Bir 'ibret-i âlem' örneği; Hanefi Avcı olayı!

~ 21.07.2013, Merdan YANARDAĞ ~

AKP İktidarı'nın Cemaat işbirliğiyle gerçekleştirdiği darbe sürecinde hazırladığı tertiplerden biri olan 'Devrimci Karargâh Davası' sonuçlandı. Bu dava; hazırlanışı, sürdürülüşü ve sonuçlandırılış yöntemi ile tam bir hukuk skandalı niteliğinde. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davada verilen mahkûmiyet kararları adalet adına yüz kızartıcı. Dahası, demokratik hak ve özgürlüklere yönelik bir saldırı diye yorumlanacak yaklaşıma sahip.


Bilindiği gibi davada, 24 kişi beraat etti. 15 kişi ise örgüt üyeliğinden ceza aldı. Ceza alanlar arasında Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkanı Rıdvan Turan, Toplumsal Özgürlük Platformu'ndan Tuncay Yılmaz, Bilim ve Gelecek Dergisi editörlerinden Baha Okar da bulunuyor.

Bu davanın en önemli sanıklarından biri kuşkusuz Birinci Sınıf Emniyet Müdürü, İstihbarat Daire Başkanlığı ve Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü yapan Hanefi Avcı oldu. Uzun süre Siyasi Şube'de görev yapan, Emniyet İstihbaratı'nı yeniden yapılandıran kıdemli bir polis olan Hanefi Avcı'ya da bu davada ceza verilmesi bile tek başına hiçbir zekâ pırıltısı ve incelik taşımayan kaba bir komployla karşı karşıya olduğumuzu kanıtlamaya yeter.

Öyle ki, davada kararın açıklanması gerçek bir skandal oldu; yargıçlar, Usul Hukuku'nu bile çiğneyerek kararı sanıkların yüzüne karşı okumadan avukatlara verip adeta kaçtı.

Çünkü Avcı, “Yasa dışı Devrimci Karargâh Terör Örgütü mensuplarına yardım etmek” suçundan 5 yıl 7 ay 15 gün; ruhsatsız ve vahim nitelikte tam otomatik ve yarı otomatik silah taşıdığı sabit olduğundan 5 yıl hapis ve 10 bin TL para cezasına; yazdığı “Haliç'te Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat” kitabında “terör örgütleri ve bu amaçla yapılan soruşturma ve yargılama yargı görevi yapanları etkileme” suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına; kitabında Devrimci Karargâh soruşturmasında gizliliği ihlal ettiği gerekçesiyle 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Bütün hayatı sol ve sosyalist örgütlere karşı operasyon yapmakla geçen, kendisini “milliyetçi ve muhafazakâr bir polis” olarak tanımlayan Hanefi Avcı'nın değil ceza alması, bu davada sanık olması bile yaşamın olağan akışına, akla, mantığa, bilime, hukuka ve polislik mesleğinin niteliğine aykırıdır.

Bu nedenle Avcı'ya, silahlı mücadeleyi savunduğu belirtilen “Devrimci Karargâh örgütüne yardım ve yataklık yapmak” suçundan verilen ceza tam anlamıyla bir hukuk skandalıdır. Siyasi Şube'de staj yapan bir polise bu senaryoyu anlatsanız, bu saçmalığa gülüp geçer. Ancak daha da önemlisi, Cemaatin Emniyet ve adliyedeki ilişkilerini deşifre eden bir kitap yazdığı için Avcı'ya ceza verilmesidir. Çünkü diğer tüm cezaların bu kitabı yazdığı için verildiği anlaşılmaktadır.

Öncelikle vurgulanmalı ki, bu davada bir kişiye kitap yazdı diye ceza verildi. O halde yeni rejimi, iktidarı, Emniyet ve Adliye örgütlerini bu kadar tedirgin eden, dolayısıyla hukuku, yasaları, aklı ve mantığı bir yana bırakarak Avcı'nın üzerine çullanmalarına neden olan bu kitabın önemi büyük. Ben solun, basının, entelektüellerin, sosyalist çevrelerin bu olguyu atladıklarını düşünüyorum.

