Savunmayı Savunmak

~ 30.10.2013, Nuh Hüseyin KÖSE ~

Cumartesi günü, İstanbul Barosu ve İngiltere-Galler Hukuk Cemiyeti’nin birlikte düzenledikleri “Savunmayı savunmak” temalı konferansa, konuşmacı olarak davetliydim. Bu konferans, bu konuda konuşmacı olarak katıldığım üçüncü etkinlik. Ama konuşulanlar ve avukatların şikayetleri hep aynı; “Hakimler bizi dinlemiyorlar” diyorlar. Bu konferansa hazırlanırken görüşlerine başvurduğum başta Av. Elkan Albayrak olmak üzere, birçok avukat arkadaşımın başlıca yakınmalar şöyle;

Avukatlar: Yargıçlar bizi dinlemiyorlar.

- Aynı okullarda okuduk ama hakimler, kürsünün verdiği alışkanlıkla avukatlara tepeden bakma eğilimindeler

- Duruşma salonu dışında avukatlarla göz teması kurmaktan kaçınıyorlar.

- Duruşma sırasında yargıçlar, özellikle genç avukatlara karşı fazla hoyrat ve kaba olabiliyorlar. Onlara doğrudan adlarıyla yada “oğlum-kızım” şeklinde hitap ediyorlar.

- Avukatların duruşma öncesi verdiği dilekçelerin okunup okunmadığından kuşkuluyuz.

- Duruşmalar, belirlenen saatten daha geç başlıyor. İki-üç saate varan bu gecikmeler; avukatları yorup, psikolojilerini bozuyor.

- Zorunlu nedenlerle avukatlar tarafından yapılan duruşma erteleme talepleri reddediliyor.

- Duruşmalarda, sanık ve tanıklarla avukatların sözleri sık sık kesiliyor. Yargıçlar, çoğunlukla savunmalarımızı zapta eksik geçiriyorlar. Bazan, avukatlar dinlenmeyip, savunmanın yazılı sunulması isteniyor.

- Hakim kararlarına yönelik olarak yaptığımız, eleştiri ve itirazlarda tutanak tutulup, savcılığa hakkımızda ihbarlarda bulunuluyor.

- Tanıklarımız dinlenmiyor, bilirkişi raporlarına dayanılıp, itirazlarımız gözetilmeden aleyhe kararlar veriliyor.

- Soruşturma safhasında ve aşamalarda, vekaletsiz dosya incelememiz engelleniyor.

- Duruşma sırasında sanığın müdafiinin yanında durması engelleniyor. Diyorlar.

Avukat ayağa kalk!

Birçok yargılamada görüyoruz ki; kendileri ne Adalet Bakanlığı tarafından “misafir” muamelesi yapılmasından şikayetçi olan yargıçlar, aynı istenmeyen uygulamaları avukatlara yapıyorlar. Yargıçlar, adliyedeki odalarının, duruşma salonlarının bile başsavcılar eliyle, adalet bakanlığı tarafından belirlenmesine, çalışma mekanlarının bakanlık tarafından oluşturulurken fikirlerinin alınmadığından yakınadursalar da, devlet otoritesini, halkı temsil ettiği inancındaki bazı yargıçlar, özellikle duruşma sırasında avukatlara karşı gereğinden fazla kuralcı davranıyorlar. Onların duruşmalardaki davranışlarına fazla müdahale ediyorlar. Bunun gerekçesini “gelenek” olarak açıklasalar da, bazen yasalarda yer almayan geleneklerin sürdürülmesi, avukatları ziyadesiyle incitiyor. Örneğin; Yargılamayı sonlandırmayan, bir yerden gelecek bir evrakın beklenmesine ilişkin bir ara kararın ayakta dinlenmesinde ısrar edilmesini “gelenek” le açıklıyoruz. Oysa, Ceza Usul Kanun’unda açıkça sadece tanığa yemin verdirilirken ve son karar (hüküm) okunurken herkesin ayakta olması gerektiği yazıyor. Öte yandan, avukatların müvekkilleriyle yan yana olmasına ise duruşma salonlarının fiziki yapılarını gerekçe göstererek yine biz yargıçlar engel oluyoruz. Mahkeme salonlarında, savunma ve katılan vekillerine karşılıklı oturma yerleri tahsis ediliyor. Müştekiler, avukatlarının yanında oturtulabilirken, tutuklu olan sanıklar başta olmak üzere, çoğunlukla sanıkların, avukatlarının yanında oturma istekleri kabul görmüyor. Bu durumda sanık, sorgu sırasında avukatının yardımından yeterince yararlanamıyor. Sıradan bir hakaret suçunun sanığının bile kafese sokularak, salondaki diğer kişilerden sanki saldırgan biriymiş gibi ayrılmasının, hem sanığın kişilik haklarının hem de savunma hakkının ihlali olduğunu düşünüyorum. Hele tutuklu sanıkların, tepelerine G-3 piyade tüfeği ile dikilen askerlerin nefeslerini enselerinde hissettiklerini gördükçe, ”silah gölgesinde savunma da yapılmaz ki” demek geliyor içimden.

Steno neden yok? Yargılamalar sırasında savunmanın en çok zorlandığı bir başka durumun da zabıtları yargıcın özetleyerek yazdırması uygulaması olduğunu görüyoruz. Yargılama sırasında en çok dinleyip en az konuşması gereken yargıç, bizim sistemimizde duruşmanın en çok konuşan ve müdahalede bulunan unsurudur. Maalesef bu sistemde savunma, yargıcın anlayıp tutanağa geçirttikleri ile sınırlıdır. Çünkü, bizim yargılama sistemimizde stenograf yada ses kayıt sistemi bulunmaz. Bu nedenle avukatlar ile yargıçlar arasında, söylenenlerin zapta eksik geçirildiğine ilişkin çokça tartışma yaşanır. Oysa, Batı Avrupa’da olduğu gibi bizde de yardımcı yargıcın müdahalesiz özeti ve ses kaydı yada stenenograf sistemine geçilse, savunma hakkı daha etkin kullanılabileceği gibi zaman tasarrufu ve yargıcın davaya daha çok odaklanması da sağlanacaktır.

