Akıl ve öfke artık 'kaderin' önüne geçti

~ 20.05.2014, Yeni Yaklaşımlar ~

Başbakan’ın Soma halkından gördüğü tepkiyi “Hacı hocayla çevrilecek gibi bir direniş ve öfke değil bu” sözleriyle yorumlayan Gazeteci Yazar Can Dündar “Aklın ve öfkenin, ‘kader’ sözlerinin önüne geçtiği bir yerdeyiz” diyor

 

Akıl ve öfke artık ‘kaderin’ önüne geçti
Okuyucu Modunu Aç Yazıyı Büyüt:

ÖMÜR ŞAHİN KEYİF / [email protected] / @omursahin

İktidarın madya üzerindeki baskılarının iyiden iyiye arttığı, müdahale ve manüpilasyonunun aşikaren yapılmaya başladığı dönemde, ilk saldırıya uğrayan gazetecilerden biriydi Can Dündar. Son olarak üç ay boyunca hazırlayıp sunduğu Canlı Gaste programını yaptığı Artı Bir’le yollarını ayırmak zorunda kalan Can Dündar’la, bu süreci, heyecanını yaşadığı yeni çalışmalarını ve elbette Soma’yı konuştuk...

»1995’te yazdığınız bir yazıda ‘Ölülerimizi saymayın çünkü onlarla birlikte eşsiz bir dünya da yok olup gider’ demiştiniz. Bugün Soma’da ölü sayısına indirgenen tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayma adeti medya için de, iktidar için de pis bir durum, çünkü saydığımız şeyin insan olduğunu hissettirmek çok zor oluyor. Daha insan odaklı bir habercilik ve devlet adamlığı düşlüyorum. Her birinin ismi var, o zaman isimlerini sayalım; tek tek öyküleri var onların. ‘Ölü sayısı şuna çıktı buna çıktı’ lafları olayın hem vahametini düşürüyor hem de bizi insanlıktan uzaklaştırıyor. İş kazası lafını da değiştirmemiz lazım; bunlar iş cinayetleri. Olayın vehameti büyüdükçe Başbakan’ın reaksiyonu da aynı oranda büyüyor gözümüzde. İkisi yan yana, insanlığın aldığı şekil olarak çok sevimsiz duruyor. Adeta sabrımızı sınıyor.

»Gittiği her yerde tepkilerle karşılaşıyor Başbakan. Sabrımız taştıkça iktidar köşeye mi sıkışıyor?
Bir göz kararması hali olduğunu düşünüyorum. Bunların bilinçli hareketler olduğunu düşünmüyorum artık. Refleks halinde. Bir Başbakan’ın bir markete girip, bir protestocunun üzerine yürümesi ve onu koltuğunun altına sıkıştırıp tokatlaması, ülkenin tarihinde yok. Çok özel bir vakayla karşı karşıyayız. Bu reflekslerin pek hayırlı bir yere gitmediği çok ortada. Şöyle bir korkum var; Erdoğan Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesine çevirdikçe, Ortadoğu’nun kendine özgü politika yöntemleri var ve ne yazık ki onlar çok alıştığımız demokratik yöntemler değil, Türkiye’yi koltuğunun altına alıp sürüklediği ve tokatladığı yer, sonunda kendisinin koltuk altında tokatlanacağı bir yer olabilir. Bu ihtimal hepimizi ürkütmeli. Onun için acilen sağduyuya ve sakinleştirilmeye ihtiyacı var Erdoğan’ın.

