SOLUKLAŞAN DEVLET SURİYE (V)

~ 30.09.2013, Av. Reha TAŞKESEN ~

Sonuç:

 

            Çalışmanın önemli sonuçlar ortaya çıkardığını düşünüyoruz.

 

            Suriye Devleti varlığını henüz devam ettirmektedir. BM’de temsil edilmektedir. Muhatap alınmaktadır. Cenevre II toplantısına katılması öngörülmektedir. Daha da önemlisi uluslararası toplumda Suriye sorununun çatışmanın tarafları arasında bir müzakere süreci başlatılmak suretiyle (politik yöntemler kullanılarak) çözümlenmesi konusunda bir uzlaşma tesis edilmiştir.

 

            Suriye sorununun bulunduğumuz nokta itibarıyla karmaşık bir görünüm sergilediğini söylemekte fayda bulunmaktadır. Zaman içerisinde çatışan taraflar çeşitlenmiş, çatışma alanı genişlemiş, etnik ve dini ayrışma hız kazanmış, bazı ülkeler fiili olarak çatışmanın içerisine girmiş ve taraf olmuş, uluslararası toplumun çözüm arayışlarından ise henüz bir sonuç alınamamıştır. Mevcut durum itibarıyla sorunun kısa süre içerisinde çözümlenmesi de mümkün görülmemektedir.

 

            Suriye’nin nüfus yapısına, coğrafi konumuna ve tarihine dikkat edilmesinde fayda bulunmaktadır. Suriye’nin bütün bu özellikleri dikkate alınmadan bir politika belirlenmesinin uygun olmayacağı açıktır.

 

            Suriye etnik ve dini bakımdan tek ve benzeş bir ülke değildir. Nüfusun %74’ü Sünni Müslüman olmasına karşılık %84’ü Arap’tır. Arap-Sünni nüfusun oranı ise %54’tür. Burada din/mezhep özelliğinin mi yoksa etnik/milli özelliğin mi öne çıkacağı konusu iyi incelenmelidir. Sürece baktığımız zaman görünürde, Nusayri/Şii/Alevi azınlığa karşı bir Sünni çoğunluk çatışması öne çıkmasına karşılık, örneğin kuzeydoğuda bir etnik/milli oluşumun, Kürt yapılanmasının ortaya çıktığına tanık olunmaktadır. Bu parçalanmanın önümüzdeki süreçte Suriye’nin diğer bölgelerine ne şekilde yansıyacağı henüz belirsizliğini korumaktadır[1].

 

            Kimyasal silah kullanıldığı iddiaları ciddiye alınmalıdır. Ancak, uluslararası alanda kabul gören bir kanıt olmadan da konunun gündemde tutulması risk taşımaktadır. Bu noktada, BM heyetinin araştırmalarının sonuçlarının beklenmesinin ve bu sonuca göre tavır alınmasının daha makul bir yaklaşım olacağı düşünülmektedir.

 

            BM, ABD, AB ve Batılı ülkeler mevcut rejimin gitmesi ve arkasından da Suriye’de nasıl bir devlet kurulması gerektiği konusunda açıklamalar yapmışlardır. Mevcut iktidarı destekleyen ülkeler de düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Ancak, Türkiye “rejimin gitmesi gerektiğine” sürekli vurgu yapmasına karşılık, sonrasında Suriye’de nasıl bir rejim/devlet kurulması konusunda açık bir tavır ortaya koymamıştır.

            Türkiye, Suriye’nin geleceği konusundaki politikasını açık şekilde dünya ve Türkiye kamuoyu ile paylaşmalıdır.

 

            Suriye’deki istikrar Türkiye ve diğer bölge ülkeleri için önem arz etmektedir. Çatışma ortamının bir an önce sona ermesi bütün bölge ülkelerini rahatlatacaktır. Bu nedenle gayretler çatışma ortamının bir an önce sonlandırılması istikametinde yoğunlaştırılmalıdır.

 

            Suriye’deki çatışma ortamının bir “uluslararası çatışma” olmadığı hususu göz ardı edilememelidir. Dışarıdan yapılan müdahalelerin BM, uluslararası kurum ve kuruluşlar ile bağımsız insan hakları teşkilatları tarafından takip edildiği ve ölçülülük ve tarafsızlık ilkeleri çerçevesinde izlendiği hususu dikkate alınmalıdır.

