Kars'taki Heykel Kimin?

~ 09.02.2011, Nihat BEHRAM ~

Başbakan’ın yıkma hedefi, Mehmet Aksoy’un Kars’taki ‘İnsanlık Anıtı’ gibi görünse de, onun ötesinde ve daha vahim bir anlam taşımaktadır. Başbakan kendi anlayışı ve hedefiyle çelişen ne varsa yıkmak istiyor. Onunla çelişen cumhuriyetse cumhuriyeti, laisizmse laisizmi, aydınlıksa aydınlığı, bilimse bilimi, eleştiriyse eleştiriyi, sanatsa sanatı… Başbakanın anlayışı RTE bireyinin ötesinde bir anlama sahiptir. Tıpkı faşizmin yıkma hedefindeki değerlerimizin de bizlerin ötesinde bir anlama sahip olduğu gibi.

Aktüel konu: Kars’taki heykel. Eserini ‘İnsanlık Anıtı’ adıyla tasarlar ve uygularken, yani doğumu sürecinde, o heykel Mehmet Aksoy’undu. Her sanat ürünü için bu böyledir. Sonrasında onunla düşünsel, ruhsal ilişkisi olan herkesindir. Gelinen noktada Kars’taki heykel bizimdir. Dinci, gerici bir anlayışın yıkıcılığına hedef olduğu noktada bin kat daha bizimdir. Kars’taki heykelin yıkılmasına karşı durmak ve direnmek, insanlık düşmanlığına karşı durmak ve direnmenin bir parçalı olarak kavranmalıdır. Bu bir mücadeledir, açık tanımıyla kavga. İnsanlığın ilerlemesinden yana olanların, insanlık düşmanlarına karşı kavgası.

Peki kavgaya hep, tersten sarılmış film gibi, sonundan mı başlayacağız?

Aktüel manzara: AKP’nin ilerici sanat ve bilim adamlarına düşmanlığı. İktidarları süresince bu düşmanlığın bin türlüsüne tanık olmadık mı? Eserleri dava ve yasaklama konusu olmuş yazarlar, yasaklanmış kitaplar, hakarete uğramış sanatçılar ve sansürün, gözdağının bini bin para gitmedi mi? AKP belediyelerinin düzenlediği kültür şenliklerine katılan arkadaşlar, bizzat o belediyelerin başkanlarınca hakarete hedef olmadılar mı? Fazıl Say’ın programı bizzat bu iktidar yetkililerince iptal edilmedi mi? Hırant’ın, Ceber’in katli, basılan sergiler, yasaklanan oyunlar, filmler, kapatılan kültür merkezleri bu dönemin ‘iş’leri değil mi?

Ya peki, karşısında oluşturulan tepki?

Baskıya hedef olan, soluğu devrimci güçler ve ilerici kamuoyuna şikayet ve yardım çağrısına koşmakta alıyor. Kavgaya ‘tersten sarılmış film gibi sondan başlamak’ dediğim budur.

Devrimci güçler ve devrimci kamuoyunun “Gerici iktidarı muhatap almayın, hedef alın!” diye bağırmaktan nefesi tükendi. Kendini siyasetler üstü görüp, her şeyin en doğrusunu bildiğini sananlar, Emine Erdoğan himayesinde düzenlenen fuarlarda, dinci gerici ortama ‘ilerici eşantiyon’ olarak katıldılar. Stantları sansür yiyince devrimci kamuoyuna koştular. Başbakanın kahvaltısında saf tutanların bir gün sonra fırça yiyenleri, ilerici kamuoyunu tepkiye çağırdılar. ‘Önemli olan nerde söylediğimiz değil ne söylediğimizdir’ avuntusuyla AKP belediyelerinin kültür şenliklerine ‘güç’ taşıyanlar, konuştukları kürsüde hakerete hedef olunca, yapacakları basın toplantılarına devrimci güçlerden destek aradılar.

Bu toplumda, bir de, değerlerine bağlı sanatçıların sergilediği tavır var. Bu hiç mi önemli değil? Edip Akbayram ve Erkan Oğur gibi sanatçı arkadaşlarımızın dinci, gerici güçlerin düzenlediği etkinliklere, başbakan davetlerine katılmama tavırlarının hiç mi önemi yok. Edip Akbayram AKP belediyelerinin düzenlediği konserlere katılmıyor. “O şehirlerde halkın, ilerici demokrat güçlerin düzenlediği etkinliklere katılmaktan şeref duyarım ama AKP çağrısıyla geceye çıkmam” dedi. Bu onurlu tavrın anlattığı hiçbir şey yok mu?

