Kadına Yönelik Taciz Ve Şiddetin İspatı Ve "Kadının Beyanı Esastır" Önermesi Üzerine Bir Değerlendirme

~ 20.02.2014, Av.Feyzi Çelik ~

Hukuk ve ceza davalarında ileri sürülen hususların ispatı çok önemlidir. İspatın yokluğu veya bir tarafın beyanının delil vasfında olup olmadığı hep tartışılmıştır.Özellikle bir suçtan zarar görenin beyanını başka delillerle ispatlamaya zorlanması zorluklara neden olmaktadır. Özellikle kadın ve çocuğa yönelik şiddet ve cinsel nitelikteki suçlarda bu zorluk her olayda vardır. Şiddet gören/cinsel saldırı-tacize uğrama suçu açısından bakıldığında bu suçların failleri genellikle kadına şiddet uygulayan eş/erkek arkadaşı vs.dir. Bunların mağdur üzerindeki baskısı süreklidir. Bu baskı sadece kadına yönelmekle sınırlı değildir. Kadın lehine tanıklık yapabilecek kişilere de yöneliktir. Bu kişiler, tanık olabilecek kişiler üzerinde baskı uygulayarak kadın üzerindeki şiddeti kadının hayatına kast edecek duruma getirirler. Hukuk sistemindeki zorluklar ve ön yargılar nedeniyle kadından tanık vs. istenilmesi kadını daha fazla çaresiz bırakmaktadır. Cinsel saldırı suçlarında genel olarak saldırıyı gerçekleştirenle ilgili maddi bulgulara ulaşmak kolaydır. Cinsel saldırıya uğrayan kadının derhal yetkili organlara başvurması halinde suç delillerinin toplanıp şüpheliye gidilmesinin yolları açıktır. Bu durumda kadının beyanı maddi delillerle desteklendiğinden dolayı ispatta bir sorun olmaz. Ancak maddi delille ispatı mümkün olmayan tehdit, cinsel taciz, hakaret gibi suçlarda beyana itibar etmekten başka bir yol yoktur. Bu tür suçların genellikle iki kişi arasında gerçekleştiği de dikkate alındığında “beyanı yeterli görmeme/tanık göstermeye zorlama” gibi hususlar bu suçların cezasız kalmasına neden olmaktadır. Suçların cezalandırılmayışı giderek öldürme/yaralama olaylarının oluşunun da taşlarını döşemektedir. Konuyu “kadının beyanı esastır” klişesine indirgemek bu sorunu hal etmeye yetmez. “Kadının beyanının esas olması” her olayın özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Suça konu olayda yer alan erkek veya kadının birbirine göre konumları da dikkate alınmalıdır. Örneğin cinsel taciz suçları genel olarak işveren/işçi, patron/çalışan, öğretmen/öğrenci ilişkilerinde görülmektedir. Bir taraf diğer tarafa göre daha avantajlı durumdadır. Avantajlı durumda olanın bu avantajı sadece suçun mağduruyla da sınırlı değildir. Olayı gören tanıklar da genel olarak dezavantajlı durumunda bulunanla aynı konumdadır. İşini kaybetmekle karşı karşıya olduklarından dolayı olayı görse dahi tanıklık yapamaz. İşçi/işveren davalarında da buna benzer bir durum vardır. İşten haksız çıkarıldığı bilindiği için sırf işverenin yanında çalışıyor diye tanıklık yapmaktan çekindiklerine benzer bir durum burada da vardır. 

