Hukuk ve ahlak

~ 27.03.2014, Yeni Yaklaşımlar ~

Kamuoyunda ülke sınırlarını aşarak tüm dünyaya bir çöküş sürecindeki çırpınışlar tadında yansıyacak twitterı kapama kararını Erdoğan Bursa mitinginde açıklarken, aynı saatlerde Uludağ Ekonomi Zirvesi gerçekleşiyordu.
Uludağ Ekonomi Zirvesi, dünyanın önde gelen tekellerinin, ülke temsilcilerinin ve sistemin akil insanlarının her yıl bir araya geldikleri ve sistemin yönünü belirmeye dair kolektif bir irade sergiledikleri bir platform olan Davos Zirvesi’nin yerli bir versiyonu olarak Türkiye’de yapılıyor. Uluslararası konukların yanı sıra Ethem Sancak ve Temel Kotil gibi isimler, zirvenin katılımcılarını ve bugünkü iktidar yapısı altında serpilerek ekonomide süregiden anlayışın bugünkü saiklerini betimlemeye yetiyor.
Zirve’de hakim iki kavram hemen hemen her konuşmada yineleniyor… “Hukuk ve Ahlak”.
Türkiye’de Gezi ile başlayan ve 17 Aralık operasyonlarıyla gelişen sürece giderek daha fazla otoriterleşmeyle, insanın yaşam hakkını bile hiçe sayan hukukuyla ve malum tapelerle hala halkın yüzüne bakabilme ahlakıyla karşılık verildiği bu zamanlarda, ülkenin servet ve güç sahipleri “hukuku ve ahlakı” bakın nasıl tartıştı…
Böylesi bir süreçte işlenen bu başlık ilk etapta, ülkenin büyük sermaye gruplarının “bu kadarına da pes” diyerek nice zamandır arkalarını döndükleri burjuva demokrasisinin güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü gibi kavramlarına yeniden yüzlerini döndükleri fikrini doğurabilir. Fakat hayır. Aynı dakikalarda, sosyal medyada bile fikirlerin ifade edilmesinden korkanlar tweeterı kapama kararı alırken, Davos çakması Uludağ Zirvesi’nde ‘büyük patronlar’ hukuku “istikrar”, ahlakı ise bu istikrara “saygı duyma” ekseninde tartışıyorlardı.
Sabah-ATV’den sonra Akşam ve Güneş Gazeteleri ile Skyturk360 televizyonunun dahil olduğu Turkmedya grubunu RTE’den aldığı talimatla satın aldığı ortaya çıkan Ethem Sancak, “Bizim ülkemiz son 11 yılda istikrarı yakaladı. Demokrasiyi yaşamaya başladık” diye tanımlıyor yaşadığı zenginleşme dönemini ve kendi ifadesiyle “dalga”nın üzerine nasıl oturduğunu anlatıyor. O anlatıyor, “başarının sırrı”nı herkes dinliyor.
Hükümet adına Babacan konuşuyor:‘Herkes hukuka güvenmeli’. Devam ettiğinde anlaşılıyor hangi hukuktan bahsettiği: “Ancak o zaman yatırım çekebiliriz. Aksi taktirde gerçek gündem Türkiye algısını bozan konular arasında yitip gider”. Özetle 11 yıldır birlikte kurduğumuz algının bozulmasına izin vermeyelim diyor ve hangi gündemin gerçek olduğunu belirliyor.
Ardından TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz alıyor mikrofonu eline: ‘Çok başarılı bir ekonomik performansla gelirken, çok önemli reformlar yapmışken, birden bu reform irademizi yitirdik’ diyor. “Birden” kelimesinin hangi zamana ışık tuttuğu sorulursa şayet, Yılmaz’ın 17 Aralık sonrası “istikrardan kaygılıyız” açıklamasına bakılabilir. Keza çürümüş düzenin ipliğini pazara çıkaran bu süreçte taşıdığı kaygı oldukça net.
İşveren-çalışan hukukunun nüvelerini, işçilerin 568 gün süren direnişlerinden bildiğimiz THY’nin Genel Müdürü Temel Kotil “Herkes birbirini seviyorsa, çalışan çalışanı, çalışan yolcuyu, yolcu çalışanı seviyorsa çok pozitif bir durum oluşuyor” diyor ve muazzam kârlarının sırrını açıklıyor: “Biz ikramda çok iyiyiz”. Ayrıca THY’nin izlediği karlı ivmeyi ekonomide ve dış politikada izlenen politikalara borçlu olduklarını dile getiriyor. Üretim, geliştirme, hizmeti toplumsallaştırma söz konusu atmosferde var olmadığı için Türkiye’nin küresel arenada ve bölgedeki “Pazar değerinin” şişkin olmasıyla kazançlarının ne kadar paralel gittiğini anlatıyor. Elbette uygulanan genel politikalarla asıl paralelliğin esasen rant, yağma, sömürü ve yönetimi altında bulunanlara karşı artan otoriterlik olduğunu söyleyecek biri bu platformun bileşeni değil. Bu nedenle ortam “kendin çal söyle” iklimiyle böyle bir hava eşliğinde sona eriyor.
Nitekim en temel insani hakların bile yok edildiği bu süreçte sermayenin dilindeki “İstikrar” ve “istikrara saygı” vurgusu aslında her şeyi anlatmaya yetiyor. Çünkü 11 yıldır çevresinde öbeklendikleri AKP-Cemaat koalisyonunun tüm meziyetleri, bir anlamda onların kazançları. Bu elbette tek başına “Bitaraf olan bertaraf olur” benzeri iktidar sopalarıyla veya yaptıkları hatalı sollamada yedikleri vergi cezalarıyla açıklanabilecek bir yandaşlık değil. Bu, bugün ayakta kalabilmelerinin tek yolu. 11 yıldır siyasal iktidarla birlikte kurdukları düzenin tüm iplerini kendi elleriyle tepedekine teslim ettiler. Son vapuru da 2010 referandumunda kaçırdılar. Şimdi de öldürene de çalana da “saygı” duyabilmeyi meşru gördükleri bir pencereden dünyaya bakıyorlar.

Aslı Aydın/ Yurtgazetesi

Hits: 825