Yönetimin adı ne?

Olağanüstü yönetimlere özgülenen Anayasa maddeleri (119-122, 15),  Kasım 2002’den bu yana uygulanmıyor. Olağanüstü halin son kalıntısı, aylar öncesinden plânlandığı üzere, AKP’nin iktidara geldiği ayda sona erdirildi… Öte yandan, on yıllık koalisyon hükûmetleri döneminin ardından sağlanan tek parti çoğunluğu, siyasal istikrar beklentisini de beraberinde getirmedi değil.

Doğru, istikrar sağlandı; ama sadece “Hükûmet istikrarı”; tam tersine, “siyasal istikrarsızlık” ise derinleşti.  Öyle ki, Hükûmet ve emri altındaki İdare, tanımını Anayasa’da bulan yönetim şeklinin ya marjında  ya da dışında yer aldı. Bu itibarla, AKP’nin iktidara gelmesiyle, “olağanüstü yönetimler” sona ermiş olsa da, Türkiye’nin yönetimi olağanlaşmadı. Olağanüstü koşullarda konulan %10 barajın halen uygulanmasına İHAM eleştirisi (Sadak&Yumak ka.), bugün de geçerli. Görünen, AK Parti iktidarda kaldığı sürece, -demokratlaşma olasılığı çok zayıf olduğuna göre- siyasal istikrarsızlığın derinleşeceği ve ülkenin açık veya örtülü bir iç savaşa sürükleneceği… Şimdilik eksik olan, böyle bir yönetime ad koymak: Olağanüstü desek, değil; çünkü, onun anayasal tanımı olduğu gibi, sınırları da belirlenmiş.

Meselâ, İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiş olsaydı, Gezi Parkı’nda özgürlüklere müdahalede, Anayasa md. 15 ölçütleri kullanılacaktı: “… milletlerarası hukuktan doğan  yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla,  durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir”.

Ne var ki, 31 Mayıs’tan bu yana, Gezi eksenli toplantı ve gösterilere uygulanan, madde 13’ün özgürlükler lehine ölçütleri (demokratik toplum düzeni, ölçülülük, hakkın özü) bir yana, md. 15’in bile sınırlarını fazlasıyla aşmış bulunuyor. Sadece birkaç nokta:

- İdare Mahkemesi kararını uygulamayan makamlar, Anayasa’yı ihlâle devam ediyor.

- Başbakanca “destan yazdığı” vurgulanan polis, sokakları sıkıyönetimden beter hale getirmekle veya “terör örgütü imal” fezlekeleri hazırlamakla yetinmeyip, içki masalarına da uzanmaya başladı… Önümüzdeki yıllarda İHAM ve başvuruda bulunulacak  olan uluslararası mercilerin kararlarına kadar, resmî makamların hak ihlâlleri büyük ölçüde cezasız kalacak…

- Adalet Bakanlığı ve TBMM Başkanlığı yapmış, şimdi ise Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyesi olan zat, “Hükûmeti devirme suçu’ işlediler, TCK md. 312 uygulanmalı”, diyebiliyor. Bu söylemin vahameti, Anayasa  md. 138’i ihlâlden kaynaklanmıyor sadece. Kendi ve çömezlerinin icat ettikleri, “izinsiz ve kanunsuz” toplantılara katılıp slogan atanlar hedef gösterilecek; medya bu yöne seferber edilecek, elverişli bir yargı zemini hazırlanacak… İdarî merciler, uygulamaya başladı bile: Yurttan çıkarmalar, kredi kesmeler, disiplin soruşturmaları…

Ne rastlantı! Aynı günlerde,  (üstelik, AKP’nin YAŞ mührünü kullandığı sırada),  geçen yıllarda hükûmeti devirme plânı yapmış olmaları veya darbeye elverişli ortam hazırlama iddiasıyla yargılanan Ergenekon sanıklarına, -bir “torba kanun” ile geçen yıl lağvedilen- özel yetkili mahkeme, tombaladan sayı çekermiş görüntüsü veren ceza dağıtımı yaptı… Kürsü arkadaşım Abdullah Sezer’in tweet mesajı: “Önerim: Öğrencilerimize artık ‘hukuk başlangıcı’ yerine ‘hukukun sonu’ okutulsun…” (05.08.2013).

Hükûmet, yargı kararına saygılı olduğu beyanında bulundu. Buna karşılık, İstanbul İdare Mahkemesi kararını neden uygulamadıklarını açıklama gereğini duymak bir yana, kararın gereğini talep edenler  için, “Hükûmeti devirme suçu” ortamını hazırlamak için kolları sıvadılar bile.

Şu sorulabilir: AK Parti ve Hükûmeti gözünde, “darbe ortamını hazırlamak” bir gerçeklik mi, yoksa bir paranoya mı? Buna yanıt için, bağlantılı bir soru daha: AKP, % 50’lik desteğin, Anayasa ve hukuk dışı söylem ve işlemlerini meşrulaştırmaya yeterli olduğuna inandığı için mi, yoksa iktidarını sürekli kılmak  amacıyla muhalif mevzilerin filizlenmesini yok etmek için mi, “darbe ortamı” edebiyatını eksik etmiyor?

Hükûmeti devirmek için gerekli ortamı hazırlayan kesimleri bilemem ama, açık olan, AK Parti’nin, muhalifleri sindirmek için gerekli “yargısal ortamı hazırlama”konusunda bir orkestra görüntüsü veriyor  olması. Bu amaçla, müdahale alanları genişleyerek ivme kazanacak:

- TMMOB yetki tırpanlaması ve demokratik kitle örgütleri üzerinde vesayet,

- Futbol maçlarında siyasî slogan atma yasağı,

- Üniversitelere özgü polis örgütü,

- Sosyal medyayı düzenleme iştahı,

- Çevre vesayeti, ve diğerleri.

Bu yönetim, nasıl adlandırılabilir? Anayasal ve olağan değil, olağanüstü rejimin de anayasal bir statüsü bulunduğuna göre, buna herhalde, “olağandışı yönetim”, -Anayasasız ve hukuk dışı dememek için- olarak...

Ülkemizin olağan yönetime kavuşması dileğiyle, nice Bayramlara...

(Birgün)

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1971