler bir toplum yaratma yolundaki reformlarına dokunmamış, yalnızca kendisini ve çevresini zenginleştirmekle ilgilenmişti. O nedenle, Tunuslu kadınlar kaybedebilecekleri pek çok şey olan bir toplum kesimidir. Dolayısıyla onlar, hele de çevredeki başka bazı Müslüman ülkelere baktıklarında, yakın gelecekte başlarına gelebileceklerden çok çekiniyorlar.
 
Yakın gelecek; belirsizlik
 
Tunus’tan bir Atatürk geçmemiş. Burgiba, aydınlanmacı bir lider olarak elinden geleni yapmış; ama reformlarının sosyal dokuya derinlemesine işlemiş olduğunu ileri sürmek kolay değil. Önümüzdeki dönemde iktidarın nasıl biçimleneceğini anayasa belirleyecek. Anayasayı yapacak meclisin ise İslamcı çoğunluktan oluşma olasılığı yüksek. Görüştüğüm kadın örgütleri tam da bundan, yani İslamcı çoğunluğun Burgiba döneminde sağladıkları kazanımları ellerinden almasından çekiniyorlar. Tunus’ta da en iyi yapılanmış ve en varlıklı kuruluş, Vahabiler’in de parasal desteğine sahip olduğu belirtilen Gannuşi’nin partisi İslamcı Ennahda. Adı “uyanış” anlamına gelen bu hareketin kullandığı ikili söylem tüm Tunuslu ilericileri ve çağdaş yaşamın tadına varmış kadınları ürkütüyor.
 
 
 
 
 
 
Ennahda “demokratik” yarışa çok önde başlayacak gibi görünüyor. Ben Ali rejiminin, seküler düzeni iyi kötü koruyan iktidar partisi RCD artık yok. Bu partinin yolsuzlukla maruf ileri gelenleri, şimdi mevcut siyasal kuruluşlara birer ikişer sızacaklar. Ancak, onların bir grup olarak siyasal etkinlikleri kalmayacak. Sol, sosyal demokrat siyasal cephe ise bölük pörçük. Merkez soldaki Ettajdid, PDP, FDTL gibi devrim öncesinde var olan partilerin yanı sıra devrim sonrasında yasallığa kavuşmuş bir dizi sol siyasal hareket mevcut. Hepsi ayrı telden çalan bu partilerin karşısında tüm İslamcılar Ennahda çatısı altında bir araya toplanmışlar ve politikayı camilere taşımaya çoktan başlamışlar.
 
Öte yandan, tüm Arap ülkelerinde hatta çoğunluğu Müslüman olan toplumlarda olduğu gibi, Tunus’ta da, laiklik dinsizlik ile eşanlamlı kabul ediliyor. Toplumun mevcut yapısını köktendinciliğe karşı koruyacak dirençli sosyal katmanlar da yok. Aydın kesimin çoğunluğu Fransız kültürüyle yetişmiş; halktan alabildiğine kopuk ve İslam’a mesafeli. Eğitimsiz kitleler de o oranda dine yakın. Görülen o ki, Tunuslular, seküler yaşam koşulları ellerinden tümüyle kaçmasın diye epey uğraşacaklar. Sivil kadın hareketlerinin öncülerinden olup görüşebildiğim kadınlar “tesettür Kuran’da yer alıyor mu, almıyor mu?” tartışmalarına şimdiden başlamışlar.
 
Bu arada Tunus’ta birbirinden çok farklı hatta birbirine karşıt siyasal kesimlerin Türkiye’yi örnek alma eğiliminde bulundukları göze çarpıyor. Bunun nedenleri her kesim için farklı ve bunları iyi anlamak gerekiyor. Tunuslu demokratlar ve eğitimli yurttaşlar, Türkiye’ye, İslam’ın temsilcisi saydıkları AKP’ye karşın seküler yapısını yine de koruyabilecek dirence sahip bulunduğu için imreniyorlar. Düşük eğitimli ve İslamcı Tunusluların ise, AKP güdümündeki Türkiye’yi özellikle Batı’ya karşı İslam’ın sözcülüğünü üstlendiği ve ona “kafa tuttuğu” için örnek aldıkları saptanıyor. Çoğunluk tarafından beğenilen bir siyasal figür olduğu kuşku götürmeyen Başbakan’ın popülaritesinden gurur vesilesi çıkarmak ise, laik Türkiye’nin yurttaşlarına ne ölçüde yakışır bilinmez. Çünkü Tunuslu İslamcılar, en çok beğendikleri iki lider olarak, Erdoğan’ınki ile birlikte bir de Ahmedinejad’ın adını sayıyorlar.  
Aydın CINGI | Tüm Yazıları
Hits: 2131