Düşman Ceza Yargılaması (*)

Yine Heine’yle başlayalım: “Almansor: Granada’da pazarın orta yerinde korkunç Ximenes’in Kuran’ı-ağzımda dilim tutuluyor- alevler içine attığını duyduk!

Hassan: Bu yalnızca bir başlangıç. Kitapların yakıldığı yerde sonunda insanları da yakarlar.”(**) 
Sonunda değil, birlikte yakıyoruz canları. Üç günlük ceza için atıldıkları mahpus damlarından hayatlarını verip çıkıyor insanlar. Suçsuz yere beş on yıl içerde tutuluyorlar da, sonra hiçbir şey olmamış gibi salıveriliyorlar. Anlamadığım şey, böyle bir devlet niçin utanmaz da, gururlanır durur? İnsanlar evlerinin önünde nasıl hiçbir iz bırakmadan kaybolur da, güvensizlik güçleri yaralara tuz biber ekercesine gülünç açıklamalar yapar. Niçin kimseye doğru dürüst hesap sorulamaz?
On gün önce üniversitede felsefeci bir meslektaşımın odasını, kitaplarını, manüskrilerini, elektronik kayıtlarını polisler didik didik ederken, biz de öğrencilerimizle birlikte, olayın tanığı olmak, söz konusu yargı işlemini protesto etmek için oradaydık. Telaşla koridora çıkan bir görevli “Tutuklama yok. Önemli bir şey değil. Koridoru boşaltın” anlamında bir şeyler söylerken, biz de kendilerine “şu anda, üniversitede, bir profesörün odasında böyle bir görevle bulunmalarının bedenimizi alıp götürmekten daha acı olduğunu; bunun üniversite kamuoyunu yeterince üzdüğünü, dehşete düşürdüğünü” söyledik.
Tutuklanmayı küçümsemiyorum. Elbette haksız yere insanın tüyüne bile dokunulamaz! Barbarlık her zaman ona haksız bir fiskeyle başlıyor, ulaştığı yerler akla hayale sığmıyor. İnsan aslında düşüncesi tutuklanıp, yok edilmekle ölüyor. “Beyin ölümü” değil mi insanı kadavra yapan. İnsanlığı bir gün bütünüyle kadavra yapacak olan bu beyinsizlik değil mi! Hocanın kitaplarını, çalışmalarını, öğrencilerinin ödevlerini toplarken polisin “tutuklama yok” demesi bu yüzden büyük bir tutuklamaydı.
Kitabı doküman; bilgiyi enformasyon; yurttaşı düşman; düşünmeyi suç sayan bir yüzyılın ilk yıllarındayız. Tüm felaketlerin başındayız ve şanslıyız bu yüzden. Bu şans sevinelim diye değil; kahrolmamak, kahretmemek için ilk önce. Başlayabilmek için, daha kararlı bir güçle sürdürebilmek için başladığımızı… Bu büyük bir şans sorumlu olabilmek için!
Bunları söylerken, bir umudu söylerken, yeniden “ölüm” nidaları meclisin koridorlarını sarıyor. Kimi milletvekilleri şimdilerde, linç kitleleriyle işbirliğinde, katil olabilme yarışına giriyorlar. Ölüm bir ceza mıdır? Ama öldürmek bir suç, ağır bir suç! Ölüm cezasının öldürmek olduğunu bilemeyecek ne var? Sanıyorlar ki, onlar yalnızca yasa yapıyorlar. Elleri temiz kalıyor. Öldüren yasaları yapanlara başka ne demeliyiz? Çok uzak bir gelecekte belki “ceza”yı aşabilmiş olacağımız o günlere doğru ölümü ceza olmaktan çıkararak küçük bir adım atmış olmak varken, yeniden ilkelliğin bataklığına savrulmayı istemek de bu yüzyılın yüzünü ak edecek bir şey değil. Tüm küre Aydınlanma’nın ışığının iyice sönmeye yüz tuttuğu bir yüzyılı yaşıyor. Ama umut sönmüyor. Nedeni çok basit: Tüm insanlar özgür, haklarda ve onurda eşit doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler. Birbirlerine karşı kardeşlik anlayışı içinde davranmalıdırlar! Bu o umudun amentüsüdür. Miletleri birleştiren bu söz insanları da tümüyle birleştirecek. Yeniden Aydınlanma’ya bu inanç bizi taşıyacak. Bu sözü herhangi bir nedenle geçiştirenler bir şeyi anımsamalılar: İnsanlığı devindiren tüm sözler, devrimleri ateşleyen tüm sözler bu sözün türevleridir. Biz demek ki, buna gönülden bağlıyız! Bu yüzden evrende karanlık hüküm sürse de, insani varoluşumuzda aydınlık esastır. Bizim bakışımızda gün hep yeniden doğar. O zaman yeniden soralım yargıcına, polisine, savcısına Dağlarca’nın dizeleriyle:
(…)Savcı, nedir düşündün mü?Yazıları suçlu kılan?Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,Ama nedir çağlar üzre,Beni senden güçlü kılan.”
(*) “Düşman Ceza Hukuku”ndan sonra bu kaçınılmazdı.
(**) H. Heine, Almansor, 1823. Bu alıntı, 1499 yılında İspanya’nın Engizitör Kardinal Mateo Ximenes de Cisneros komutasında Hıristiyan şövalyelerce fethi sırasında Kuran’ın yakılmasını işliyor.
Çıktı: Mehmet Tevfik Özcan, Hukuk Sosyolojisine Giriş, İstanbul 2011
 
(Cumhuriyet Bilim Teknik 08.04.2011)
Prof. Dr. Hayrettin ÖKÇESİZ | Tüm Yazıları
Hits: 2336