Kadının beyanı, kadının söylediklerini ispatlayamaması sorunu inandırıcılığının olmayışı kendisinden tanık istenilmesi, karısını, nişanlısını, sevgilisini öldürmeyi göze alan erkeğin tanıklar üzerindeki etkisi belirgindir. Tanıkların onun ilişkisini bitirmekle sorumlu tutunca onların da tanıklık yapmalarında çekinmelerine neden olmaktadır. Cinsel saldırı suçlarında kadının beyanının esas alınması hususu bu toplumsal gerçeklikle ilgilidir. Bir kadın hiç tanımadığı bir erkeğin cinsel saldırısına uğradığını söylediği zaman onun bu beyanı dikkate alınıp sanığın ceza alması, tutuklanması için yeterli iken aynı evi paylaştığı kocasının cinsel saldırısı veya canına yönelik bir eyleme maruz kalışını ilgililere söylediğinde kadının bu söylemi dikkate alınmıyor. Cinsel saldırı veya başka bir eylemde bulunan kişi koca veya patron vs. değil de başka biri olmuş olsaydı kadının bu konudaki beyanı yeterli kabul edilecek, ilgili kişi hakkında işlem yapılabilecekti. Bu husus kocaya kadına yönelik öldürme dahil şiddet uygulaması yönünde açık çek verilmiş oluyor. Böylece serbestçe koca, karısına kolayca şiddet uygulama imkanı elde ediyor. Oysa kadının söylediklerine inanan sistem olmuş olsaydı kadın kendisine yönelik tehlikeyi ilgililere anlatma imkanını bulacaktır. Kadının beyanına itibar edilmemesi sonucunda kadınının devlet görevlilerine da güvenmemesini beraberinde getirir. Kadın bu şekilde savunmasız kalınca katledilmesinin yolu da açılmış oluyor. Şiddetin uygulandığı ailelerin çevreleriyle ilişkileri de zayıf olduğundan dolayı bu şiddeti gören tanıkların oluşu da çoğu zaman imkansızdır. Toplumsal baskıdan da uzak kalan koca bu şekilde kadın üzerinde hakimiyet kurarak kadının gördüğü şiddeti değil kamu görevlilerine, kendi yakınlarına söylemesini dahi engellemektedir. Eğer günümüzde bu kadar çok kadın eşleri tarafından öldürülüyorsa kim bilir bunların onlarca katı kadın eşi tarafından öldürülür korkusuyla kocasına sesini çıkarmamaktadır. Bu durumdaki kadın, iddialarını ispatlayacak tanıklardan da yoksundur. Bu da kadının erkeğin baskısına boyun eğdirmesine neden oluyor.

“Kadının beyanı esastır” şeklindeki önermenin ortaya çıkışının nedeni dezavantajlı durumda bulunanı avantajlı durumda bulunanlara karşı korumaktır. Dezavantajlı kişi duruma göre kadın da, çocuk da işçi de öğrenci de olabilir. Bazı istisnai durumlarda kadın da avantajlı konumda olabilir. Kabataş olayında adı geçen kadının konumu böyledir. Kendisi AKP’li bir belediye başkanının gelinidir. Aynı zamanda arkasında başbakan vardır. Bu gibi durumlarda “kadının beyanı esastır” önermesi istismar edilmektedir. “Kadının beyanı esastır.” Önermesi bir Yargıtay kararından ileri gelmektedir. O da belirli, spesifik bir olaydan dolayı kullanılmıştır. Karara konu olayda kadının beyanını doğrulayan başka deliller de bulunmaktadır. Yargıtay’ın bu kararı değerlendirilirken olayın özellikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Kaldı ki, Yargıtay bir çok kararında yasaların gerisinde yorumlar da getirmektedir. Hrant Dink kararı bunun en önemli örneklerinden biridir. Aynı kararında Yargıtay Türk milletinden anlaşılması gerekenin Türk/Müslüman ölçütüdür. Bazı kavramları kullanırken sistemin dilini konuşma tuzağına da düşmemek gerekiyor. Aynı Yargıtay’ın polis/yurttaş tartışmalarında, işkence olaylarında yurttaşın veya işkence görenin beyanını değil de polisin beyanını esas aldığını da unutmamak gerekiyor. Aynı şekilde sömürgeci bir mantıkla Kürtlere karşı ayrımcılık yapılmasında da aynı durum mevcuttur. Konuya sistem/bütünsel olarak yaklaşmak gerekiyor. Yüzde doksanı oluşturan bu yönler üzerinde durulmazken, sadece belli bir konum üzerinden ahkam kesmek de dürüst bir davranış olmasa gerek.

“Kadının beyanı esastır.” Önermesi amacından farklı alanlarda kullanılmaktadır. Asıl bu önermenin kullanım alanı, koca dayağı yiyen, aile içi şiddet uygulayan, cinsel tacize uğrayan kadınlar için olmalıdır. Yalnızlaştırılan, savunma mekanizmaları elinden alınmış bulunan kadının kendi beyanından başka ileri süreceği delili yoktur. Bu yollar tamamen kapalıdır. Bu gibi durumlarda “kadının beyanını esas almadığınız durumda” kadına yönelik şiddete, tacize, cinsel saldırıya onay vermiş olursunuz. Asıl önemli olan bakış açısının değişmiş olmasıdır. Can güvenliğinin olmayışı nedeniyle “beyanda bulunma hakkından” yoksun olan binlerce kadın ortada varken, dar alana sıkıştırmanın bir anlamı yoktur. Ne yazık ki, çoğu zaman arabayı atın önüne koymaktan başka bir iş yapmamış oluyoruz. Her şey tüketildiği gibi “kadının beyanı esastır.” Önermesi de kolayca tüketiliyor, içi boş bir şekilde kadını tersinden vuran bir araca dönüşebiliyor. Başbakanın opürtünistçe bunu kullanmış olması bunun kanıtı değil mi?

Av.Feyzi ÇELİK

 

Av.Feyzi Çelik | Tüm Yazıları
Hits: 2639