Haziran'dan Soma'ya Bir Yılın Sağlaması

~ 09.06.2014, Av.Murat Kara ~

Large_murat_yaz_

''Hukukçular açısından ara bir sonuç yazacaksak; artık savunma durumundan çıkılıp,  özelleştirmeye hayır demek yerine devletleştirme talebinin yükseltmesi zorunludur.''

 

 

Adalet ve sosyalizm sitesinin 17 Eylül 2013 tarihli Hukuk Analiz köşesinde Gezinin Hukuk Diyalektiğini yazmıştık. (http://www.adaletvesosyalizm.org/gezinin-hukuk-diyalektigi) Hem Haziran direnişinin yıldönümü olması hem de içinden geçtiğimiz sürecin ihtiyaçları doğrultusunda oradan devam ederek ilerleyeceğim.

Gezi’nin Hukuk Diyalektiği yazısında şöyle bir önermeden bahsetmişiz “…hukuk tek başına yazılı ya da yazısız kurallara indirgenemez. Hukuk, kendi mantıksal sağlamasını var olan toplumsal ilişkilerde bulur. Hukuk kuralının içeriği; yaşamda, toplumsal ilişkilerde aranmalıdır…”. Haziran ve onu önceleyen dönemde AKP iktidarının çıkardığı hukuk kuralları ile toplumun kendisine biat edeceğini düşünmesi,  Haziran’a giden yolun taşlarını örmüştür. Bu tek başına birkaç ağaç meselesi değildir, deniliyordu ya, haklıydılar. Hiç birimiz bunun tek başına ağaç meselesi olduğunu söylemedik.

Haziran 2013 tarihiyle birlikte Türkiye’de bir dönem kapanmıştır. Toplumun üstündeki o ölü toprak kalkmış, meşruluk yönetilenler lehine dönmeye başlamıştır. Bu yazılanları iyimserlikten öte somut durumun somut tahlili olarak okumalıyız. İyimserlik ise, belki de en sonlara yazacağımız niteleme olmalıdır.

Diğer taraftan Haziran direnişinin bir yıl sonra yönetilenler cephesinde bir durma halinin olduğu ya da savunma pozisyonuna geçildiği iddia edilmektedir. Bu durum belki de tartışılması en normal şeydir. Bu tartışmaya hukukla ilişkilendirerek cevaplar aramaya çalışalım. Bunu yaparken de Haziran sonrası bir moment ile yönetilenleri birleştirerek sacayağımızı (moment, yönetilenler, hukuk) oluşturalım.

Birinci ayağımıza 2013 Haziran sonrası bir dönemi; ne yazık ki, ülke tarihimizin en büyük faciasını, aslında facia yerine katliam demek neden sonuç düzlemine yerleştirebilmek için gereklidir,  yazalım. Ülke tarihimizin en büyük katliamı, iş cinayeti, Soma maden ocağında 301 işçinin hayatına kaybettiği o kara günün sonrası momentimiz olsun.

İkinci ayağımıza ise, 301 yol arkadaşını madende bırakan maden emekçileri, işçileri yerleştirelim.  

Son ayağımız ise, hukuksal bir tanım devletleştirme ve zıtlığını özelleştirme olsun.

Sondan başlayalım. Özellikle ülkemizde 12 Eylül sonrası Turgut Özal ve prensleriyle hızlanan özelleştirme furyası yasal metinlerde yer almamasına rağmen, Anayasa Mahkemesi’nin 07.07.1994 tarihli kararıyla bir hukuk kuralı haline gelmiştir. Anayasa Mahkemesi TEKEL özelleştirmesi hakkındaki kararında, Anayasa’nın 46. Madde ile “kamulaştırma” 47. Madde ile “devletleştirme”  başlığıyla düzenleme yaptığı fakat “özelleştirme” ile ilgili bir düzenleme yapmadığını tespit ederek, bu durumun özelleştirmeye bir engel teşkil etmediğini belirtmiştir. Başka bir ifade ile Anayasa Mahkemesi Anayasa’da özelleştirmenin öngörülmemiş olmasının yasa koyucunun bu alanda düzenleme yapmasını engellemez demektedir. O dönem neo-liberal saldırı altında yeni bir devlet anlayışına, reel sosyalizmin çözülüşüne sahne olan bir dünya, Türkiye ve kapitalizm yaşanmaktaydı. Bunun doğal sonucu olarak hukuk ve özelde de Anayasa Mahkemesinin kararları bu sürece paralellik göstermiştir. Daha sonra ise, Anayasa’nın 47. Maddesi’ne yapılan ekleme ile özelleştirmelerin kanunla yapılacağı belirtilmiş ve yazılı hukuk kuralı haline gelmiştir. 

