ERGENEKON (SİLİVRİ) HUKUKİ ANALİZ

~ 31.03.2011, Av. Noyan ÖZKAN ~
Dünya, kötülük yapanlar değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.”   Albert Einstein 
 
  
Ergenekon 1. ve 2. iddianamesinin tamamını, 3. İddianameyi kısmen, Poyrazköy ve Erzincan iddianamelerinin okuyan ve inceleyen ve son olarak ÇYDD iddianamesini inceleyen   ( ancak savunmaları internetten bulamayan) bir hukukçu olarak görüşlerimi iletmeyi uygun buldum.
 
3 sene önce internette yayınlanan 1.iddianamenin tamamını her gün 3 ila 4 saat çalışmak suretiyle ancak 17 günde okuyabildim. Bu arada iddianameyi hiç okumadan gazete ve tv’lerde koro halinde ahkam kesen ve suç duyurusunda bulunan hukukçuları ve uzman gazetecileri hayret ve ibretle izledim. Ceza Hukuku ve Ceza Usul Hukuku temel bilgilerini 1970’li yıllarda Uğur Alacakaptan, Eralp Özgen, Selahattin Keyman, Nevzat Toroslu’dan; Kamu Hürriyetlerini, Münci Kapani’den; Anayasa hukukunu İlhan Arsel’den öğrenen; Ankara Türk Hukuk Kurumu ve ÇHD şubelerinde Halit Çelenk ve Niyazi Ağırnaslı’nın seminerlerine katılan ve böylece HÜMANİST CEZA DOKTRİNİ’ni ve ceza yargılamasında insan hakları hukukunun önemini benimseyen ve içselleştiren bir hukukçu olarak Silivri/Ergenekon soruşturmalarını mercek altına almak zorunda kaldım. Başlangıçta soruşturmada yapılan ceza usul hatalarını dile getiren kişilere hemen Ergenekoncu (derin devletçi) yaftasının asılması ve sağlıklı bir tartışmanın engellenmesi olguları da benim bu konudaki merak ve kaygılarımı arttırmıştır.
 
Yaklaşık 3 yıldır kamuoyunu yakından ilgilendiren ve yoğun tartışmalara yol açan Ergenekon (Silivri) soruşturmalarını ve açılan davaları, demokratik hukuk devleti ilkelerinin ülkemizde yerleşmesi için mücadele eden hukukçu bir yurttaş olarak merakla izliyorum. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında yapılan ağır ihlaller ve Hükümet’in dava ile ilgili taraflı yaklaşımı nedeniyle bazı şüphe ve kaygılarım oluştu.         
 
Yaklaşık 3 yıldır sürdürülen Savcılık (Emniyet) soruşturmaları, düzenlenen iddianameler ve açılan davalardaki gelişmelerden, ‘’ 2003–2004 yılları arasında TSK üst yönetiminde AKP Hükümetinin politikalarına karşı ciddi bir rahatsızlık olduğu, geleneksel olarak durum değerlendirmelerinin yapıldığı, ’’ bu durumu o dönemde şu veya bu şekilde geçiştiren AKP Hükümetinin, sonradan topladığı istihbaratı bir adli soruşturmaya çevirdiği’’ hususları anlaşılmaktadır. Eski Dz.Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen ‘’günlükler’’ bu davaların en önemli dayanağıdır. Ancak, olaylar aydınlığa kavuştukça, bu ‘’günlükler’’ üzerinde oynama yapıldığı iddiası da dikkate alınmalıdır. Danıştay Cinayeti davası da üzerinde önemle durulması gereken bir dosyadır. Ceza Usulü açısından bu davaların ‘’askeri darbenin planlandığı iddiası ile Ankara Özel Yetkili Mahkemesinde görülmesi gerekirken Beşiktaş Adliyesinde israr edilmesi de ayrı bir soru işaretini doğurmaktadır.
 
Geçmiş tarihinde Nato-Gladio örgütünün düzenlediği kanlı kışkırtıcı eylemler,
27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri, binlerce faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, siyasal suikastlar, sistematik işkence ve eziyet olayları yaşayan ülkemizde,   TBMM ve Hükümet’in ‘’askeri darbe teşebbüsleri’’ karşısında aktif ve direngen olması hususu, demokratik bir hukuk devletinde tartışılmaz bir ilkedir.
 
