Montaj bir demokrasi

~ 03.03.2014, Av. Sabri KUŞKONMAZ ~

Başbakan ve çevresinin yolsuzluk dolu ses kayıtları için montajdır denmekte. Yani? Gerçek olmadığı itirazı var. Ses kayıtlarının gerçek olmasını, yani ülkeyi yönetenlerin soyguncu olmasını kim ister ki! Elbette montaj olmasını isteriz...

Demokrasi bile montajken, sıradan bir hırsızlık şüphesinin sözü mü olur! Yani demokratik olmayan bir iktidar biçimi ve biçemine demokrasi yazılı jelatinler, graponlar yapıştırmışlar. Aralardan faşizmin küt ve kara kütlesi görünüyor. Öyle ki, kendi aleyhinde içeriği olan bir kaset çıktı diye iktidar tüm sistemi, hukuku, kurumları altüst etmekte bir beis görmüyor…

Demokrasinin montaj olması, soygundan daha vahim bir durumdur. Ses kayıtları montajsa ve bu bir biçimde anlaşılırsa; her iktidar gibi, bu iktidarın da, halktan, yoksul çoğunluktan çalmadığına mı inanacağız? Hayır. Sadece o kayıtlardaki iddialar düşmüş olacak o kadar.

Ses kayıtlarının gerçekliği kesinleşirse; bu sonuç, zaten bizim için yeni bir şey değil. En azından son iki yüz yıldır “biz” bu soygunu biliyor ve biliyor ve söylüyorduk.

Tartışmalı bir kavram olan bu “demokrasi” denen şey, şimdiki denli montaj oldu mu, değil ses kaydı, rüşvetin belgesi bile ortaya çıksa, montajın yanında hafif kalır.

Sadece Cemil Çiçek’in, Anayasa’nın 138. maddesinin çöktüğü itirafı bile tek başına, montaj demokrasi gerçeğini gözler önüne sermektedir. Yargı; düzenin yargısı, düzen için temel direktir. Bizlerin yıllardır yıkamadığı “düzeni” mevcut iktidar bu itirafla yıktığını cümle âleme duyurmuş oldu.

Cemal Süreya, “Şiir geldi, kelimeye dayandı” diye yazmıştı. Bizim demokrasi de geldi montaja dayandı. Şairin kelimeden kastı, bir bölüntüyü ve içeriksizliği anlatıyorsa, montaj yokluğu açıklar demokrasi için. Montaj demokrasi, montaj sanayiinden de kötüdür.

Soyguncu iktidarı savunmayı görev edinenler tarihsel, antropolojik veya sosyo-kültürel dayanakları tarih içinde bolca bulabilir: Yağmacılık, avcılık, toplayıcılık…

“Yağmacılık göçebe hayatının doğal bir bileşeniydi. Tahıl, imalat, beceri gerektiren zanaat, bunların tümü göçebelerin kendi başlarına sağlamaları zor olan işlerdi. Göçebelik, kendi kendine yeten bir uyum tarzı değildi. Birçok malın şu ya da bu ekonomik değişim biçimiyle yerleşik toplumlardan alınması gerekiyordu. Göçebeler için yağmacılık, kırsal yaşam biçiminin üretemediği zorunlu gereksinimleri veya arzulanan malları karşılamanın olağan ve masrafsız yoluydu.” (Göçebeler ve Osmanlılar s. 35, R.P.Lindrer, İmge Kitabevi, Çeviren: Müfit Günay)

Bu alıntının konumuzla fazla ilgisi yok! Saçma bir soygun döneminden geçmiyor olsaydık, tarihe bakıp; göçebelik, yörüklük, yerleşiklik üzerinden yağma ve talan ekonomisini tartışabilirdik. Farklı bir bağlamda, hazineyi soyan Osmanlı yüksek bürokratlarının azli sonrası, mallarının müsaderesini, sakladıkları paraların yerini söyletmek için göbeğe kızgın yağ dökme uygulamalarını da anımsayabilirdik!

Yine de, montaj çağında, zamansal bir geriye sarma ile, yağmayı, dahası makam sahibi olur olmaz derhal küpünü doldurma telaşına düşen “eski Osmanlılarla” şimdiki “Yeni Osmanlıları” montajlayabiliriz. Tarihi, montajla biraz geriye sardık mı, oldu da bitti maşallah!

Zaten hayatın kendisi de, hatta zaman da başlı başına bizim adlandırıp, bölüp parçaladığımız bir montaj değil mi?
Haftaya dize; “tuzlu suya bandığı bir bezle sardı korkusunu” (Efe Duyan, Tek Şiirlik Aşklar,Yitikülke)

 

Av. Sabri KUŞKONMAZ | Tüm Yazıları
Hits: 1500