SON SÖZ HENÜZ SÖYLENMEDİ (*)

~ 17.02.2014, Yeni Yaklaşımlar ~

CCBE: Niçin Balyoz Davası olağanüstü bir nitelik kazandı? Savunma avukatları hangi koşullarda çalışmak zorunda kaldılar?

 

Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal: 2011 referandumundan önce yargı, her hukuk devletinde olduğu gibi anayasal görevi gereği siyasi iktidarı denetlemekteydi. İktidarın denetiminde olan medya aracılığı ile yargıya ve HSYK’ya karşı bir karalama kampanyası başlatıldı. Bu sürece bağlı olarak da zaten kuşatılmış olan yargıyı iyice tutsak etmek, ele geçirmek amacıyla bir Anayasa değişiklik paketi hazırlandı. Bu pakette esas amaç, iki madde ile HSYK’nun ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirerek tamamen iktidarın denetimine geçirmekti. Ne yazık ki bu durum halka anlatılamadı, sözde demokrasi ve özgürlük için yapıldığı yönünde denetim altındaki medya aracılığı ile ciddi bir bilgi kirliliği yaratıldı. Ne yazık ki bu amaca ulaşıldı, yapılan anayasa değişikliği ile HSYK ve Anayasa Mahkemesi tamamen iktidarın kontrolü altına girdi. Böylece zaten yoğun bir kuşatma ve saldırı altındaki yargı artık tamamen tutsak edildi. Bunun en büyük tehlikesi ise gerçek durum böyle olmasına karşın, bir yargılama varmış gibi bir görüntü olması sebebiyle dışsal bir yasallık ve meşruiyet algısı oluşturmasıdır. Bu çerçevede soruya gelindiğinde, özetle şunları söylemek mümkündür:

Balyoz davasında savcıların iddiası, generallerin Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için Türk hükümetini devirmek amacıyla bir darbe hazırlığı içinde bulundukları yönündeydi. Davayı gören İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Özel Görevli Mahkemedir. Balyoz davasının başlamasından üç gün kadar önce, mahkeme başkanı değiştirilmiştir. Daha en başından mahkeme, bağımsız ve tarafsız olduğu yönünde gerek sanıklarda, gerekse savunma avukatlarında hiçbir izlenim ve güven oluşturamamıştır. Yargılama boyunca mahkeme avukatlara yeterli söz hakkı vermemiş, delillerin tartışılmasına imkân tanımamış, söz almakta ısrar eden avukatlar disiplin yaptırımı olarak salondan çıkarılmış, onlarca celseden men edilmiştir. Hatta avukatlar mahkeme önünde ve salonunda jandarmanın fiziki saldırısına uğramıştır. Salona yerleştirilen kameralar ve avukatların bulunduğu masalara uzatılan mikrofonlar aracılığı ile avukatların duruşma dışında aralarında ve müvekkilleri ile yaptıkları özel görüşmeler dinlenmiş, kayda alınmıştır. Avukatların müvekkilleri ile aralarına bariyerler konularak temasları, görüşmeleri, evrak alış verişi engellenmiştir. Delillerin sahte ve tahrif edilmiş olduğu yönündeki ısrarlı beyan ve taleplere kulak verilmemiş, bu hususta bir araştırma yaptırılmamıştır. İddia makamının taleplerinin neredeyse %99’unu kabul ederken, savunma avukatlarının kabul ettiği taleplerinin oranı % 1’lerdedir. Bu hususlar duruşmaları gözlemci olarak izleyen Baromuzca da saptanmıştır.

 

CCBE: Bu davada avukat görevlendirmeme kararınızı nasıl gerekçelendirdiniz?

 

Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal: Avukat görevlendirmeme kararımız ve uygulamamız da Balyoz davasında anılan süreçle ilgilidir ve özetle şöyle gelişmiştir: Avukatlarımız, mahkemenin uygulamalarına bağlı olarak anılan şartlarda artık görev yapamaz hale gelince ve mesleki onur ve saygınlıklarını da korumak amacıyla cübbelerini bırakarak duruşmayı terk etmişlerdir. Yargılama konusunu oluşturan suçlama, Ceza Muhakemesi Kanununa göre mutlaka avukatın varlığını gerektirdiğinden Mahkeme bir yazı ile avukatların duruşmalara girmediğini belirterek Barodan avukat talebinde bulunmuştur. Oysa baronun zorunlu müdafilik kapsamında atama yapabilmesi için, sanığın kendi seçtiği bir müdafiin bulunmaması şarttır. Bunun üzerine Baromuz Mahkemeye gönderdiği cevapta, bu kanuni ve hukuki durumu anlatmıştır. Mahkeme ısrarla avukatların duruşmaya girmekle yükümlü olduklarını, bu yükümlülüklerini yerine getirmedikleri için de yerlerine Barodan atama yapılması gerektiğini ısrarla talep etmiş, ayrıca aksi durumda ilgililer hakkında (Baro başkan ve yönetimi) cezai işlem yapılacağını da not olarak eklemiştir. Adalet Bakanlığı da soruşturma izni vermekle cezai soruşturma başlamıştır.