 
 Ancak, demokratik hukuk devleti sistemlerinde, ‘’yargının bağımsızlığı’’ ve ‘’hazırlık soruşturmalarının anayasal ve evrensel ilkelere’’ uygun biçimde yapılması ve özellikle
‘’Masumiyet ilkesi’’, ‘’adil yargılama ilkesi’’, ‘’hukuk güvenliği ilkesi’’, ‘’yargının siyasallaştırılmaması ilkesinin’’ yaşama geçirilmesi son derecede önemlidir.
Bkz; Barolar ve Akademisyenler, 24.04.2009 gününde "Hukuk devleti için kamuoyuna duyuru" başlıklı 50 maddelik bir duyuru yayınladılar. Duyuru 54 baro başkanı ve 13 akademisyenin imzasını taşıyor.   http://www.istanbulbarosu.org.tr/detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=4098
 
Ergenekon savcılık/polis soruşturmalarında, yukarıda ‘’barolar/akademisyenler duyurusunda’’ belirtilen Ceza Yargılama Usulünün temel ilkelerini sürekli ve sistematik olarak ihlal eden çok ağır ve vahim hatalar yapılmıştır. Bilindiği gibi hazırlık soruşturmaları gizlidir. Daha soruşturma devam ederken soruşturma sırasında elde edilen tanık/sanık ifadeleri, belgeler, fotoğraflar, video ve ses kayıtları, özellikle Hükümet’e yakın olan medya organlarına servis edilmiştir. 
 
Kamuoyunda ‘’dalga’’ olarak bilinen operasyonlar önceden basına sızdırılmış ve soruşturmada şüpheli olan kişilerin ev ve işyerlerine medya eşliğinde baskınlar düzenlenmiştir. Gizlilik kararlarıyla sanık avukatlarına verilmeyen belgeler ve sanık/tanık ifadeleri, bilirkişi raporları, günlerce/saatlerce TV ekranlarında tartışılmış, tek taraflı olarak kurulan’’medya mahkemelerinde’’ şüpheliler/sanıklar peşinen mahkum edilmişlerdir. Hatta yazılım aşamasında olan bir iddianame ve belgeleri yandaş medya mensupları tarafından haber yapılmakla yetinilmemiş, kitap olarak basılıp halka sunulmuştur.
 
Açılan davaların Beşiktaş Adliyesinde görülmesi gerekirken, Silivri Cezaevi Yerleşkesi içinde özel bir mahkeme kurulması; özel yetkili savcı ve yargıçların İst.Emniyet Müdürlüğü TEM ve İst. Şubesi müdürleriyle birlikte yemekli toplantılar yapması olguları ‘’yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesine’’ temelden aykırı olmuştur.
 
 Başbakan Erdoğan soruşturmalar devam ederken ‘’ben bu milletin savcısıyım’’ beyanı ile açıkça taraf tutarak soruşturmanın siyasallaşmasına neden olmuştur.
Bundan sonra Hükümet ve AKP’de önemli görevleri olan birçok politikacı benzeri söylemlerde bulunmuş ve TRT, Anadolu Ajansı ve yandaş medya aracılığı ile soruşturmaları etkilemiştir. Aradan geçen 3 yıl içinde, Ergenekon adli soruşturmalarının ve dava sürecinin Hükümet tarafından yönlendirildiği ve adeta psikolojik bir propaganda aracına döndüğü hususu aşikardır. Mızrak çuvala sığmamaktadır.
 
Davalar devam ederken Hükümet ve yandaş medyası sistematik olarak kendisine muhalif olan kişi ve kurumlarla Ergenekon davası sanıklarını özdeşleşmeye yönelik psikolojik propaganda kampanyası yürütmüştür. Böylece sokaktaki ortalama muhalif insanlar,, sendika/meslek odaları/ STK’lar ve siyasi partiler yöneticilerinde , basın ve iş adamlarında ciddi bir korku yaratılmıştır. Çünkü, biri birleri ile tamamen farklı siyasi görüşleri olan, ancak Hükümet’e aktif ve sert muhalefet yapan medya şirket sahibi, , Üniversite yöneticisi, bilim adamları, rektör ve dekanlar, köşe yazarları, iş adamları, hukukçular ve siyasi parti başkanları,   geçmişin devlet terörü organizatörleri ve mafya liderleri ile aynı kategori içinde değerlendirilmek suretiyle ‘’Devlet, meclis ve hükümeti yıkmak amacıyla silahlı terör örgütü kurmak ve üye olmak’’ suç isnadı ile soruşturmaya uğramışlardır. ( Bazıları artık susmuştur. Örn: Sinan Aygün )
  