KORKTUĞU KADAR VAR

»Gezi Direnişi’nin sınıf siyasetine dair bir söz söylemediği tartışılmıştı. Soma’nın ardından bir şeyler değişecek mi?
Gezi’deki en doğru cümle ‘Bu daha başlangıç’tı. Gezi örgütlü bir hareket değildi, eli sobaya değmiş bir insanın elini şiddetle geri çekme hadisesiydi. Ne kadar çok insanın sobaya değdiğini yakinen görmüş olduk ve o hareketin ne kadar büyük bir korku doğurduğunu... Gezi, yatışmış gibi göründü insanlara ama aslında Soma, Gezi ruhu diye bir şeyin hâlâ var olduğunu ve onun ülkemizin semalarında dolaştığını, nerede bir bela varsa oraya çöreklendiğini gösterdi. Bir başlangıçsa, evet şimdi yeni bir sayfa açıldı. Buna inanıyorum. Ve buradan yürüyecek bu kitap. Hem kitlelerin cesaretlendiği kadar hem de iktidarın korktuğu kadar var.

»Olayın hemen ardından iktidarın ‘kader’, ‘şehit’ gibi dini söylemler ve gönderilen tarikat üyeleriyle bir algı yönetimine giriştiğini gördük. Bu sefer işledi mi?
Yanılıyor olabilirim ama işlemediğini düşünüyorum. Bu işin fıtratında olduğu argümanının öfkeyi sadece beslediğini düşünüyorum. Çok aleni bir katliam var ve insanlar ‘bizimle alay ediyorlar’ duygusuna kapılıyor. Bu kadar ağır bir baskı döneminde Başbakan’ın yüzüne yuh çekmek, arabasını tekmelemek, bunlar bu iktidarın hiç görmediği muameleler. Hacı hocayla çevrilecek gibi bir direniş ve öfke değil. Elbette bunu yine kullanacaktır ama aklın ve öfkenin, ‘kader’ sözlerinin önüne geçtiği bir yerdeyiz.

»Başbakan sizi, yargılanacağını ifade ettiğiniz yazı nedeniyle mahkemeye şikâyet etti...
Başbakan’ın şikâyetçi olma hakkı var. Sadece ben de değil bir sürü gazeteci hakkında şikâyetçi oldu. Tabii demokratik ülkelerde başbakanlar bunu kabullenir, sineye çeker, güler geçer... Bizimki normal bir yönetim olmadığı için bu tür anormal yöntemlere başvuruyor...

GEZİ BELGESELİ 31 MAYIS’TA

»Savcılık kabul etti mi dilekçeyi?
Savcılığa daha gidemedim, gideceğim. O yazıda hakikaten bir hakaret yoktu. Benim yazılarımı bilenler hakaret etmediğimi de bilirler. Bir gerçekliğin altını çizdim. İki kere iki dört. Anayasa’yı ya da en temel insan haklarını çiğnersen yargılanırsın. Hakareti değil cesareti yargılamaya çalışıyor; bir daha kimse cesaret edemesin diye.

»Erdoğan’ın ‘Cadı avı yapacağı’ sözlerini bir kenara not edin diye tweet atmıştınız. Neden not edelim?
Bütün muhaliflerin peşine düşecek. Şu ana kadar yaptıkları yapacaklarının sigortası. Herhalde ilk elde Cemaat geliyor ama Türkiye’de cadılar değişiyor avlar değişmiyor. Bir dönem komünistlerdi Kürtlerdi. Şimdi Fettullahçılar. Her zaman solcular. Av geleneği sürüyor. Yarın tersine döndüğü zaman işler ‘vay bize cadı avı’ uygulanıyor diye ağlayanlar olacaktır bu iktidar içinden. Onun için bir kenara yazmakta yarar var. Önemli olan cadıları değiştirmek değil ava son vermek. Bunu yapabilen iktidar Türkiye’nin tarihine geçecek. Yoksa ‘Ben artık dipçik değil cop kullanıyorum’ demenin Türkiye’ye demokrasi getirdiği söylenemez.

