'Dink davası bir derin devlet davasına dönüşebilir'

~ 22.09.2013, Yeni Yaklaşımlar ~

 Ankara’da hâkimlik görevini sürdüren Muzaffer Şakar, Demokrat Yargı Derneği’nin de yönetim kurulunda yer alıyor. Şakar’ın, Demokrat Yargı yönetiminde yer alan Orhan Gazi Ertekin, Faruk Özsu, Kemal Şahin ve Uğur Yiğit ile birlikte yazdığı ‘Türkiye’de Yargı Yoktur’ adlı kitap, Nika Yayınevi tarafından yayımlandı. Hâkim Şakar ile, yargıda yaşanan son gelişmeler ışığında Dink davasında gelinen noktayı konuştuk.

FERDA BALANCAR

[email protected]

  • Türkiye’de gerçek anlamda bir yargı reformu için öncelikli olarak ne yapılmalı?

Türkiye’de reformdan bahsediliyorsa akla gelen tek şey yeni bir yasa yapmaktır. Oysa sadece yasaları değiştirerek toplumu, dünyayı değiştiremezsiniz. 2010’da kapsamlı bir anayasa değişikliği gerçekleştirildi. Şimdi de yeni bir anayasa için çalışmalar sürdürülüyor. Yapılan değişikliklere atfen, Ocak 2012’de “yargıya milletin eli değdi” diyen Başbakan 7 Şubat’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrıldığında aslında bu elin milletin eli olmadığını gördü.

  • Peki kimin eli değdi?

Aslında sorun kimin elinin değdiği değil, kimin elinin değmediğidir. Toplumun farklı kesimleri, bugün malesef yargıda bir karşılık üretememişlerdir. Yargı her dönem dar bir grubun hakimiyeti altında oldu. Temel sorun da burada… Mevcut durumda Yargı'da hakim olan grubun adını koyacak olursak. Yargıda hakim olmak için onun karargahını ele geçirmeniz yeterlidir. Bugün yargı mahfellerinde ismi geçen grup Gülen cemaatidir. Ancak bu yarın bir başka cemaat ya da bir başka parti olur. Önemli olan bu değildir.

  • Peki çözüm ne?

Yargı karargâhı tümüyle AK Parti’nin elinde değil

Yargıda AK Parti ile Gülen Cemaati arasında kıyasıya bir güç mücadelesi olduğu görülüyor. Bu mücadele günümüzde ne tür bir seyir almış durumda? Emniyet ve bürokraside Gülen cemaatinin tasfiye edildiğine dair haber ve yorumlar okuyoruz. Yargıda da aynı süreç söz konusu mu?

Yargı içerisinde Gülen Cemaatine yönelik bir tasfiyenin mümkün olması için yargının karargâhının tamamen AK Parti’nin elinde olması gerekir. Ancak bunun böyle olmadığını, MİT krizi ve Deniz Feneri soruşturması nedeniyle biliyoruz. Yargı içerisinde mutlak iktidarlara son verilmediği ve yargı toplumun tüm kesimlerinin temsiline dayalı bir yapıya bürünmediği sürece bu tür iktidar mücadeleleri devam edecek. Değişen ise sadece aktörler olacak.

Türkiye’de yıllarca, siyasetin aşağılanmasına, siyasetçilerin küçümsenmesine yönelik bir anlayış hâkim oldu. Söz konusu yargıysa bu söylem daha yüksek sesle dile getiriliyor. Ne var ki, istediğimiz kadar eleştirelim, sorunların çözüm mercii yine siyasettir. Öncelikle yargı içi iktidar ağlarını kaldırarak başlayabiliriz. Bir ‘yargı’dan söz etmek istiyorsak merkezsiz, karargâhsız bir yapı inşa etmeliyiz. Hiyerarşik bir örgütlenmenin, katı merkeziyetçi bir anlayışın olduğu yerde bir yargıdan söz edemeyiz. Bunu aşmak için öncelikle mevcut HSYK’nın yapısını değiştirip, bölümlerini artırmak, en önemlisi de seçim sistemini gözden geçirmek gerekir. Ayrıca, mevcut sorunlar kurumsallaşmış bir yapının sorunları değil kuruluş aşamasındaki bir yargının sorunlarıdır. O nedenle reformdan ziyade yargının inşasından söz etmeliyiz.