 

            BM, uluslararası toplum ve bağımsız insan hakları örgütleri Suriye’de sistemli, etkin ve yaygın insan hakları ihlalleri yapıldığını tespit etmişler ve kayıtlara geçirmişlerdir. İnsan hakları ihlalleri hem hükümet güçleri ve hem de muhalif güçler tarafından yapılmaktadır. Açık kaynaklardan elde edilen bilgiler Türkiye’nin bazı muhalif örgütler ile ilişkili olduğuna işaret etmektedir. Bu örgütler ile bağlantılı olarak insan hakları ihlalleri yapıldığı, insancıl hukuka aykırı eylemlere iştirak edildiği, savaş suçları işlendiği gibi tespitler Türkiye’ye sıkıntı yaşatabilecektir.

 

            Bu husus uluslararası alanda Türkiye’nin itibarının korunması bakımından da önem arz etmektedir.

 

            Uluslararası kurallar ve teamüller çerçevesinde hareket edilmesi önem arz etmektedir.

 

            Bölgedeki Kürtlerin (Türkiye, Suriye ve Irak Kürtleri) ilk kez geniş şekilde Batı/Dünya ile birlikte hareket ediyor olmaları önemli bir gelişme olarak algılanmalıdır. İran Kürtlerinin de gelecekte bu oluşum içerisinde yer alma olasılığı yüksektir. 21. yüzyıl içerisinde Avrasya’daki siyasi, ekonomik ve güvenlik konulu gelişmelerin bölgede kurulması muhtemel, Batı/Dünya ile barışık ve ortak hareket eden bir Kürt Devleti üzerinden yürütülmesi hususunun Türkiye’nin çıkarlarına önemli ölçüde zarar vereceği açıktır.

 

            Türkiye’deki “Barış Sürecinin”, örgüt düzeyinde PKK için ve daha geniş çerçevede ise bölgedeki Kürt nüfusu için Suriye’deki durumun Kürt hareketinin lehine çevrilmesi için stratejik bir imkan olarak kullanıldığı düşünülmelidir. Ayrıca, güneydoğu Anadolu’da halen eylem yapabilecek bir asgari PKK varlığının devam ettiği de göz ardı edilmemelidir. Kaldı ki; İran’ın Suriye’ye verdiği destek çerçevesinde PJAK unsurlarının da her an Türkiye’de eylem yapabileceği dikkate alınmalıdır.

 

            Gelişmeler incelendiği zaman Türkiye’nin hemen güneyinde ve doğusunda “Kürt Milliyetçiliği” temelinde oluşan bir “Kürt Kuşağının” ve yine bu kuşağın hemen gerisinde de bir “Şii Kuşağının” ortaya çıktığı görülmektedir. Bu iki yeni oluşumun Türkiye’ye kaşı bir tavır sergilemesi Türkiye’nin Ortadoğu ve Afrika ile kara ulaşım/iletişim bağlantısının kesilmesine neden olabilecektir. Aynı zamanda Akdeniz havzasında “deniz hak ve menfaatlerini” koruma yeteneğini yitiren Türkiye’nin bu gelişmeler sonucunda önemli siyasal, ekonomi, sosyal ve güvenlik sorunları yaşayabileceği göz ardı edilmemelidir.

            Türkiye güvenlik politikalarını gözden geçirmelidir.

 

            Bölge devletlerinde ve toplumlarında bir “Osmanlı Devleti” endişesi/fobisi varlığını devam ettirmektedir. Bu nedenle Türkiye başta Suriye olmak üzere bölgeye yönelik politikasını çok özenle yürütmelidir. Bu korku ve endişelerin yüzeye çıkması Türkiye’ye karşı bir karşı duruş/direnç oluşmasına neden olabilecektir.

 

            Suriye ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasına baktığımız zaman bu bölgede demokrasi deneyimi yaşayan bir ülke bulunmadığı görülmektedir. Demokrasi, hukuk devleti, insan hakları gibi hususlar bölge ülkeleri için yabancı kavramlardır. Geride kalan onyıllar içerisinde bu ülkelerde iktidarlar değişmiş ve ancak iktidarların etnik/dini/mezhepsel zemine dayanan tek adam/tek parti ile yönetme özelliği değişmemiştir. Bölge halkları demokrasi, hukuk, insan hakları deneyimleri yaşayamamışlardır.

 

            Bölgede esas olan bu siyaset ve yönetme tipinin değişmesi ve ülkelerin evrensel ilkelere uygun bir dönüşümü yaşabilmesi meselesidir.

