Yeni Başlayanlar için Yargı Rehberi

~ 25.01.2014, Faruk ÖZSU ~

Yargı, son 6-7 yıldır siyasal mücadelenin yürütüldüğü zemin oldu. Nihayet, ordunun boşalttığı yere geçip “iktidar kurucu unsur” haline geldi. Ancak buna rağmen halen ciddi ve derinlikli bir bilgi alanına dahil edilemiyor.

Türkiye’deki yargı sorununun anlaşılmasının önünde iki büyük engel olduğunu düşünüyorum. Birincisi, yargıya dair kadim ve yaygın bilgisizliktir. İkincisi, yargı tartışmalarının her seferinde sıcak politik gündemlerle beraber çıkması ve tüm söz ve tutumların işlevsellikten öte bir fayda sağlamamasıdır.

Bugün de yine böyle bir politik “içsavaş” anında tartışıyoruz yargı meselesini ve bu yüzden esaslı ve ciddi bir bilgi üretimi yine mümkün olamıyor. Bir taraf yargının Cemaatin elinde olmasını, “Erdoğan’ı bitirecek” beklentisiyle -açık ya da üstü kapalı- onaylarken, diğer taraf da, karşı karşıya kaldığı bu ölümcül saldırıdan önce kurtulma, sonra da yargıda kendi lehine bir iktidar tesis etme gayreti içinde.

Hemen söyleyelim ki; bunlar politik tercihlerdir. Taraflardan ricamız ise, çekişmenin hukuk ve yargıyla ilişkisi olmadığını bildiğimizin farkına varmaları ve kozlarını politik hakikat zemininde paylaşmaları.

Bizim çabamız ise, 100 yılı aşan bir sorunun güncel ve kısır politik çekişmelere bir kez daha kurban edilmemesi. Bu krizi çözecek ve gelecekte de iktidarları dizginleyecek olan gerçek anlamda “bağımsız ve tarafsız” bir yargının kurulmasıdır. Bunun için ilk yapmamız gereken ise yargıyı anlamak ve nasıl bir yargı istediğimiz konusunda samimi olmaktır. Hazırsanız başlayalım.

Referandum Öncesi

Sıklıkla söylediğimiz gibi Türkiye’de yargı, toplumsal-siyasal kesimlere eşit tutum alacak olan 3. bir güç olarak değil, idari teşkilatı içinde bir memuriyet olarak inşa edildi. Bu durum yargının kuruluşundan bu yana bürokratik-memurin bir yapı olmasının sebebidir. Haliyle de hukuk ve adalet değil, “idari kültür” üretmiştir.

Mekanizma şöyle işliyor: En tepede HSYK var. Oradan başlayarak yüksek mahkemeler, Adalet Akademisi, Teftiş Kurulu, başsavcılıklar, komisyon/ağır ceza başkanlıkları ve özel yetkili mahkemelerden oluşan bir ağ bulunuyor. Buna yargının “yönetim katmanı” diyoruz. HSYK kendisinden sonra gelen tüm kadroların atamasını yaptığı için, hiyerarşinin en tepesinde yer alır ve diğerleriyle aralarında gayriresmi bir “ast-üst” ilişkisi kurulmuştur. Yapı, yatay ve dikey olarak birbirini besler…

HSYK’nın referandum öncesi sekretaryası Adalet Bakanlığı idi. Ancak Bakanlık adı yanıltmasın, asıl belirleyici olan bürokratlardı. (Bugünkü yapıda da durum farklı değil.) Bakanlar yargının iç işleyişi hakkında bilgisiz oldukları için kısa sürede bürokratların etkisi altına girerler ve ipleri onların eline bırakırlar. Yani neredeyse tamamıyla yargı bürokratlarının kontrolünde olan bir yapı bu.

Dolayısıyla da referandum öncesinde de atama, tayin, terfi ve disiplin işlemlerinde asıl söz sahibi olan Bakanlık bürokratlarıydı. Eski HSYK üyeleri ise kişisel birkaç müdahaleleri dışında tamamıyla bakanlıktan gelen “teklif ve taslağı” onaylardı. Şöyle özetleyebiliriz bu durumu: O dönemde HSYK üyelerinin etkisi aritmetik iken, Bakanlığınki geometrik bir etkiydi. Yeri gelmişken: Bu durum Taha Akyol’un sıklıkla kullandığı “eski HSYK atamış!” argümanının anlamsızlığını da gösterir.

İşte bu nedenle Referandumdan 2 hafta önce Bakanlıktaki “evden eve nakil” hazırlıklarını fark etmiş ve şu bildiriyi yayınlamıştık:http://demokratyargibir.org/266/yargi-burokrasisi-yargidan-elini-cekmelidir-27-agustos-2010/

Ancak uyarılarımız ciddiye alınmadı ve Bakanlık bürokrasisi ve arkasındaki siyasal güç, yani Gülen Cemaati HSYK’yı, oradan da tüm yönetim katmanını “işgal” etmiş oldu. Öyle ki artık “Yargı=Cemaat” denebilecek bir aşamaya geldik. Yaşanan “değişimi” 11 ay sonra şöyle tarif etmiştim: “Müsterih Olun Yargı Değişmedi” (R2, 25.9.2011) Tek fark şuydu: O tarihten sonra yargı yönetimi, tüm farklılıklar yok edilerek eskiyi kat be kat aşan olağanüstü bir güç haline geldi ve tüm kontrolü ele geçirdi.