»Artı Bir’den ayrılmanızın ardından, bir belgesel ve kitap hazırlığında olduğunuzu söylemiştiniz... Ne durumdalar?
31 Mayıs’a bir Gezi belgeseli hazırlıyoruz. Genelde benim tarzım böyle refleks belgeseller yapmak değildir. 12 Mart, 12 Eylül gibi bayağı tarih olmuş olayların belgesellerini yapıyorduk. Meseleler çok sıcak yaşanmaya başlanınca aslında tarzım olmayan bir şeye giriştim. 17 Aralık da öyleydi. ‘Bunları derli toplu anlatmamız lazım’ diyerek iki, üç günde yaptık. Hayatımda ilk defa o kadar kısa sürede bir şey yapmaya çalıştım. Sadece tapeleri ardı ardına koymanın bile önemli bir belge ortaya sermek olduğunu düşündüm.

Şimdiki belgeselde Gezi ruhuna uygun olsun her şey diye, bir çağrı yaptım ‘elinde görüntü olanlar bizimle paylaşırsa’ şeklinde. İnanılmaz bir dönüş oldu. Onları burada çok uzun günler haftalar boyunca ayıkladık ve bir Gezi belgeseli hazırladık.

»’Cesur bir belgesel’ diyorsunuz...
Cesaret çok göreli tabii. Merkez medyada yayın şansı bulamam bunu biliyorum artık. Gezi cezur bir eylemdi bu da onun belgeseli olduğu için cesur, yoksa özel bir çaba sarf etmedik.

»Nerede izleyeceğiz?
Televizyon ekranına küçültmek istemiyorum, olay gerçekten büyük çünkü. Artık ekranlara sığmıyor yapılan işler. O yüzden de 31 Mayıs’ta Gezi’nin doğum yeri olan parklarda gösterilmesini arzu ediyorum. Belediyelerle görüşüyoruz, isteyen belediyelere ya da üniversitelere ücretsiz gösterim olması kaydıyla vereceğiz. Beşiktaş ile temastayız, Ataşehir’de Deniz Gezmiş Parkı’nda, İzmir Buca’da, Ankara Çankaya’da olacak. O gün aynı saatte parklarda gösterilecek...

UYKULARIMI KAÇIRAN BİR KİTAP

»Peki ya kitap?
Kitap hakikaten bana çok heyecan veren bir şey. Meslek hayatımın en önemli işlerinden birini hazırlıyorum, diyebilirim. Bunu ancak gelecek ay görebileceksiniz. Uykularımı kaçıran bir şey. Beni bilenler abartmayı sevmediğimi de bilir ama hakikaten çok heyecan verici bir şey yakaladım, onu yayıma hazırlıyorum. Haziran’da herkesle paylaşacağım ama şimdilik paylaşamıyorum, sonra anlayacağınız nedenlerle...

»Son zamanlarda eskiden alışık olduğumuz duygusallıkta değil kaleminiz. Bunu neden gerekli gördünüz?
Erdoğan deformasyonu. Erdoğan hepimizi kendine benzetti diye tahmin ediyorum. En azından kendim için söyleyeyim bunu; itiraf edeyim. Mesela ben o kadar öfkeli bir adam değilimdir, şimdi yazdıklarıma bazen şaşıyorum. İçimden öfke taşıyor. Ama bir ben değil çevremde herkeste gözlediğim bir şey. Bizi öfkeye esir etti. Bir nefret salgını var ortalıkta. Eski yazılarıma bakıyorum, aşktan bahsetmişim, sokak vardı hayat vardı... Şimdi en nefret ettiğim şeyi yapıp sürekli politika yazıyorum. Ama sanki onu yazmazsam çok ayıpmış gibi geliyor. Bana orada emanet edilmiş bir köşe var bir çok insan susmuş durumda ve benim bir şey söyleme şansım var, ne yalan söyleyeyim politika dışında yazmaktan utanır oldum... Bilinçle ilgisi yok iklimin bizi teslim alması. Duygularımızı gizler, onlardan utanır olduk neredeyse...