 

            Türkiye’nin bölgedeki sorumluluğu bütün bu ülkelerde demokratik, seküler, hukukun üstünlüğüne saygılı ve liberal ekonomiye açık anlayışı desteklemek olmalıdır.

 

            Bölgede ve İslam coğrafyasında etnik, dini ve mezhepsel ayrımcılığa son vermek suretiyle artık vatandaşlık hukukunun ve vatandaşlık kavramının yerleşmesi kaçınılmazdır. Gayretler de bu istikamette olmalıdır.

 

            21. yüzyılın insanlığa sunduğu fırsatları yakalayabilmek ve karşısına getirdiği küresel ölçekteki sorunlara çözüm arayışlarına da katkı sağlamak gibi sürecin yaşandığının farkında olmak zorunluluğu bulunmaktadır.

 

            Bilimde, kültürde, sanatta, sporda 21. yüzyıl trenini yakalamak yerine, yüzyıllar öncesinden bugüne taşınan bağnaz düşünce ve inançları öne çıkararak bölgede barış ve huzurun bozulması suretiyle insanların birbirlerini boğazlamalarının bir fayda sağlamayacağının artık anlaşılmış olması gerekmektedir.

 

            Konumuz olduğu için özel olarak Suriye’de ve genel olarak da bulunduğumuz coğrafyada demokrasi ve hukuk devleti anlayışı, bir arada yaşama ve uzlaşma kültürü gelişmediği sürece huzur ve güven ortamının sağlanmasının mümkün olamayacağına dikkat çekmekte yarar bulunmaktadır. Yapay ve zorlama toplumsal yapılar, etnik ve dini bölünmüşlük devam ettiği sürece de siyasal, ekonomik, sosyal ve güvenlik konulu sorunların çözüm kazanması sadece uzak bir hayal olarak kalacaktır.

 

            Küreselleşmenin yoğun şekilde yaşandığı bir süreçte hala başında poşusu ve elinde kaleşnikof tüfeği ile ülke/bölge sorunlarını çözme gayreti içerisinde olanların olumlu bir noktaya ulaşabilmeleri mümkün görülmemektedir. İnsanları ve kitleleri böyle bir ortama sürükleyen siyasal oyuncular da ya gerçeklerin farkında değildirler ya da “sonucu olmayan bir oyunu” sadece siyasi çıkar amacıyla ısrarla oynama gayreti içerisindedirler.

 

            Türkiye’nin bekası ve uzun vadeli çıkarları, kısa vadeli siyasi çıkarlara kurban edilmemelidir.

            Dünya hızla değişmektedir. İklim, çevre, nüfus, açlık, sağlık, ekonomi, güvenlik gibi küresel sorunlara ortak çözüm arandığı bir süreçte; küresel politikaların, bölge politikalarının ve ülke politikalarının doğru okunmasında fayda bulunmaktadır.

 

            Dünyanın küresel ölçekte ortak karar mekanizmaları oluşturduğu süreçte, bu merkezlerden uzaklaşarak tek adam/tek parti politikaları ile bölgesel ve küresel sorunlara çözüm üretme gayretlerinin de bir fayda sağlamayacağı açıktır.

 

            Suriye sorunu, Türkiye için bir denek taşıdır.

 

            Doğruyu saptamak Türkiye’nin önünü açacaktır.

 

            Yanlışı tercih etmek ise Türkiye için uluslararası toplumdan uzaklaşarak ve yalnızlaşarak ülkesel/bölgesel/küresel ölçekte ülkesine, vatandaşlarına bir yarar sağlamayacak ve ancak sorunlarla dolu bir sürecin yaşamasına neden olabilecektir.

 

 

Yazının sonudur.

 

 

 

                                                                                              Av. Reha Taşkesen

                                                                                              Ankara, 25.08.2013

 



[1] RT, Ortadoğu/Kuzey Afrika ülkeleri bir bağımsızlık dönemi yaşamışlardır. Ancak, milli demokratik devlet deneyimini henüz yaşamamışlardır. Bu bakımdan önümüzdeki sürecin doğru tahlil edilmesi gerekmektedir. Gelişmeler, ülkeleri milli demokratik bir zemine doğru mu götürecektir yoksa etnik/dini/mezhepsel ayrışma ile parçalanmalar mı yaşanacaktır? Bunu yaşayarak göreceğiz. SUK’un ve SUKOA’nın kuruluş maksatları incelendiği zaman bu hususa vurgu yapıldığı dikkat çekmektedir.

 

Av. Reha TAŞKESEN | Tüm Yazıları
Hits: 1919