Ülkemizde aşırı ve şoven milliyetçi politikaları benimseyen, Kıbrıs-Güneydoğu-Patrikhanenin ekümenliği gibi meselelerde çok sert ve ırkçı unsurlar taşıyan kışkırtıcı politika yapan ve hatta geçmişte yaşanan askeri darbelerde olduğu gibi TSK’nın yönetime el koyması amacıyla doğrudan ve dolaylı propaganda yapan ve tahrikte bulunan kişi ve kurumların varlığı da bir gerçektir.
 
Bu açıdan bakıldığında, 12.06.2007 tarihinde İstanbul, Ümraniye’de bir evde bombaların ele geçirilmesi ile başlatılan soruşturmanın ilk aşamalarında geçmişte dokunulamayan bazı kişi ve kurumların üzerine gidilmesi olgusu, özellikle insan hakları savunmanı liberal çevreler tarafından olumlu olarak karşılanmıştır. Öte yandan, soruşturmalar ilerledikçe Hükümet’e muhalif olan ve laiklik ilkesine önem veren kişi ve kurumların yanı sıra Nato/ABD’ye soğuk bakan TSK mensuplarının hedef alındığı ve bu kişi ve kurumların toplum nazarında itibarsızlaştırılması ve küçük düşürülmesi kampanyasının yürütüldüğü de bir gerçektir.
 
Merkezi büyük olasılıkla Ankara’da olan ve Hükümet ile bazı akademisyen ve konusunda uzman kişilerden oluşan bir gizli örgüt kurulduğu iddia edilmektedir.        Bu örgüt, ‘’Ergenekon psikolojik propagandası ile Hükümet’e ve özellikle Hükümet’in neo-liberal ekonomi politikasına muhalif olan kişi ve kurumlar hakkında yandaş medyaya sistematik servis yapmak suretiyle lekeleme ve karalama kampanyası’’ yürütmektedir. Aynı günde 6 gazetenin (Taraf, Star, Bugün, Sabah, Yeni Şafak, Zaman ) manşetinin tıpa tıp aynı olmasının başka izah tarzı yoktur. Ancak, bu örgüt, hazırlık soruşturmalarından bilgi ve belge çalması, kamuya servis yapması ve bazı dosyalarda görüldüğü gibi dijital belge üretmesi nedeniyle organize bir suç örgütüne dönüşmüştür. Bir gün mutlaka bu organize örgüt hakkında ceza soruşturması açılacak ve failleri yargılanacaktır. Ancak, o güne kadar çok insanın canı yanacaktır.
 
Öte yandan İETÖ hakkındaki tüm iddialar sanıkların kişilikleri, özgeçmişleri incelendiğinde sanıklar grubunun silahlı bir terör örgütü olmadığı açıktır. Bir suç örgütünün kanıtlanması için o örgütün organize biçimde suç işleme iradesi ile birlikte yöneticilerin, üyelerin, yardım ve yataklık yapanların somut olarak tespit edilmesi gerekmektedir. Organize suç örgütlerinin en önemli unsuru, bir lideri veya lider kadrosu olmasının yanı sıra ciddi bir hiyerarşi ve mali bütçesinin bulunmasıdır.
 
 
Tüm bu unsurların süreklilik ve elverişlilik göstermesi gerekmektedir. Ayrıca İETÖ’nün
mevcut kadrosu ve kapasitesi ile Türkiye Hükümetini paralize edecek ve devirecek güç ve imkanlara sahip olması zorunludur. Oysa ilk iddianame ve sonra eklenen iddianamelerdeki lider olarak belirtilen kişilerin bir biri ile uyumsuz, farklı siyasi görüşlere sahip ve aralarında hiyerarşik örgüt bağı olmayan kişiler oldukları bellidir.
Ayrıca iddiaların temelinde rol oynayan ihbarcı ve gizli tanıkların genelde sözüne güvenilmez, geçmişi karanlık, kriminal ve dengesiz insanlardan seçildiği de gözden ırak tutulamaz. ( Ör; Tuncay Güney, Osman Yıldırım )
 