İlk iki ayağımıza maden işçisi ve Soma’ya döndüğümüzde ise, hepimizin dünya arenasında imrenerek baktığımız bir olay yaşanmakta. Öyle sıcağı sıcağına ya da bir defaya has da değil, daha bu hafta içi bile, Somalı maden işçileri aileleriyle birlikte Türkiye Kömür İşletme (TKİ)  Müdürlüğü önüne yürüdü. Arkadaşlarını anmak ya da kabile ceza hukuku mantığıyla büyük kelle isteriz demek için de yürümediler. Sloganları basitti:  “Kamu gelecek, dertler bitecek”. Somalı maden işçisi madenlerin devletleştirilmesi talebiyle sokaktaydı.

Sacayağımızı zemine yerleştirmiş olduk, Haziran sonrası bir süreçte işçiler devletleştirme talebi ile sokaktalar.  Yukarıda yazdığımız şimdi tekrarlama zamanı geldi; Haziran ve onu önceleyen dönemde AKP iktidarının çıkardığı hukuk kuralları ile toplumun kendisine biat edeceğini düşünmesi,  Haziran’a giden yolun taşlarını örmüştür. Günümüz AKP ve Türkiye Kapitalizmi için bu tespit geçerliliğini korumaktadır. Bunun iki sebebi var; birincisi krizden çıkılmamıştır ve yeni krizler dalgalı bir seyirde yaşanmaya devam etmektedir.  İkincisi ise, haziran sürecini oluşturan bilinçte gerileme yoktur.

2014 yılında AKP veya nasıl kodlanacaksa Türkiye’deki kapitalist sistem hukuk kurallarının sağlamasını toplumda bulmakta zorlanmaya devam etmektedir. 

Hukukçular açısından ara bir sonuç yazacaksak; artık savunma durumundan çıkılıp, özelleştirmeye hayır demek yerine devletleştirme talebinin yükseltmesi zorunludur. Özelleştirmelerin artık toplumsal sağlamasının kalmadığına ikna olmamız, ikna etmemiz bunu mücadelemizin ortasına koyma zamanı gelmiştir.

Nasıl ki Haziran direnişi 12 Eylül sonrası toplumun üstündeki ölü toprağını atmış, bir dönemi kapatmıştır diyorsak, Soma’yı, Amasya’yı, işgal üniversitelerini önemsemeli, Haziran’da açığa çıkan bilinci doğru kulvara, örgütlülüğe sürüklemeliyiz.    

Kamuculuk işçi sınıfı ile buluşmuşken, toplumsallaşması için örnekler artırılmalıdır. Meşruluğu kazanmış bir halkın doğru talepleri tespit edildikten sonra paylaşılmalı ve hatta yeni alanlarda üretilmelidir. Hukuk paradoksu ancak böyle çözümlenebilir. Hukuksal gerçeklik ile yaşamasal gerçeklik arasındaki açının kapanmasını görevlerimizin en başına yazmaktan korkmamalıyız.

HAZİRAN KAMUCUDUR, AYDINLANMACIDIR, DAYANIŞMACIDIR, EŞİTLİKÇİDİR VE ÖNÜMÜZDE DURMAKTADIR.

 

http://www.adaletvesosyalizm.org/haziran-dan-soma-ya-bir-yilin-saglamasi

Av.Murat Kara | Tüm Yazıları
Hits: 1356