Sonuçta AKP, kendi anlayışıyla yürüdüğü yolda kendi içinde tutarlıdır. Toplumu İslamlaştırma, Osmanlılaştırma, gericileştirme anlayışı ve halka, aydınlara, değerlerimize saldırısında tavizsiz biçimde tutarlıdır ve son derece ‘bilinçli’ bir program ve uğraş içindedir.

Aktüel mekân: Kars. Ben bu şehrin nasıl bir devrimci dinamizme dayalı geçmişi olduğunu bilirim. Orada doğduğum için bilirim. 977 Kanlı 1 Mayıs’ından bir yıl sonra, bütün tehditler ve ara sokaklarına dek tanklar ve polisçe kuşatılmasına rağmen ana caddeyi dolduran halkla birlikte o günü orada ‘Dövüşe Dövüşe Yürünecek’ şiiriyle yaşamış, kalesine flama çekmiş birisi olarak bilirim. En acımasız biçimde katledilmiş devrimcilerini yakından tanımış biri olarak bilirim. 1965′te meclise sosyalist milletvekili yollamasından bilirim. Mustafa Suphi’yi Enternasyonal’le karşılayıp ağırlamış bu şehri dinci, gerici saldırıların tarih boyunca nasıl hedef aldığını bilirim. Özellikle de faşist 80 darbesi sonrasında bu saldırılar şahlandı. Ulaş Bardakçı’yı katleden timdeki Uğur Gür’ün, Kars Emniyet Müdürü olduğu dönemde, bu şehrin nice yiğit evladı acımasızlığın hedefi oldu. Baskı ve saldırılar, gericileştirme çabaları hız kesmeden sürdü. Bugün oradaki AKP bu saldırının hasadıdır.

Aktüel simge: ‘İnsanlık Anıtı’. Heykeli yapan sanatçı bir konuşmasında heykeline yönelik tavrın nedenlerinden biri olarak, AKP’li belediye başkanının CHP’ye geçmesini gösterdi. Bu tesbitiyle de ‘eserine partici kafayla değil, partiler üstü bakılması gerektiğine’ işaret etti. Sondan başa doğru değil de baştan sona doğru bakarsak: AKP cemaatten bir adamı Kars’ta seçtiremezdi. Cemaaatten seçtiremeyeceği yerlere uyguladığı taktiği Kars’ta da uyguladı. 99′da, ANAP’tan aday olan Naif Alibeyoğlu, 2002′de CHP Baykal listesine giremeyince AKP den aday oldu. Öğrencilik yıllarından devrimci geçmişi olan Alibeyoğlu, Karslı devrimci kesimler ve ilerici halkın oyunu da alarak başkan oldu. Ama sonuçta seçilen AKP’ydi. Seçilen şeyin, demokrat yapısı olan kişi değil de AKP olduğunu zaman zaten gösterdi. Kişi mi parti değiştirdi, parti mi kişi değiştirdi? Yanıtı, cemaatin artık kazanma gücüne ulaşmasında gizli!

Bağrından geldiğimiz bu şehire hem bir vefa, hem demokrat yapısının bozulması hesaplarına karşı halka bir dayanak olabilir duygusuyla, yerel yöneticilere Ataol’la birlikte 2002 Eylül’ünde kendi çapımızda bir öneri getirdik: ‘Tarihi yapısı nedeniyle koruma altında olan doğduğum ve çocukluğumuzun geçtiği evin kütüphane yapılması kaydıyla, bütün arşiv ve kitaplarımızı bağışlayacağımızı, üstelik en az da yüzbin kitap toplayabileceğimizi’ söyledik. Bu önerimizi mekândaki Karslı devrimci arkadaşlar alkışladılar. Belediye yöneticilerinin ‘Değerlendireceğiz!’ sesi ise fısıltıda kaldı (İyiki de öyle kalmış). Ötesi: Kars’taki ilk kültür şenliğinde, sahnedeki konuşmama “Osmanlı döneminde saraya elektrik geldiğinde, padişah şeytan icadı diye lambaya ateş etmişti; aynı aynayış bugün ampül amblemi altında toplanıp yine iktidar oldu!” diye başladığım günden sonra, şehrimin ‘kapıları’ bana kapandı. Ama, belediye bütçesinden topluca alınan O. Pamuk’un ‘Kar’ı caddelerde tezgah kurulup dağıtıldı. İkinci Cumhuriyetçiler ve AKP yandaşı liberallere etkinliklerde yıllarca konuşma olanağı sağlandı. Bunlar, filmin başlarındaki damlacıklardır. İnsanlığa karşı biriken damlaların oluşturduğu dalga bugün ‘insanlık anıtı’nı dövüyor.

