Tekli zorlama ve toplu onarım ikilemi

Tekli zorlama ne demek?

“Tekli zorlama”, kalkış eşiği ve varış hedefi ile açıklanabilir: Kalkış, “tek kişi” tarafından, “tek kişi” yönetimini yine “tek kişi” için kurmak. Yani, demokrasi tanımının tam tersi: “Halk için, halk tarafından ve halkın yönetimi”.

Bunun temelleri büyük ölçüde ve fiil? yolla, yine “tek kişi” tarafından, yürütme-yasama ve yargı ekseninde oluşturuldu. Meclis’te istediği yasayı çıkartmakla yetinmeyip, Bakanlıkları ve Devlet örgütünü -çevresel karar düzeneklerini de- tamamen merkezileştirmeyi KHK’lar dizisi yoluyla kotardı. Anayasa yargısı, bu vb. düzenlemeleri dizginleyemedi. Rüşvet dosyalarını kovuşturan adl? yargı mensupları, ya dağıtıldı ya da yargısız infaza tabi tutuldu. İdar? yargıyı etkisiz kılmak için, 2010 Anayasa değişikliğinin sınırlarını aşan yasal düzenlemeler yaptı. TBMM’de görüşülmekte olan yasa paketi, idar? yargıda Tanzimat’tan bu yana edinilen kazanımları sıfırlayacak boyutlarda. Uygulamada ise, mahkeme kararı tanınmıyor: AOÇ’deki inşaat, bunun tipik göstergesi. Bu tablonun özeti şu: Tek kişi, kendi iktidarını anayasal zorlamalarla kuracak ve oturacağı sarayın bile mahkeme kararına rağmen, yine fiil? yollarla inşa edilecek bir yapı olması.

Yürütme-Yasama ve Yargı, hatta hukuk ve devlet de, tek kişi hedefine yönlendirilmek suretiyle; “tekli tapınma”, geçerli olduğu kendi milletvekilleri, partilileri ve seçmenlerinin ötesinde, “tek vatan”, “tek millet” ve “tek bayrak” sloganı, “tek kişi” fetişizmiyle (hatta, “tek din” ve “tek mezhep” söylemi ile beslenerek) eş kılınmak isteniyor.

Hangi zaman diliminde? İzlenen dış politikanın tamamen çöktüğü bir dönemde. (Kuşkusuz, Türkiye açısından söz konusu olan bu çöküş, Parti ve tek adamı tarafından bir diriliş şeklinde algılanıyor olabilir; IŞİD’e karşı kullanılan “mutedil” dil, içinde bulunulan ortam ve koşullardan kaynaklanmıyor ise…).

Kazanımların anlamı

Türkiye’nin son yarım yüzyılı, kırılma-darbe ve karşı-darbelerle örülü olmakla birlikte, Tanzimat-Meşrutiyet ve Cumhuriyet çizgisinde kurumsallaşma, hukukileşme, demokratikleşme ve insan hakları eksenindeki kazanımlar kayda değer. Bunlar, AKP’nin “arka bahçe” olarak algıladığı Orta-Doğu devletlerinden Türkiye’yi ayırmakta. Belirtilenlere, elden geldiğince “nötr” bir dış politika yolunda sağlanan kazanımlar eklenmeli.

Türkiye ikilemi ne?

“Yeni Türkiye” söylemiyle söz konusu kazanımları büyük ölçüde öğütmüş bulunan AK Parti, işaret edilen değerleri, hukuka meydan okuyan “tek kişi”nin “fiil?” yönetimiyle biçimlendirmek istiyor.

Önümüzdeki iki ay, aynı zamanda Türkiye için bir tür kader dönemi: Halk, CB seçiminde fiil? tek kişi yönetimine mi “evet” diyecek? Yoksa, denge ve denetim düzenekleri yoluyla anayasal ve siyasal düzeni, “kurumsallaşma, hukukileşme, demokratikleşme ve insan hakları” eksenine yönlendirme olanağı yaratılabilecek mi?

Kuşkusuz, “yönlendirme”, basit bir istikamet çizgisi olmayıp, aynı zamanda bir onarım döneminin de başlatıcısı olmak durumunda, fiilen ve hukuken:

- Fiilen; çünkü, yeni dönemde, CB, devlet kurumlarının düzenli işleyişi için, şu anda görev başında bulunanın aksine, anayasal yetkilerini kullanacak. Bu kullanım, çoğunluk partisinin beklentileri doğrultusunda değil, “tarafsızlık” statü ve ilkesi çerçevesinde olacak.

- Hukuken; çünkü, devletin en üst makamında normalleşme sağlanırsa, parlamento ve siyasal kurumları demokratikleştirme yolu açılabilecek.

Ulusalcı-milliyetçi damarlar yerine…

Tehlike, Türkiye’nin, bir gün geriye dönme olanağı bulunsa da, artık “onarımı” mümkün olmayan bir sürece girecek olmasında. Bu belirsiz süreç, değinilen kazanımları ortadan kaldırma tehlikesi ötesinde; “yurtta barış, dünyada barış” hedefinin tersine, bölgesel savaşın Türkiye’ye bulaşması ve bir iç savaş yolunu açma tehlikesini de beraberinde getirmekte.

CHP-MHP tarafından önerilen “çatı adayı”, AKP’nin ezberini bozmuş olsa da, burada esas sorun, kendisini öneren iki partinin, ulusalcı-milliyetçi damarlar yerine Türkiye’nin kazanımlarını sahiplenerek, parlamenter rejimi demokratikleştirici bir iradeyi ortaya koyabilmesinde düğümleniyor. CB adayı, programını bu eksene oturtabilmesi için şu soruya yanıt vermeli: Türkiye, Kürt sorunu dahil, toplumsal barışı hukuk, demokrasi ve özgürlükler yoluyla nasıl kuracak? Bu soruyu, sadece aday değil, kendisini destekleyen partiler, ülke gündemine getiremediği sürece, seçmen için şu ikilem bile doğmaz: oyunu, “hükümet eden başkan” için mi, yoksa “Cumhurbaşkanı” için mi kullanacağı ikilemi…

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1982