Sömürü ve yağmanın hukuku

~ 27.04.2011, Mehmet Yavuzkan ~
Ne demiş Tevfik Fikret? “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin / Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin”
Sömürü, kâr, rant... Patronlar, yaptıkları hiçbir işe bunları hesap etmeden, düşünmeden gir(e)mezler. Bu, kapitalist düzenin gereği olup; burjuva siyaseti ve hukuku da bu işleyişin teminatı olan kurumlardır. Günümüzde daha da fazla böyledir. Öyle ki, son otuz yıldır süregelen neoliberal politikalar, sermaye sınıfı ile bu kurumlar arasındaki açıyı neredeyse tamamen kapamıştır. Bunun nedeni, işçi sınıfının yenilgisi olduğu kadar, sermayenin sınır tanımayan yayılma ve talan isteği yani kapitalizmin bugünkü geldiği noktadır.
Türkiye'de burjuva siyasetçileri, artık birer patrondur. Özal'ı başarılı bulan, patronlara “Özel sektöre hiç düşünemediğiniz ölçüde teşvik politikaları gelecek” diyen Kılıçdaroğlu'nun halkçı söylemlerinin hiçbir anlamı yoktur. Anlamı olmadığı gibi, niyeti de...
Erdoğan ve partisinin avantajı buradadır. AKP, devlet olmanın getirdiği avantajla, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ve yeni Anayasa ile sömürü ve yağmanın hukukunda köklü değişikliklere gitmektedir. Patronlar daha fazlasını istemekte, AKP gereğini yapmaktadır. Bizden de “hukukun üstünlüğü”ne inanmamız istenecektir.
İnanmak isteyen Hitler faşizminin nasıl geldiğine baksın ve tarihten dersler çıkarsın.
***
5 Mayıs'ta Bursa'da bir dava görülecek.
Bilindiği gibi, TOFAŞ 2009 yılı başında ekonomik krizi gerekçe göstererek, yaklaşık 1100 işçiyi işten çıkartmıştı. O dönemde, Yurtsever Cephe İşçi Birliği ekonomik kriz gerekçesinin koca bir yalandan ibaret olduğunu, patronların kârına kâr katmak amacıyla toplu işçi çıkartma yapıldığını belirtmiş; ayrıca bir işçi işe iade davası açmıştı. Davada, TOFAŞ'ta incelemeler yapılarak bilirkişi raporu hazırlanmıştı. Bu raporda, “2008 yılında yurtiçi satışları her ne kadar azalsa da yurtdışı satışlarının arttığı, yine 2008 yılı maliyet kalemlerinin içinde işçilik maliyetlerinin yalnızca %5 olduğu, , bir önceki yıla göre 54.956 araç fazla üretildiği, şirketin öz sermayesinde azalış olmadığı, şirketin bu yıl içerinde 653.066.763 TL yatırım yaptığı ve 2008 karlılık oranının %10.10 olduğu” belirtilmişti.
Bursa 4. İş Mahkemesi de, rapordaki hususlara değinerek, “TOFAŞ'ın işletme adına hiçbir fedakârlık yapmaksızın fedakârlığı devletten ve işçilerden beklediği, işçi çıkarma yolunu en son yol olarak seçmesi gerekirken, bu tedbiri en son çare olarak değerlendirmediği, diğer tedbirlere başvurmadığı” gerekçesiyle feshin geçersizliğine ve işe iadeye karar vermiştir.
Dikkatinizi Bursa 4. İş Mahkemesi'nin kararına çekmek istiyorum. Bu kararı okuduğumda Yargıtay'dan döneceğine adım gibi emindim. Böyle bir kararın onanması, patronlar tarafından istenmeyecek bir durumdur. TOFAŞ'ın patronu KOÇ olsanız nasıl yorumlarsınız?
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi'nin verdiği karar ne dersiniz? Daire, “daralma nedeniyle istihdamın azaltılması gereken bir durumun olup olmadığını, işverenin fesihte keyfi davranıp davranmadığını somut olarak açıklığa kavuşturulmasını ve işten çıkartılan işçinin Toplu İş Sözleşmesi hükümleri ve sendika ile yapılan protokol hükümlerine göre belirlenip belirlenmediğini yani davacının işten çıkartılacakları belirleyen kural ve protokol kapsamına girip girmediğinin belirlenmesi” için kararı bozmuştur. 11 Nisan 2011 tarihli duruşmada, Yargıtay kararında belirtilen eksiklikliklerin tamamlanması için dosya yeniden bilirkişiye gönderilmiştir.
Kriz dönemlerindeki pek meşhur söylemi hatırlayalım: “Hepimiz aynı gemideyiz. Satış yapamıyoruz, bağlantılar kesildi ya da rekabet edemiyoruz” Doğru mu bu sözler?
Bu düzenin hukukçularına da sorumuz şu: Siz hiç kriz dönemlerinde, evini, yatını, atını, katını satıp da, işçisine maaşını veren, kişisel servetini fabrikalarına aktaran patron gördünüz mü? Siz hiç Türk Metal adındaki patron sendikasının protokolünün işçiye yaradığını gördünüz mü? Sizler krizden bu yana, ülkemizde artan milyarder sayısının, patlayan kârların nasıl gerçekleştiğini düşünüyorsunuz? Verdiğiniz kararlarda bu gibi olguları düşünmüyor musunuz?
İşten çıkarıldığında, ertesi günü ne yiyeceğini bilmeyen ve okuldan çocuklarını çeken, bunalım nedeniyle evinden kaçan, boşanan onca insanlar mı gözünüzün önüne geliyor yoksa tıksırıncaya kadar yiyen yağmacı patronlar mı?
Karar alma süreçlerinizde neden bu gibi toplumsal olgulara yer yok? Olamaz değil mi?
Ya da varsayalım ki, Bursa 4. İş Mahkemesi “işten çıkarma” kararı verdi? Daire olarak o zaman da aynı gerekçelerle kararı iade eder miydiniz? Ya da “her insanın çalışma hakkının olduğunu, işsiz bırakmanın Anayasal suç olduğunu” söyleyebilir miydiniz?
Söyleyemezsiniz, bu cümleler ancak sosyalist bir cumhuriyetin anayasasında olur. Hukuk, bu düzende burjuvazinin sığınaklarından biriyken, sosyalizmde topluma içselleştirilmiş eşitlik, özgürlük ve kardeşliktir. Bu hukukun kuralları, Anayasa'da değil, toplumsal hayatın her alanında her gün yeniden yaşatılır.
***
Sizce yargıya müdahale mi ettim? “Yan gelip yatanlar” denecek, “ananı da al git” diye küfredilecek, sıkışılan durumlarda yargıya işaret verilecek, ülkemizi umuda yürüten liselilere “10 bin genci dikerim karşınıza” denip iç savaş tehdidi yapılacak, KHK ve yeni Anayasa ile emekçilerin hayatları karartılacak! Şeriatın hukuku getirilmeye çalışılacak, biz de susacağız öyle mi?
Ülkede gerçek anlamda yargı mı kaldı?
***
İşçi sınıfının siyasetle bilendiği, partisiyle çoğaldığı, öfkesiyle direndiği, coşkuyla kutladığı nice 1 Mayıs'lara...

(SolHaber 27.04.2011)

Mehmet Yavuzkan | Tüm Yazıları
Hits: 1741