Özel olarak ÇYDD / ÇEV İddianamesi;
 
İstanbul Cumhuriyet. Başsavcılığının (250.madde ile yetkili) İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesine gönderdiği 25.11.2010 gün ve 2010/901 E. no lu, 355 sayfadan ibaret iddianameyi inceledim. ÇYDD/ ÇEV yöneticilerini iddia konusu Ergenekon Terör Örgütü (İETÖ) ile irtibatlandıran ve böylece onların İETÖ üyesi olmaları nedeniyle yargılanmalarını isteyen iddianame hakkındaki görüşlerim aşağıya çıkarılmıştır. 
Genel olarak Ergenekon iddianameleri ve özel olarak daha yeni incelediğim ÇYDD/ÇEV iddianamesi hakkındaki değerlendirmelerimi birlikte vereceğim.                Çünkü Hükümet güdümlü her bir Ergenekon operasyonundan sonra düzenlenen iddianameler ile 1. Ve 2. Ergenekon iddianameleri arasında irtibat kurulmaktadır.
 
İddianame 8 kişi hakkında (GÜLSEVEN YAŞER, AYŞE YÜKSEL, FATMA NUR GERÇEL, HALİME FİLİZ MERİÇLİ, HAMDİ GÖKHAN ECEVİT, MUSTAFA NAMIK KEMAL BOYA, ÖMER SADUN OKYALTIRIK, AYDIN ORTABAŞI, ) düzenlenmekle birlikte esas itibarıyla ÇYDD ve ÇEV’i hedef almaktadır. Öncelikle bu iddianamenin temel amacının, ÇYDD –ÇEV gibi laiklik ilkesine önem veren ve özellikle / eğitim/öğretim alanında gençlerin tarikat ve cemaatlerin tuzağına düşmeden bağımsız, özgür bireyler olarak yetişmesi için burs olanakları sağlayan kurumları hedef aldığı ve psikolojik propaganda aracı olarak kullanıldığı somut bir gerçektir.
 
Poyrazköy iddianamesi hazırlanırken ÇYDD ve merhum Türkan Saylan’la ilgili iddialar malum çete tarafından basına ve internet sitelerine sızdırılmış, lekeleme ve karalama kampanyası başlatılmıştır. O kampanya bu iddianamenin hazırlık aşamasında da aynı yöntemlerle devam etmiş ve şu anda sürmektedir. Ayrıca, tüm Ergenekon soruşturma iddianamelerinde görüldüğü gibi savcılar, CMK 160/2 maddede belirtilen görevlerini ihmal etmişlerdir. Anılan maddeye göre;   ‘Cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.’’
 
Savcılar, şüphelilerin lehine olan delilleri toplamadıkları gibi dosya ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan iletişim bilgilerini, şahıslar arasındaki kişisel sohbetleri iddianameye koymuşlar ve daha ziyade sanıkların kişisel itibarlarını sarsma ve kamuoyu önünde küçük düşürme stratejisini uygulamışlardır. Savcılar, iddianamenin başlangıç bölümünde iletişim tutanaklarını ve diğer delilleri hiçbir yorum yapmadan olduğu gibi yazmaları ve mahkemeye sunmaları gerekirken, metin üzerinde koyu harfle vurgulama yapma (bold), yazıların altını çizme gibi garip yöntemlere başvurmuşlardır. Oysa bu tip vurgulamalar yalnızca ‘’delillerin değerlendirmesi’’ bölümünde yapılmalıdır.
 
Bu dava ile irtibat kurulan Poyrazköy davasında ve Balyoz davasında , ‘’Denizaltı müzesine gelen öğrencilerin bombalanması’’, ‘’kendi jet uçağını düşürme’’, ‘’cami avlusunda yurttaşları bombalama’’ gibi korkunç iddialar kamuoyuna mal olmuştur.
Ancak sonradan özellikle ‘’ http://cdogangercekler.wordpress.com/ ‘’ web sitesinde yayınlanan bilirkişi raporları ve analizleri ile bu iddiaların bulunduğu bazı DVD ve CD’lerin düzmece olduğu, metinler üzerinde oynama yapıldığı, listelerde adı geçen bazı kurumların iddia edildiği suç tarihlerinde mevcut olmayıp sonradan üretildiği açıkça tespit edilmiştir. 
 
