Uçurumun kenarı

~ 10.04.2014, Ali Rıza AYDIN ~

Kaotik adlı müzik grubunun “paranoyak” adlı şarkısında geçen “düzen dediğin şey kargaşa” sözcükleri AKP düzenini birebir anlatıyor. Başta büyük sermaye olmak üzere kimileri de bu düzene istikrar adına göz yumuyor.

Seçim, demokrasinin güvencesi imiş… Buyurun size 30 Mart seçimleri: Anayasa ve yasalarla düzenlendiği, yargının yönetim ve denetimine teslim edildiği halde kendisini güvence altına alamamış, AKP diktatörlüğünün kargaşası içinde boğulup kalmış…

Kendi güvenliğini sağlayamayan bir seçim sisteminden demokrasinin güvencesi olması bekleniyor. Ve bu seçimlerin hileleri, usulsüzlükleri, yolsuzlukları sere serpe ortaya saçılmışken, meşruiyet tartışması yapılırken, hemen Cumhurbaşkanlığı seçimi için ısmarlama aday dayatılıyor. Hem de kaotik ortamın yaratıcıları ve işbirlikçileri tarafından hem de yine halk devre dışı bırakılarak…

Sözde, Cumhurbaşkanını halk seçecek. Oysa ne Anayasa ne de siyaseti tekellerine alan Meclis partileri halkı düşünüyor. Yasalaşma sürecindeki koşullarıyla ve içeriğiyle tartışılması gereken Cumhurbaşkanlığı seçim mevzuatının özeti şu: Yüzde on seçim barajı ile oluşan bir Meclis içinden yirmi milletvekilinin teklifi ile adaylık mümkün olabilecek. Ayrıca en son yapılan milletvekili genel seçiminde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilecek.

Bu hukuksal tablo, büyük düzen partilerini işaret ediyor. Küçükleri olanaksızlığa itiyor. Tam bir pazarlık tablosu; “ne yapalım sol partiler de büyüseydi” gibi bir basitliğin kabul edilmeyeceği derecede de kötü. Halk seçecek ama adayı yok. Klasik temsili demokrasi yaklaşımı…

Bir haftadır yapılan tartışmalar, AKP’nin diktatörlüğünü Cumhurbaşkanlığı seçimiyle pekiştirmek istediğini, muhalefetin de AKP ile yaşanan meşruiyet kaybını perdelemeye devam edeceğini gösteriyor. Yaşananlardan ders almayan, meşruiyet kaybından yararlanmayı bile düşünmeyen muhalefet görüntüsü devam ediyor.

Her şeye karşın “Cumhurbaşkanı Erdoğan” haykırışları, 1850’ler Fransa’sından bir Louis Bonaparte hikayesi anımsattı:

Genel oy hakkının kullanılması sonucu, sosyalistler için başarılı geçen Paris kısmi seçimlerinden sonra endişelenen hükümet ve meclis çoğunluğu, genel oy hakkını budamak amacıyla seçim yasasını değiştirmek için harekete geçer, toplumsal baskıyı da artırır. Ancak, Meclis ile Cumhurbaşkanı arasında, “kızıl”lara karşı mücadelede suç ortaklığı olmasına rağmen, rejimin geleceği konusunda rekabet vardır. Her ikisi taraf da cumhuriyeti ortadan kaldırmayı düşünürken, Meclis monarşinin canlandırılmasından, Louis Bonaparte ise imparatorluğun canlandırılmasından yanadır.

Yasa görüşmeleri sırasında Louis Bonaparte’ın dostlarından biri ona şöyle der: “Siz genel oy hakkının doğurduğu bir kişisiniz, sınırlı oy hakkını savunmanıza inanamam”. Bonaparte şöyle karşılık verir: “Bu konuyu hiç anlamıyorsunuz. Ben Meclisi mahvediyorum”. Dostu, “ama onunla birlikte siz de mahvolacaksınız” deyince, Bonaparte ekler: “Hiç de değil. Meclis uçurumun kenarına gelince ipi keserim”.

Diktatörler, demokrasi oyunlarını denemeyi severler ama demokrasiyi benimsemezler. Demokrasi kurum ve kuralları, isteklerine uygun ise kabul görür, değil ise saygı duyulmaz. AKP ve Erdoğan bunun örneklerini fazlasıyla gösteriyor. Uçurumun kenarına gelince ipi kesme konusunda duraksamaya düşmeyecekleri de yaptıklarıyla ortada.

Birinci soru: AKP oyununun parçası olmak mı, AKP’den kurtulmak mı?

30 Mart yerel seçimleri, “kurtulma” propagandası yapılarak “parça” olmaya devam edildiğini gösterdi. Aynı kaotik oyunun, halk müdahale etmezse, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de sürdürüleceği yönünde emareler var.

İkinci soru: Halk, siyaset yolunda, aracılarla ve temsilcilerle mi yürümeye devam edecek, yoksa fiilen kendisi mi yola koyulacak?

Sol Cephe, Haziran Direnişi’nden aldığı güçle “halkın siyaseti” için kolları sıvadı. Şimdi “diktatörlük yalnızca mücadele eden kitleler tarafından devrilebilir” diyerek, önünden kaçılan kapıları kırmak için atılıma geçiyor.

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1434