Aktüel durum: Eleştiriye tahammülsüzlük. Tahammülsüzlüğün en büyüğü tabiki faşizm ve dinci gericilikte şekilleniyor. Çünkü, insana insanlığı anlatan her şeye amansızca düşmanlar. Peki, bu amansız düşmanlığa karşı direniş konusunda sanatçıların ‘tavır ve hatasından’ söz edildiğinde sanatçının tahammülsüzlüğü ne menem bir şeydir? Okuyanlar anımsayacaktır, “Başbakanın ısırığı, sanatçının pısırığı” başlıklı yazımda Mehmet Aksoy vesilesiyle gerici, dinci, faşist zorbalığa karşı sanatçı kesimlerdeki genel pısırıklığı ve sanatı siyaset üstü görme anlayışlarını eleştirmiştim. Nerde, burjuva medyasında mı? TKP’nin çabalarıyla yayınını sürdüren, devrimci insanların okuduğu soL’da eleştirmişim. Mehmet Aksoy esti, gürledi! Yazdığım yazıya cevap yetiştirdi. Cevap olsa iyi. ‘Şiir Penceresi’ adlı sitede, bir elinde ‘dev aynası’ saldırgan bir uslupla bana şiir, sanat, devrimcilik dersi vermeye yeltendi! Eleştiriye tahammülsüz bu ruh hali, kimin ruh haliyle ikizlik özelliği taşıyor, buna okurum karar versin diye o yazıyı (ima ve imlâlarına dahi dokunmadan) aynen alıyorum:

“Aktüaliteden Var Olmaya Çalışan / Ne güzel tatmin oldun. Farklı bir tavır sergiledin! Ne direnişten ne kavgadan haberin var. Sanki Tayyip’le ikimiz izbe bir sokakta kavga ediyoruz; kekliğim de yanımda! O zaman Mehmet Aksoy’un ne yapacağını görürdün. Ben milyonlara heykeli, sanatı anlatmaya çalışıyorum. Toplumun, senin gibi şiir yazan entel devrimcilerin bile anlamadığı bir alanda mücadele veriyorum. Heykeli, sanatı, bir afiş, bir bildiri gibi görenlere de bu işin böyle olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Bu heykelin Çanakkale’de, Yemen’de savaşlara karşı yakılan bir ağıt form dilinden, heykel dilinden bir türkü gibi olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Kendi kendime direnş adına bağırıp cağırmak istemiyorum. Toplu direnişe geçmek için toplu bilincin gerektiğini biliyorum. Melih Gökçek’e, 11 sene mücadele sonunda tükürdüğünü yalatıp heykeli tekrar yerine koydurttuğumu unuttun sanıyorum.Ben sanatımdan taviz verecek, geri basacak bir adam değilim. Taşla uğraşıyorum, kırılırım belki ama yıkılmam. Senin gibi laf taşımıyorum, taş taşıyorum.Bu heykeli yıkamazsınız! Yıktırmam diyorum ve heykelin ne olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Keleşi alıp hadi heykelin yanına mı gideyim! Zamanı gelince vücudumu siper edeceğim biraz bekle. Umarım o zaman sen de yanımda olursun… Bana ders vermeyi bırak ne yapıyorsun ona bak. Millet beni sıkıştırmış, sen de yandan saldırıya geçiyor, kendine pay çıkarıp aktüel olmaya, bununla var olmaya çalışıyorsun. Bir şiir yaz, direniş göster, slogan gibi olmasın; metaforlarla, imajlarla çok anlamlılığı yakalamaya çalış… Şiir bitmedi, korkma biz de bitmedik. Ben heykel yapmaya devam edeceğim sen de şiir yazmaya devam et. Küfürü bırak. Sanatçı duyarlılığının içeriğinde haset ve hizip olmasin. Biraz özgürleş. Emir komuta ile şiir yazılmaz ama küfür edilebilir… Senin ettiğin gibi. Bunu öğren artık… Bırak beni, kendi korkak pısırık haline bak. Konu benim konum değil; sanata -kültüre bir saldırı var. Haydi kıpraş Dadaşım. Bir şeyler yap. Hedef ben değilim, birbirimizi sonra eğitiriz. Mehmet Aksoy „

