Bayramda ziyaret adet, evde bulamamak, oh ne saadet!

~ 27.07.2014, Yankı YAZGAN ~

Her kuşak gibi bir davranışı ya da tercihi kendimize özgü sanma alışkanlığına bir anlığına karşı koymayı deneyelim. Anne-babalarınızın yorgun argın vardıkları ziyaret hedefi apartmanlardan birisinde dış kapıyı açık bulup aranan daireye tırmandıkları anı düşünün...

YANKI YAZGAN - @yankiyazgancom

50 yıl öncesinin orta sınıf kentli alışkanlıklarıyla yaşamaya devam eden küçük bir kesimin bakışıyla yazdığım yazılar bugünkü toplumsal değişim ortamında ‘marjinal’ kalabilir; ama, anıların giderek daha da önem kazandığı bir yaş döneminde buna hakkım var. Bayram bu yazı ilk yazıldığında bitmek üzereydi; bu revizyon sırasında başlamakta.

Bayramların eski tadını arayanlara rastladıkça, artarda dizilmiş bayram ziyaretleriyle uzayıp giden (çocuklar için) bitmek bilmeyen günler aklıma gelir. Her bayramda tatile çıktıkları için ayıplanan (40 hatta 50 altındaki) anne-babaların bu kaçış planlarını, ailevi olandan uzak durma isteklerini anlamak için üretilebilecek birçok hipotezin arasına herkesin anısındaki ziyaretleri ve sıkılmaları eklemeliyim.

Günümüz orta ve üst orta sınıfının gündeminden hızla silinmekte olan bayram ziyaretlerinin ‘usul’denliği birçoğumuzun gençlik geçmişimizi nitelendirmek için kullandığı düzen karşıtlığıyla uyumlu bir ‘anti-ziyaret’ duruşu doğurmaya yetmiştir.

Her kuşak gibi bir davranışı ya da tercihi kendimize özgü sanma alışkanlığına bir anlığına karşı koymayı deneyelim. Anne-babalarınızın yorgun argın vardıkları ziyaret hedefi apartmanlardan birisinde dış kapıyı açık bulup aranan daireye tırmandıkları anı düşünün. Zil ilk çalışta açılmadığında kapıya bir an evvel kartvizitlerini sıkıştırdıktan sonra çıkıp gitme telaşının anlamı ne olabilir? Olur ya, o anda evde olmayan dost ya da akrabalar her an bir başka kapıdan çıkagelerek, ziyareti bitmek üzereyken başa alabilirler.
Çok hevesli olduklarını sandığımız bu ziyaretleri anne-babalarımızın da epeyce isteksizce gerçekleştirdiklerini düşünemez miyiz?  Üstelik bizim gibi anti-duruş sergileme lüksüne sahip değillerken…

Geçtiğimiz yıllardaki bir bayram ziyaretinde kuzenlerim ve çocuklarından oluşma bir grup ile bu konuları konuşup anneannemden kalma bayram reçeteleriyle yapılmış ahududu likörlerini yuvarlarken büyük kuzenlerden birisi her şeyi kendimize ya da dönemimize özgü sanma eğiliminin yolunu net biçimde kesiverdi. “Biz çocukken bir söz vardı; bayramda ziyaret adet; evde bulamamak oh ne saadet.” Anne babalarımızdan ne kadar da farklı olduğumuzu sanmaya başladığımız anda, karşımıza çıkıveren onların neredeyse tıpkısı olduğumuz gerçeği önce bir şaşkınlık yarattı. Şaşkınlığı pe-re-ja limon kolonyası ikramı ile giderdik. Çocuklar Pe-re-ja’nın açılımının ne olduğunu anlamak için ipad’lerinde google’ladılar.

O bayram öyle geçti. Bu bayram da farklı olmayacak. Bildim bileli her bayramda olduğu gibi eskiden misafire ne çok ısrar edildiği, şimdilerde ise yarım ağızla yapılan ikramların eskinin ağzımıza sokuşturulan lokum, kurabiye ve kalburabastılarını arattığı konuşulacak. İnsana ve hatta kültüre verilen değerin çok azaldığından bahisle, konu siyasete aktarılacak.  ‘Bu adamlar’ı başımıza musallat edenlere kızgınlıklar sembolik olarak ailenin orta sınıf değerlerine ihanet etmiş sayılan çoğu ticaret erbabı mensuplarına sözlü sataşmalarla devam edecek. Enişte sinirlenip kalkarken, bacanak “Otur Allah aşkına” diyerek ona bir sigara verecek. Biz eski bayramların çocukları bir anlığına tatsızlaşan gergin ortamda yükselmiş seslerin nasıl tekrar yatışabildiğine hayret ederek oyunlarımıza devam edeceğiz. Büyüdüğümüzde her şeyin çok farklı olabileceğini aklımıza bile getirmediğimiz eski bayramları özleyeceğimize kimse bizi inandıramayacak.

***

‘Farkındalıklı Yaşamak’

“…bilinci beynin kabuk veya herhangi bir başka bölgesinde bir birim veya nöron topluluğu olarak aramamamız gerekir. Bilinç beynin her bölgesine yayılmış duyu, bellek, anı veya duygularımızın oluşturduğu her seviyedeki farkındalık birimlerinin toplamından oluşmaktadır.”

Bu cümleler bilince ve farkındalığa bilişsel beyin bilimlerinin güncel bakışını özetliyor. Bu öngörülü satırların yazarı Atila Gönder 1980’lerin başında yaptığı deneyleri özetleyip deneysel çalışmalarından çıkardığı sonuçları anlatıp yorumladığı kitap taslağını (Farkındalıklı Yaşamak, Atila Gönder, 2014, Arkadaş yayınları) eşi Füsun Gönder’in isteği üzerine meslektaşım Ayşegül Güler ile beraberce yayına hazırladım. Bu görevi neden Atila Bey’i hiç tanımamış ve tanıyamayacak olan ben yaptım, merak edenler kitabı okuduklarında öğrenecekler.
Kitaptaki son derece özgün deneysel düşüncelere bir örnek, beyin ve davranış ilişkisinde osilasyonların (beyin dalgalarının salınım karakteristikleri diyebiliriz sanırım) açıklayıcı değerini fark etmiş olması. Ölümü öncesindeki aylar içinde müthiş bir iştah ve iştiyak ile yazdığı kitabında düşüncelerin akışındaki coşku kitabın duygusal tonunu belirliyor.

Atila Gönder’in kitabının ilk ana bölümünde onun farkındalığa ve yaşamaya ilişkin düşünceleri, ikinci ana bölümünde ise bu düşüncelerine temel oluşturmuş deneysel çalışmaları var. Deneysel çalışma verilerden oluşur; veriler bilim insanının kanaatini değiştirir, belirler. Atila Gönder’in, benim anladığıma göre, düşüncesinin özündeki kavram olan ‘farkındalık’, değişime inanç ve değişimi oluşturacak bakış açısından oluşmakta.

Atila Gönder, vakitsiz ölümüyle biten bilimsel hayatında noktayı koyacak bir son söz söylemeye çalışmaktan ziyade, sahici bir bilim insanı olarak, başkalarının alıp, yeni ve belki bambaşka verilerle, değiştirerek geliştirerek yepyeni yönlere taşıyacakları bir düşünce bayrağı açmakta. Yaşananların farkında olmadan değişimin mümkün olmadığını hatırlatmakta. (Sunu yazısından özet).

Yankı YAZGAN | Tüm Yazıları
Hits: 1234