***

‘Gidebildiği yere kadar’ dedik

»Artı Bir’den ayrılmak zorunda kaldınız. Neden böyle oldu?
En genelde mesele iktidarın medyaya müdahalesi ve çok ağır bir baskı kurması. Hedefi şaşırtmamak lazım. Bu herhangi bir patronun ya da gazetecinin meselesi değil, bu bir iktidar yaklaşımı meselesi. Bütün kapılar kapatıldığı için, Artı Bir’i biraz da gerilla mücadelesi olarak görüyorum. Normal zeminde siyaset yapma imkanı kalmayınca nasıl insanlar dağa çıktıysa, biz de merkezde gazetecilik yapma şansı kalmadığı için, bir merkezkaç kuvvetiyle etrafa savrulduk. O savrulma sonucu da bir tür gerilla mücadelesi yapan kuruluşlar doğdu.

Bunun avantajı lafınızı hiç korkmadan söyleyebilmeniz; dezavantajı ise evet dağda koşullar çok zor. Hem geçim, kadro, altyapı dertleri hem teknik sorun, habere ulaşma sorunu var. Bir yandan da ‘mesleğimi yapabiliyorum, sözümü söyleyebiliyorum’un, sizin BirGün’de hissettiğiniz duygunun rahatlığı var. Bir tercihe zorluyor insanı. Ben daha rahat koşullarda sözümü sakınarak mı gazetecilik yapacağım, zorlu koşullarda belki geçimimi başka yerlerden sağlayıp sözümü mü söyleyeceğim? Bunun cevabını kendi adıma verebiliyorum ama orada 100 kişilik bir ekiple çalıştığınız zaman o kadar kolay olmuyor. ‘Ben bir süre dayanabilirim, kitap yazarım belgesel yaparım parasız idare edebilirim’ diyorsunuz ama Artı Bir’de koşullar gerçekten can yakıcıydı.

Beni girerken uyarmışlardı, daha önce benzer bir süreç yaşandı diye. İki şey olacak diyorlardı bir, politik baskı gelecek; iki paranız ödenmeyecek, mali olarak zorda kalacaksınız. Bunların ilki olmadı, o yüzden ikincisine dayanabildik bir süre. Cesaretin bir bedeli var onu biliyoruz, ama insanlar bir süre sonra artık işe yürüyerek gidip gelmek zorunda kaldığında artık dayanılmaz noktaya geliyor. Sadece o da değil. Bir noktadan sonra kötü yönetilme geldi. Bazı programlara son verme gibi kararlar gelince, topluca ayrıldık.

»Kanal çalışanlarına devredilecekti. Bir kandırılma mı söz konusu?
Biraz öyle oldu. O vaatle devam ederiz diye düşündük, ama o da gerçekleşmedi. Bence iyi bir projeydi. O proje sonunda bir canlanma oldu kanalda ve o canlanma ne yazık ki ‘Böyle iyiymiş devam edelim bu şekilde’yi getirdi... Bunlar bizim aklımızın erdiği konular değil maalesef, biz gazeteciler haberin peşindeyiz. Televizyon işletmeciliği, parayı yönetmek hakikaten zor işler. Hayal kurmuyordum, bunun çok uzun gidemeyecek bir ütopya olduğu belliydi. ‘Gidebildiği yere kadar’ dedik, oraya kadar götürdük...

***

O kadar öfkeli biri değilimdir, şimdi yazdıklarımaysa bazen şaşıyorum. İçimden öfke taşıyor. Sadece ben değil herkeste gözlediğim bir şey. Bizi öfkeye esir etti. Bir nefret salgını var

***

Türkiye’yi koltuğunun altına alıp sürüklediği ve tokatladığı yer, sonunda kendisinin koltuk altında tokatlanacağı bir yer olabilir. Bu ihtimal hepimizi ürkütmeli. Sağduyuya ihtiyacı var

***

Gezi, yatışmış gibi göründü ama aslında Soma, Gezi ruhunun hâlâ var olduğunu, onun ülkemizin semalarında dolaştığını, nerede bir bela varsa oraya çöreklendiğini gösterdi.

 

birgün

Hits: 964