Sanatın ‘ne olduğu’ bahsine girersek heykelin sanat değerini tartışmamız gerekir ki, konumuz da bu değil, konunun gereği olarak almamız gereken konum da. Ve zaten yazının başında söyledim: dinci, gerici, faşist baskıya hedef kılınmış Kars’taki heykel bizimdir. Onu savunmak ve yıkmaya yeltenenlerin karşısında, dünyayı kafalarına yıkacak şekilde durmak boynumuzun borcudur. Taşla uğraşan arkadaşımız, yaklaşımımıza bu yanından bakıp mutluluk sağacağına, eleştiriyi ‘küfür’ diye algılayıp öfke sağmış! Bu taşbaş hali yine kendi alanına giren bir durumdur. Dilerim zaman içinde onu da yontar. Devrimci sanatçı tavrı, sanat ve sanatçının mücadele içindeki konumuna ilişkin konuların devrimci kadrolarda tartışılmasına soluk taşıyan tavırdır, o çabayı solduran somurtkan ve saldırgan tavır değil.

Aktüel merak: ‘İnsanlık Anıtı’nın kaderi. CHP’li bazı belediyeler ‘Anıta biz talibiz!’ diye ‘kadere’ çözüm önerdi! Gönül okşayıcı ve kulağa hoş gelse de, faşizmin hedefi olmuş bir esere bu yaklaşım da özü itibariyle teslimiyetçi ve gericidir. Siyasi şovdur. Bu tür ‘sahip çıkma’ tavrı, sanılanın aksine tehlikelidir. Zaten ülkemizin değerleri de AKP saldırganlığı ile CHP ‘sahiplenmesi’ arasında kışkışlanıp, pışpışlanıp duruyor. RTE CHP’den daha kurnaz ve işinin ehli olduğu için, hemen ‘Buyrun götürün!’ dedi. Anıt, saldırı altındaki halk değerlerinin bir parçasıdır. Kaderine bu bütünlük içinde bakmak gerekir. Devrimci tavır ‘karalanan yerden karalanmayacak yere taşınmacılık’ değil, bizzat yerinde ‘o kadere’ başkaldırmak, teslim olmamaktır. Devrimci örgütlerin faşizme karşı itaatsizlik, başkaldırı, direnme ve cepheleşme çağrılarına sanatçılar kulak vermelidir. Devrimci yapılanmayı küçümsemek hayır getirmez. ‘Devrimci yapılanma güçsüz’müş! İyi de, böyle düşünen kişinin katılıp cephenin güçlenmesi için daha büyük çaba içinde olması gerekmez mi? Güçlenmenin yolu dışardan fetva mı? ‘Pısırık’ dedim. Pısırıklık kör topal da olsa iş yapmayı içerir. Sanatçı ve aydın geçinenlerin bir çoğu pısırık bile değil. Teslimiyetçi, yağcı, yandaş, kapıkulu, yalaka….

Aktüel sorun: Devrimci cephe. Faşist, dinci, gerici güçler kendi içinde tutarlı ve ödünsüz biçimde planlarını uyguluyor. Halkın ana sorunu devrimci cephedir. Sadece kuyruğuna basıldığında mızmızlanmak güçsüzlüğün sesidir. Bu sesi toplu direniş gümbürtüsüne dönüştürmek gerekir. Birimize yapılan, hepimize yapılandır. ‘Hepimiz’ sözü halkı tanımlar. Zorbalığın karşısına dikilmenin en güçlü yolu, halkın devrimci cephesinden başka ne olabilir?

Nihat BEHRAM | Tüm Yazıları
Hits: 13465