Avukatlar sanıklarla özdeşleştiriliyorlar (mı)? Avukatların bugünlerde en çok yakındıkları konuların başında kuşkusuz tutuklu avukatlar sorunu geliyor. Ülkemizde 12 Eylül darbesi sonrası yapılan anayasa ile başlayıp, son on yıldır artarak büyüyen “güçlü yürütme” yaratma çabaları, iktidardan farklı dünya görüşüne mensup insanlar üzerinde ciddi baskılara dönüştü. Yargının bağımsız olmaktan hızla uzaklaştırılmasıyla birlikte, birçok düşünce suçlusu uzun yıllardan beri tutuklu olarak yargılanıyor. Bunların içinde, müvekkillerine atılı suçların kendilerine de yüklendiğini söyleyen çok sayıda avukat da var. KCK, ÇHD davaları başta olmak üzere, çeşitli davalarda onlarca avukat tutuklu yargılanıyorlar. İzmir Barosunun bir panelinde “haksız tutuklama”yı konuştuğumuz, arkadaşlarının gözaltına alınması nedeniyle seyahatini kesip Beyrut’tan dönen ÇHD başkanı Selçuk Kozağaçlı’da onlardan biri. Hem de kaçma şüphesi nedeniyle tutuklu. Oysa, başına gelecekleri bildiği halde kendiliğinden yurda dönmüş yılların avukatı Selçuk. Her hafta Öcalan ve Kandil arasında mekik dokuyan onca insan varken, KCK davası avukatlarının tutuklu yargılanması da avukatları öfkelendiriyor. Avukatlar, meslektaşlarının müvekkilleri ile özdeşleştirildiklerini düşünüyorlar. Oysa, hırsızı savunan avukatın hırsız olmadığını en çok hukukçuların bilmesi gerekiyor. Aksi halde, Erol Taş’ın, oynadığı kötü adam rolü nedeniyle gerçek yaşamında dayak yemesini de olağan görmek gerekiyor. Bir ülkede avukatların, savunma mesleğini yaptıkları için tutuklanmaları savunma hakkını geriletecek, avukatları görevlerini yapamaz hale getirecektir. Bu durum, ülkedeki muhalefetin savunmasız kalması ve rejimin otoriterliğe evrilmesi gibi ağır sonuçlar doğurabilir. Böyle bir düzende, hiç kimsenin hukuk güvenliği yoktur. Umarım önümüzdeki süreçte avukatların görevleri nedeniyle tutuklu yargılanmaları uygulamasına son verilir. Savunmanın savunulacak duruma düştüğü günler, acı hatıralar olarak kalır.

Konferansın ana teması ve yabancı konukların varlık nedeni ise kuşkusuz İstanbul Barosu yönetimi hakkında kamuoyunda ‘Balyoz’ olarak bilinen davanın yargılaması sırasında yaptıkları açıklamadan dolayı açılan davaydı. Konferans sırasında da izlenen duruşma görüntülerinde, başkan Sn. Kocasakal’ın mahkemeden söz talebinde bulunduğu, talebin mahkeme başkanı tarafından kabul edilip, kendisine mübaşir aracılığıyla seyyar mikrofon verildiği, Kocasakal’ın yaptığı yazılı açıklamada; Avukatların duruşmalar boyunca savunma haklarının kısıtlandığı, iddia makamı tarafından da müdahalelerde bulunulduğu, taleplerinin sürekli reddedildiği,bu durumun savunmaya saldırı niteliğinde olduğundan bahsediliyordu. Bu açıklama nedeniyle açılmıştı baro yönetimi aleyhine ceza davası. Hemde ‘Yargı görevi yapanı etkilemeye teşebbüs etmek’ suçundan. Avukatların en çok içerledikleri hususlardan birisi de buydu kuşkusuz. Yirmi dokuz bin avukatı temsil eden bir baro yönetiminin, mahkeme izniyle yaptığı bir açıklama nedeniyle görevini yapmasını da engelleyecek biçimde, kolayca kovuşturmaya tabi tutulmasını kabul edemiyorlardı. Zira; yapılan açıklama davanın esasına ilişkin olmayıp, yargılamalarda savunmanın dikkate alınmamasına gösterilen, Avukatlık Kanunu’ndan kaynaklanan bir yetki kullanımıydı avukatlara göre.

Bunları neden yazdım? Çünkü, empati kurmak için sorunların çapraz okunması şart. Avukatlar, sorunlarını kendi aralarında konuşup yazıyorlar zaten. Yargıç ve savcılar da avukatlardan yakınıyorlar, ama kendi aralarında. Bir yargıç olarak ben, avukatların bizlerden beklediklerini yazarsam, empati yapmak daha kolay olur diye düşünüyorum. Kim bilir, belki avukat dostlarımızda, biz yargıçların avukatlardan beklediğimiz davranış modellerini yazar bir gün. Böylece karşılıklı sorunlarımızı, ötekinin yerine geçerek tanımlar ve çözüm yollarını birlikte ararız. Kim bilir, belki biz de bir gün bir avukatın savunmasına ihtiyaç duyabiliriz.

Nuh Hüseyin KÖSE | Tüm Yazıları
Hits: 1917