Pınar Doğan-Dani Rodrik’in; Balyoz iddiaları gerçek ve denildiği gibi 11, 16, ve 17 no.lu CD’ler 2003’ten kalma orijinal CD’ler ise nasıl oluyor da bu CD’lerin içinden 2009’a kadar varan sonraki yıllara ait ve önceden bilinmesi mümkün olmayan bilgiler cıkıyor?  sorusuna mutlaka cevap verilmelidir.
 
İddianameler hakkında ilk ciddi analizin Türkiye’de yaşayan bir İngiliz gazeteci, Gareth Jenkins tarafından yapılması da acı bir gerçektir.
 
 
Delillerin, CMK ve Adli ve Önleme Arama Yönetmeliğine aykırı olarak toplandığı hususunda ciddi iddialar vardır. Arama mevzuatına aykırı olarak toplanan delillerin dosyadan çıkarılması talep edilmelidir.
 
Örneğin, iddianamede en az üç kere yazılan; Kadıköy şubesindeki arama sırasında elde edilen MAXTOR bilgisayar disketi içindeki ‘’Aydın Ortabaşı 7.12.2008 ve 18.10.2008 günlü mektupları ’’, Türkan saylan1doc, Türkan Saylan2 doc, Türkan Saylan3 doc ), 2008 toplantı özeti. doc”
 
Örneğin bu dosya ile irtibatlandırılan Poyrazköy dosyasında Levent Bektaş’ın işyerinde yapılan aramada el konulan 3 no lu DVD’nin içinde gizlendiği iddia edilen, GÖREV BÖLÜMÜ" ve "PSİKOLOJİK HAREKAT KAMPANYA KONTROL FORMU" isimli dokümanlar ait olduğu davada ve bu davada dosya dışında kalmalıdır. Çünkü basında yer alan haberler ve dosyasındaki iddianame incelemesinde bu delillerin CMK ve Yönetmeliğe aykırı olarak toplandığı gayet açıktır. Bu DVD’ler üzerinde sonradan bazı oynamalar yapılması mümkündür.
 
Poyrazköy iddianamesinde yaptığım incelemeye göre; Aramada ele geçen CD ve DVD’lerin imajlarının hemen orada verilmesi mümkün olmayabilir. Ancak, olayımızda şüpheli Levent Bektaş’ın DVD ve CD’lerin üstüne yalnızca imzasının alındığı, CMK ve Yönetmelik uyarınca ambalajlamadan sonra mühürleme yapılmadığı anlaşılmaktadır. Mühürleme yapılmış olsa bile, bu DVD ve CD’lerin açılması ve incelemeye başlanması için karar verildiğinde, bu işlemin yapılmasında hazır bulunması için mutlaka şüpheli veya vekilinin inceleme mahalline çağrılması gerekirdi. Bu durumda CMK ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’ne aykırı olarak toplanan ve açılan CD ve DVD’lerin içindeki belgelere dayalı bir iddianame ile bu davadan sonuç almak oldukça zor görünüyor.
 
Örneğin bu dava ile irtibatlandırılan Kocaeli / denizci teğmenler davasında arama sırasında ele geçirilen flah bellek. ( Bu davada arama sırasında ele geçirilen flash bellek üzerinde oynama yapıldığı h.k haberler basında yer almıştır)
 
ÇYDD Kadıköy Şubesinin polis tarafından aranması ve el koyulan delillerin mühürlenmesi, sonradan açılması aşamalarında ne olmuştur, bilmiyorum.
Ancak, dosyada sanık E. Kur. Albay Aydın Ortabaşı’nın hazırlık ve savcılık ifadesinin samimi olduğu ve gerçekleri yansıttığı hususunda kanaat edindim.
Bozburun derneği ile ilgili yazışmalarının elektonik ortamdan alınarak üzerinde oynama yapıldığı büyük bir olasılıktır. ‘’2008 toplantıözeti. doc” belgesi üzerinde oynama yapılması olasılığı yüksektir.
 
