'Millî İrade' Bilinci.

~ 03.04.2014, Ertuğrul KAZANCI ~

 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------   

      Bu ülkede emperyalizme tutsaklık uğruna mı demokrasiye geçildi? ‘Her mahallede bir milyoner yaratmak’, tarikat ve cemaatlere can vermek amacıyla mı yola çıkıldı? Yolsuzluklar, faili meçhuller ve dış politika kaosları adına mı perdelenmiş uğraşlar sergilendi? Demokratik karakterli bir ideoloji olan Atatürkçülüğün doğasına uygun kültür neden oluşturulamadı? Böylesine bir demokrasi, ulusalcılık zemininde ilerici, toplumcu ve bağımsız ‘millî irade’ yarışmalarına tanıklık edebilirdi. Ama olmadı. ‘Hurafe ve safsatalarla’  iradelere set çekildi.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

                                                                Ertuğrul KAZANCI Eğitimci/Hukukçu

 

   Yerel seçim sonuçları; nice şaibe savlarıyla yüklü, yıpranmış, çelişki ve başarısızlıkları ortaya serilmiş olan bir siyasal iktidarı yerinde tuttu. Gözleri perdelenmiş ve zihinleri koşullanmış birtakım kitleler şaşılacak kayıtsızlıkla bildiklerini okudular. Bu gelişmenin bir başlangıcı vardır. Buna elbette bakılmalıdır.

    Tarihte halkın; kişilik, dirlik ve esenliğini bilinçle geliştirmeyi amaç edinen devrimlerin, geniş kitlelere kendisini kabul ettirmesi daima zor olmuştur. Yüzyılların karanlığına bırakılmış saplantılarla iç içe girmiş halkların aydınlatılması için, çetin aydınlanma uğraşları verilmiştir.   

    Türkiye’de Cumhuriyet ve devrim ilkelerinin; teokratik, bağnaz ve hanedan egemenliğine dayalı zeminle yer değiştirmesi hızlı ve keskin bir süreçtir. Kemalist ivme, evrensel yankılı ve etkin derinlikli devrimlerin alınyazısı olan; “halka rağmen ama halk için” gerçeğini de doğal olarak yaşamıştır.

    İrdeleme:

    Siyasal bilimci Maurice Duverger, “tek parti, tek şef” nitelikli partilerin uluslararası boyutta değerlendirmesini yaparken, Atatürk ve İnönü devirlerindeki CHP için: “Totaliter yapıdan uzak, iç muhalefete açık, durmaksızın çok partili sisteme geçmek isteyen özgün ve esnek bir yapı göstermektedir” der. Hatta Duverger; “Demokrasiye geçişin zorunlu ertelemelere uğramasının “mahcubiyeti” tek parti CHP ‘de yaşanmıştır” şeklinde sözlerini sürdürür.

    1925’te İngiliz tahrikli “şark isyanına” bulaşan “ Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” veya 1930 ‘daki “Menemen” olayının ortam bulmasında açık rol sahibi “Serbest Fırka “ etrafındaki eylemler ortadayken, demokrasi içinde değil miydik? İkinci Dünya Savaşı’nın 6 yıl süren ve 52 milyon insanın canını yakan kan ve ateşle dolu çatışması anımsanmalıdır. Türkiye’yi bir barış adası olarak koruyan İnönü yönetiminin, demokrasi için bu dönemde gösterdiği çabalar belleklerden yitirilmiş midir?

    Cumhuriyet rejimi kökleşmeden, Kemalist devrim pekişmeden, Köy Enstitüleri işlevini tamamlamadan, toprak reformu gerçekleşmeden, gerici-faşist kıpırdanmalar gereğince önlenmeden çok particiliğe geçilmiştir. Çünkü Cumhuriyet, demokratik devrimci tutumu vazgeçilmez bir acillik saymıştır.

    Türkiye’deki demokrasi adımlarında “dış etmenlerin zorlamasından” çok konu açılmıştır. Ama kesin gerçek, Atatürk ve İnönü’nün; demokrasiye öncülük eden istekli tavırlarıdır. 50.000 Cezayirliyi bir günde katleden Fransa veya 1946 yılından bu tarafa en az 50 ülkede iç kargaşa ve darbe yaratan ABD nasıl bir insani demokrasi anlayışında olmuşlardır? Kenya’lı yurtseverleri kurşuna dizdikten sonra Hint-Pakistan ve Kıbrıs kavgaları çıkaran İngiltere, hangi yetkinlikle demokratik önermeler sürme hakkına sahip görülmüştür? Ama Fransa, ABD ve İngiltere, faşist İspanya ve Portekiz rejimlerinin Şefleri Franco ve Salazar’la NATO’da beraber olurlarken demokrasi koşullarını aramamışlardır. Taçlı monarşilerin ve Sevr’cilerin kendilerine özgü demokrasileri mi Türkiye’yi zorlamıştır? Bunların hiçbiri 1925 ve 1930 ve 1945’lerdeki demokratik yönelişlerin akıl verici adresleri değildir.

   1950’de toprak ağalarından oluşan DP iktidarını işbaşına getiren yoksul kitleler bu kez 2014’ te yine kendi yoksul yaşamlarına karşıt bir gücü yerel çoğunluklu iktidar yapmışlardır. İktidar kadrolarına ilişkin yargılamalar gerektiren gerçekler, dikkate alınmamıştır. Gerilimden medet uman, totaliter, antidemokratik ve güven vermeyen bir anlayışa nedense destek çıkılmıştır. Bu desteğin akıl ve mantıkla ilişkisini bulmak güçtür.

     Öbür yandan sürekli; “ sağlaşıp, sığlaşarak” topluma bir türlü ciddi sosyal, ekonomik ve kültürel projeler sunamayan, devrim öğelerinin örselenmesini seyreden sözde toplumcular da eleştirilmelidir. 1937’de Anayasal kimlik kazanan “Altıok” esaslarını koruyamayanların, 1946’lardan günümüze doğru gelen toplumsal sorumlulukları fazlasıyla büyüktür.

    Cumhuriyetin devrimci özünü savunan düşünce ve eylemler, çok partili süreçte kendilerine gerekli mevzileri bulamadılar. “Halka mal olmamış devrimler vardır” diyen tutucularla, “Altıok’un bazıları kırpılmalıdır” diyen liberal dönekler arasında nice ilkeler öğütüldü.

    Sonuç:

    Halktan yana ilerici ve toplumcu düzen kurulabilseydi işte o zaman demokrasi, bilinçli bir “milli iradeye” dayalı olurdu. Yoksa aldatılmış, kültürel donanımdan yoksun bırakılmış ve sulandırılmış bağımlı yığınların noksanlıklarla dolu beyan yansımaları, bir “ideal” irade değildir.

 

 

 

Ertuğrul KAZANCI | Tüm Yazıları
Hits: 1262