  • Dink davasında bugün gelinen noktayı nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye’nin son beş yılını ‘iddianameler çağı’ olarak tanımlayabiliriz. Son beş yılda yapılan soruşturmalar ve açılan davalarla Türkiye’de derin devletin ifşa edileceği algı ve beklentisi oluşturuldu. Bu algı ve beklenti, AK Parti’nin bugüne kadarki siyasal faaliyetine büyük ölçüde meşruiyet kazandırdı. Ancak gelinen noktada, muhaliflerin tasfiyesi ve sindirilmesinin bir aracı görünümüne büründü. Bunun bir nedeni yargının içinde bulunduğu durumdur. Yargının, toplumsal çeşitliliğe dayanan bir yapısının olmaması, toplumun geniş kesimleri tarafından kabul edilen bir meşruiyet oluşturmasını engelliyor. Öte yandan Dink davası, Hrant'ın arkadaşları da dahil olmak üzere, bugüne kadar Ergenekon davasının çeperinde tutularak anlaşılmaya çalışıldı. Davanın, önünde-sonunda Ergenekon davasına eklemlenmesi yoluyla hakikate ulaşılacağı zannıyla hareket edildi. Fakat bu adli perspektif, ciddi bir yanılgıdan kaynaklanıyor. Ergenekon davası ile Dink davası birbirinin önünü açan değil, birbirinin önünü kapatan davalardır. Her iki davanın birleştirilmesi, her iki davayı da felç eder. Bundan dolayı bu davalar bilinçli olarak birleştirilmedi.

Dink davası, gerçekte, Ergenekon davasının bütünlüklü bir derin devlet davası haline getirilmesi için en önemli davalardan birisidir. Oradan tutulduğu takdirde bir çorap söküğü gibi bütün ağlarına ulaşılan, bütünlüklü ve gerçekçi bir derin devlet davası doğabilir. Fakat bu durumda Ergenekon davası mevcut hali ve perspektifiyle, mevcut sahibiyle devam edemez hale gelir. Tam da bu nedenle Dink davasının Ergenekon davasının ne yakınında ne de uzağında tutulması sağlandı. İçine alınmadı çünkü Ergenekon davasının kimyası bozulacaktı. Bütün perspektif çökecekti. Derin devlet, daha kapsamlı bir faaliyetler ve failler yığınının ortak örgütsel yapısı olarak ortaya çıkacaktı. Ergenekon davasının uzağında da tutulmadı. Zira geçmişle hesaplaşma algısının, devletin çetelerden temizlendiği hissinin oluşabilmesi için Dink davasına ve benzerlerine ihtiyaç duyuluyor. Dink davasının uzandığı alanın kapsamlı bir işbirliği ve ittifak içerdiğini anladığımız anda onu mevcut Ergenekon Davası ile birlikte ele almanın ne kadar anlamsız ve safça olduğunu anlamak çok kolaydır. Dolayısıyla bu davada yeni bir adli perspektif geliştirmek zorunludur.

  • 17 Eylül’deki duruşmayla Dink davası yeniden başladı. Sözünü ettiğiniz yeni adli perspektif, davada varılan bu yeni aşamada nasıl olmalı?

Bu noktada ilk yapılması gereken şey herhalde Ergenekon davasını, Dink davasının bir ön tecrübesi olarak görmekten vazgeçmektir. Çünkü bu anlayış tek yönlü işliyor ve sadece Ergenekon davasına ideolojik meşruiyet sağlamakla yetiniyor. Buna karşılık Dink davasının adli yönünün bir milim ilerlemesine katkıda bulunmuyor. İkinci yapılması gereken şey ise Ergenekon davasının ana kurgusu, inşası, adli ve kriminolojik perspektifinin Dink davasını içeremeyecek kadar sorunlu olduğunu ortaya koymaktır. Dink davası, Ergenekon için bir ‘eksiklik’ değil, tam tersine bir ‘karşıtlık’ içerir. Bunun en önemli sebebi, Dink davasının yerli yerine oturtulabilmesi için Ergenekon davasının aslî sahiplerinin de soruşturmaya dahil edilmesi zorunluluğudur. Fakat geldiğimiz noktada bu beklentinin karşılanmayacağı açık. Üçüncü olarak, Türkiye'de devletin hukuk dışı şiddet potansiyeli ve faillerine dair doğru ve gerçekçi bir siyasal ağ tarif etmek gerekiyor. Bugüne kadarki tariflerin hiçbiri Dink davasını açıklayabilecek yeterlilikte değil.

Agos.com.tr

Hits: 906