 
ÇYDD’nin temel ilkeleri doğrultusunda bazı dernek, vakıf ve STK’larla ortak platformlarda buluşması, AKP Hükümetinin laiklik ilkesini yozlaştıran icraatını eleştiren Cumhuriyet mitinglerine katılması, Cumhuriyet değerlerini koruyan ve irticayla mücadele eden paneller, toplantılar düzenlemesinin demokratik sistemde hükümete muhalif bir derneğin olağan faaliyetleri olduğu tartışılmaz bir gerçektir.  ÇYDD ve ÇEV’in faaliyetlerinin anayasal ve hukuksal zeminde ne kadar haklı olduğu hususu AKP hakkında açılan kapatılma davası kararı ile teyit edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 30.07.2008 günlü kararına göre; ‘’Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasındaki demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi nedeniyle “Parti’nin kapatılması yerine devlet yardımından yarı oranında yoksun bırakılmasına’’ karar verilmiştir.  
 
ÇYDD şube başkanları v.d yöneticileri hakkında verilen takipsizlik kararının gerekçesini bilmiyorum. Ancak, bu iddianame ile çelişkili unsurlar taşıması olasıdır. Bu iddianame, bir derneğin kendi olağan faaliyetleri, bursiyerler ve öğrencilerle ve kamu ile olan temaslarını içeren iletişim bilgileri, yazılar, notlar, özel defterler, gizli kalması gereken avukat görüşmeleri ile şişirilmiştir. Örneğin Kadıköy/maxtor/ Tuğ. Amiral PP Başkanı (imzasız) mektubunun tam metni iddianamede üç kez yazılmıştır. İddianamede belirsizlik hakimdir ve kişiler ile suçlar arasındaki bağlantı kopuktur. Sanıkların, telefon rehberlerinden, bilgisayar - e-mail adreslerinden ve iletişim tespit tutanaklarından yola çıkarak diğer İETÖ üyeleri ile örgüt irtibatı kurmak mümkün değildir. Çünkü diğer İETÖ üyelerinin çoğu basın, akademi, politika, bürokrasi protokolü dünyasının tanınmış isimleridir.
 
Bu kişilerle iletişim kuran yüz binlerce yurttaş bulunmaktadır. İddianamede PKK/Kongragel ile ilişkisi olan 7 öğrenci üzerinden İETÖ-PKK arasında irtibat kurulması abesle iştigaldir. Kaldı ki diğer dosyalarda mahkemeler tarafından Genelkurmay Başkanlığı, JGK, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilen müzekkerelere, İETÖ adında bir örgüt olmadığı cevabı verilmiştir. Hükümet’i devirme güç ve kapasitesi olabilecek tek örgüt TSK’dır. Geçmişte örnekleri yaşanmıştır. Ancak, o dönem Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün talimat yoluyla İzmir adliyesinde alınan ifadesi dikkatle incelendiğinde, TSK Komuta Heyetinin silahlı darbe teşebbüsünde bulunduğuna dair hiçbir somut beyanda bulunmadığı ve kanıt göstermediği ve kuvvet komutanlarının lehinde ifade verdiği hususu açıktır.
( Bkz: 3.İddianame, 2009/565; sh. 34-43)
 
Sonuç olarak, Silivri davalarının izlenmesi, gözlenmesi ve raporlaştırılması aşamalarında bir biri ile irtibatlandırılan dosyalardaki iddianameler ile savunmaların birlikte değerlendirilmesi ve öncelikle Ceza Usul Hukuku temel ilkelerinin dikkate alınması gerekmektedir. Bu durum, 250.madde ile yetkili/görevli mahkemeler tarafından yürütülen ve kamuoyunu yakından ilgilendiren Diyarbakır-KCK ve diğer olay ve davalar için de söz konusudur.
 
Bu vesileyle AKP Hükümeti tarafından yönlendirildiği hususunda ciddi göstergeler bulunan , ‘’gizli tutulması gereken dinleme, izleme ile elde edilen, kayıtların sürekli olarak yandaş medyaya ve internet sitelerine servis ederek AKP muhaliflerini, lekeleme, karalama sindirme, soruşturma belgelerinde özellikle dijital ortamda oynamalar yaparak belge üretme ve toplumda korku iklimi yaratma; amaçlı organize suç örgütünün de açığa çıkarılması amacıyla çalışılması ‘’hukuk devleti olabilmek açısından’’ önem kazanmaktadır.
 
Bilgi ve değerlendirmenize sunulur.
Saygılarımla
 
Av. Noyan Özkan
 
 

‘’Gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramaz.’’ Emile Zola, (25 Kasım 1997, Le Figaro )

Av. Noyan ÖZKAN | Tüm Yazıları
Hits: 3841