Cemaatin yargıdaki gücü bugün öyle bir seviyeye gelmiştir ki, HSYK 1. dairesinde yapılan son değişikliğin ve 16 Ocak tarihli kararnamenin bile Cemaatin inisiyatifinde gerçekleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunlar Cemaat yönünden -hükûmeti HSYK tasarısından vazgeçirmek amacıyla verilmiş- küçük tavizlerdir. İnanılması güç, ama böyle. Şu unutulmamalıdır: Yargıda mutlak anlamda egemen olan güç Cemaattir. Hükümet lehine en fazla “taktik” sayılabilecek olan bu adımlar dahi Cemaatin inisiyatifi ile gerçekleşmiştir ve hiç bir işe yaramayacağı kısa sürede anlaşılacaktır.

Umarız yargıda nasıl bir güçle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmıştır. O halde şimdi de yönetim katmanı ile yargıçlar arasındaki ilişkilere, yani yargının iç işleyişine bakalım.

HSYK ve Yargıçlar

Yargının dışından bakanlar için anlaşılması en zor yer burasıdır. Şöyle ki; Yasa ile yargıç arasına girenin siyasi iktidar olduğu sanılır ve bu engel kalksa yargıçların “adalet dağıtma” işini bihakkın yapacağı varsayılır. Öyle ya. “Yasa açıktır ve yargıç rahat bırakıldığında ‘hukukun gereğini’ yapacaktır.”

Çocukça bir algıdır bu… Öncelikle yargıçlara müstakil ve özerk bir irade ve akıl atfetmek mümkün değil. Çünkü sıklıkla tayin olmaları nedeniyle yersiz ve yurtsuzdurlar. Dahil oldukları ve de sağlıklı ve olağan bir ilişki kurabildikleri bir sosyal ilişki ağı yok. Bu yüzden de tutarlı ve derinlikli bir siyasal-kültürel hakikat üretemezler. Nefes alabildikleri tek yer yargının (tabii hakim-savcılarla sınırlı) bizzat kendisidir. İçe kapalı, dar ve herkesin birbirini tanıdığı ve birbirine benzediği, farklılığa imkan vermeyen -sosyolojik manada- bir cemaattir yargı. Bu sayede de egemen olan kültür, yatay ve dikey ilişki ağları ile yargının tamamında yaygınlaşır ve kendisini üretmeye devam eder.

Kısacası, sadece yükselme ve disiplin gibi kıstaslar değil, konforlu ve huzurlu bir mesleki çalışma ortamı için bile yargıç, yargı vasatından farklılaşmayı göze alamaz. Farklılaştığı oranda yalnızlaşacaktır zira.

Bunun yanında bir de yargıçların yargı iktidarıyla ilişkileri vardır. Yargıçların mesleki koşulları hukuk dışı bir alandır: Mesleki kariyer, atama ve disiplin işlemlerini normlar değil yargı içi iktidarla “ilişkileri” belirler. Asıl olan “HSYK’nın keyfi”dir. HSYK kararlarına karşı yargı yolunun açılması ise bugünkü şartlarda işlevsizdir. Velhasıl bu koşullarda çalışan yargıçlar, HSYK’da irade ile uyumlu olmak zorundadır.

HSYK bu kontrolü adliyelerde Başsavcılar, Komisyon Başkanları, müfettişler ve “ajanları” aracılığıyla sağlar. Kısacası bir yargıç için HSYK’dan çok daha önce adliyelerde, de facto bir amir-memur ilişkisi kurulmuştur. Başsavcıyla uyumsuz olan bir hakim-savcı, cehennemin tam ortasındadır.

Yargıçlara Çağrı

Görüldüğü gibi bu işleyişte siyasi iktidarın etkisi neredeyse sıfırdır… Peki, YARSAV, Yargıçlar-Sen vs. ve Cemaate yakın hukukçuların yargıdaki sorunu siyasi iktidarın etkisi olarak tarif etmeleri ve çözüm olarak da “HSYK’dan bakan gitsin, yargı yargıya bırakılsın” demeleri ne anlama gelmektedir? Ben söyleyeyim: “Yargı Diktası!”…

Böyle bir söylem ve çözüm ancak ve ancak yargıdaki cari ve egemen gücü tahkim eder. Bugün bu şartlarda Cemaat adına bu söylemi dile getirenleri anlayabiliriz ama YARSAV ve Yargı-Sen’cilerin bu söylemlerinin anlaşılabilir tarafı yoktur. Varsa izah etmelidirler.

O halde yargı mensupları ve hukukçulara bir çağrı ile bitirelim: Yargı sorunu tarihsel problemlerimizin en can yakıcılarından biridir. Bu sorun artık, ertelenemez ve geçiştirilemez bir aşamaya gelmiştir. Bu açık bir çağrıdır: Gelin, yargı meselesini tartışalım. Bu, hukukçular ve özellikle de yargıçlar için hem mesleki bir görev, hem de adına karar verdiğimiz millete/halka karşı demokratik ve ahlaki bir borçtur…

Faruk Özsu: Hâkim / Demokrat Yargı

Faruk ÖZSU | Tüm Yazıları
Hits: 1520