Oysa bir azil veya istifa olmadığı takdirde Baronun kanunen ve hukuken bir atama yapması mümkün değildir, bu konuda da Yargıtay kararı mevcuttur. Olayımızda avukatların duruşmalara girmemesi keyfi bir tutum olmayıp, mahkemenin savunmaya ve avukata yönelik tahammül edilemez uygulamalarına karşı bir tür meşru müdafaa, müvekkillerinin haklarının ve mesleki onurun korunması bakımından onurlu bir tutumdur. Tüm bu hususlar bir kez daha belirtilmiş, anılan Yargıtay kararı da eklenerek bu durumda, yani bir istifa veya azil söz konusu olmadığından hukuken ve kanunen atama yapılamayacağı bir kez daha gerekçeleri ile belirtilerek mahkemenin talebi reddedilmiştir. Aynı zamanda yargı ile olan ilişkilerde karşılılık esas olmakla (avukatlık meslek kuralları madde 15) mahkemenin aksi durumda cezai işlem yapılacağı notuna karşı benzer şekilde bir not düşülerek mahkemenin baroyu ceza tehdidi ile kanuna ve hukuka aykırı işlem yapmaya zorlama yetkisinin bulunmadığı, bu durumunu TCK’nun 107.maddesinde düzenlenen şantaj suçunu oluşturacağı belirtilmiştir.

 

CCBE: Türkiye’de nasıl bir destek gördünüz? Bu suçlamaların arkasında bazı çıkarlar var mı? Baronun keyfiliğe karşı ve yargı bağımsızlığı için mücadele iradesine bağlı bildirisi için gelen tepkiler neler oldu?

 

Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal:  Türkiye’de özellikle barolar ve avukatlardan büyük bir destek gördük ve görmeye de devam etmekteyiz. Aynı desteği sivil toplum kuruluşları ve kamuoyu da vermiştir. Yönetimimizin görevden alınması teşebbüslerine karşı gerçekleştirilen olağanüstü genel kurulumuza gerek yurt içinden gerekse yurt dışından büyük bir katalım olmuştur. Bu genel kurulda ideolojik farklılıklara karşın tek vücut olduk.

Bu suçlamaların, hukuka ve kanuna aykırı dava ve soruşturmaların arkasında, barolara ve avukatlara, özelde ise her türlü hukuksuzluğa karşı inançla, inatla, kararlılıkla direnen, boyun eğmeyen İstanbul Barosunu sindirme, gözdağı verme amacı yatmakta. Türkiye’de yargının ele geçirilmesinden sonra, ayakta kalan, direnen, hukuku savunan yegane güç avukatlar ve onların örgütlü gücü barolar kalmıştır. Bu anlamda İstanbul Barosu siyasi iktidarın hedefindedir. Nitekim bizlerin, yukarıda belirttiğim ilk davada, kanuna aykırı olarak izin alınmaksızın ifadeye çağrılmamız üzerine yayınladığımız bir bildiri ile ifade vermeye gitmeyeceğimizi ilan etmemiz de bu dik duruşumuzdan kaynaklanmaktadır. Buna karşı cevapları ise, dava açarak 4 yıla kadar hapsimizi istemek olmuştur.

Ne yazık ki Baromuz içerisinde siyasi iktidara yakınlığı ile bilinen bir grubun yetkilileri, savcılığa ve adalet bakanlığına dilekçe vererek görevden alınmamızı talep edebilmişlerdir. Oysa masumiyet karinesi uyarınca daha hakkımızda bir hüküm bulunmadığını bilecek durumdadırlar. Bu seçilmiş meşru yönetime karşı bir darbe teşebbüsüdür. Daha acısı, Adalet Bakanlığının da buna ortak olmasıdır.

 

CCBE: Size ve baroya karşı olan davanın nasıl gelişeceğini düşünüyorsunuz?

 

Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal:  Bizlere, Baroya karşı açılan davanın nasıl gelişeceği hukuki değil, siyasi bir öngörü gerektirmektedir. Gerçekten zaten yukarıda belirtilen dava ve soruşturmalar hukuki değil, siyasidir, gözdağı amaçlıdır. Burada belirleyici olacak olan hukuk değil, siyasi iktidar ve şu anda yargı üzerinde etkili olan başkaca güçlerdir. Bu tür davalar, soruşturmalar, hapis tehditleri, görevden alma girişimleri bizleri hukuku, hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını, mesleğimizi, meslek onurumuzu, yurttaşların hak ve özgürlüklerini koruma görev ve kararlığımızdan alıkoyamaz. Çünkü bizler, adalet savaşçısıyız. Bizim hiçbir sorunumuz hukukun üstünlüğü, demokrasi, hak ve özgürlük mücadelemizden, meslek onurumuzdan daha değerli ve önemli değildir. Bu değerleri savunmak adına her türlü bedeli ödemeye hazırız.

Sergilediğimiz tavır ve kararlılığımız, Türk halkının, Avrupa’nın ve tüm dünyanın desteği önemlidir. Bununla birlikte, tüm dünya avukatları ve barolarının; özellikle de CCBE’nin desteği bizim için önemli ve değerlidir. Bu nedenle 7 Ocak 2014 tarihinde yapılacak ikinci duruşmamızda da avukatları yanımızda görmek bize güç katacaktır. Bu hukuksuz saldırıların, Avrupa Birliği’nin ilerleme raporlarında ve Avrupa Parlamentosu Kararlarında yer bulması gerektiğini düşünmekteyim. Bunda CCBE’nin önemli bir rol oynayabileceğine inanıyorum.

Bir şairimizin dediği gibi, “Tarihin en son yerinde, son sözü hep direnenler söyler”.

Son söz henüz söylenmedi.

 

 

 

(*) Avrupa Baroları Ve Hukuk Birlikleri Konseyi’nin İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal ile yaptığı ve Konsey’in yayın organında yayımlanan röportajın Türkçe metni.

 

 

Hits: 1250