Sol, rejimin üzerindeki perdeyi kaldıran ve komployu açığa çıkaran Hanefi Avcı olayını ıskaladı. Rejimin, devlet içindeki yapılanmanın pilot kabininden gelen bir polis müdürünün daha çok siciliyle uğraşıldı. Geçmişte sol örgütlere karşı yaptığı operasyonlar, yürüttüğü mücadele, işkenceci olması gibi özellikleri öne çıkarıldı. Hatta duruşmalar sırasında Avcı'nın ne söylediğiyle, neyi ifşa ettiğiyle değil bu yanıyla uğraşıldı, üzerine ayakkabı atıldı, hakaret edildi, yan yana oturulmadı.

Davada yargılanan diğer sanıklar, Avcı ile birlikte yargılanmalarını, kendilerine yönelik bir itibarsızlaştırma ve lekeleme operasyonu gibi okudular. Bu tutum ve yaklaşım nedeniyle Hanefi Avcı olayının sistemde gedik açması ve komployu çökertecek bir olanağa dönüşmesi de büyük ölçüde kaçırıldı. Oysa bütünüyle gereksiz bir kompleksti.



Çünkü Avcı, zaten kendi geçmişini açıklıkla anlatıyor, devletin 2000 yılına kadar temel sorgulama yönteminin işkence olduğunu söylüyor, özeleştiri yapıyordu. Daha önce sorguladığı ya da operasyon yaptığı bazı devrimcilerle bir araya gelip onlardan özür dilediği de sonradan ortaya çıkıyordu. Ortada farklı bir durum vardı.

Devrimci Karargâh davasına bu örgütle ilgisi olmayan kişilerin dahil edilmesinin nedeni sanılanın tam tersiydi; amaç bazı sosyalistleri itibarsızlaştırmak değil, bu yöntemle Hanefi Avcı'yı imha etmek ve arkasından gelebilecek başkaları için bir “ibreti âlem” örneği yaratmaktı.

Bu durum görülemedi. Hanefi Avcı, kendi örgütünü, gerici-faşizan yapılanmayı terk etmiş ve bu yapıyı açığa çıkarmak için harekete geçmişti. Bir tür “kendi sınıfına pozitif ihanet” durumu söz konusuydu. Bu anlaşılamadı.


Dolayısıyla bu yazımda 'Hanefi Avcı olayı'ndan hareketle AKP iktidarının devleti ele geçirme araçlarından bir haline gelen Cemaat destekli hukuk komplosuna bir kez daha yakından bakmaya ve analiz etmeye çalışacağım. Dahası, çok önemli bulduğum “Neden Hanefi Avcı?” sorusuna yanıt vermeyi deneyeceğim.

Hanefi Avcı'nın “Haliç'te Yaşayan Simonlar; Dün Devlet Bugün Cemaat” isimli kitabını yeniden ele almakta yarar var. Çünkü “Neden Hanefi Avcı?” sorusunun yanıtı bu kitabın içinde yatıyor. Bu amaçla kitap hakkında 27 Ağustos 2010 tarihinde Sol Portal'da yazdığım yazıdan da bazı bölümleri alarak konuyu yeniden tartışacağım.

                                      ***

Dalga dalga gelişen Ergenekon operasyonlarıyla ortalığın toz duman olduğu, solun bir kesiminin bile darbecilerin yargılanacağına ve derin devletin tasfiye edileceğine inandığı o karanlık günlerde bekliyordum... Bir gün Emniyet Örgütü’nden bir polis şefinin çıkacağını ve her şeyi açıklayabileceğini düşünüyordum. Başka türlü olamazdı çünkü.

Bu kadar haksızlık, adaletsizlik, kıyıcılık, sahtekârlık, imzasız ihbar mektuplarına dayalı gözaltı ve tutuklamalar, sahte belge üretimi, Emniyet ve Adliye'de yuvalanan illegal bir İslamcı örgütün hazırladığı yüzlerce hukuksuz operasyon karşısında mutlaka biri çıkacak ve büyük komployu açıklayacaktı. Ve o gün bazı solcu arkadaşlarımız daha önce yaptıkları Ergenekon değerlendirmeleri nedeniyle utanacaklardı.

Nitekim öyle de oldu. O solcu arkadaşlarımız utandı mı bilmiyorum ama muhafazakâr, milliyetçi ve Cemaate yakın bir Emniyet Müdürü olarak tanınan Hanefi Avcı çıktı ve “Kral çıplak” dedi.



Polis Akademisi’ndeki öğrencilik yıllarında ışık evlerinde kalan, çocukları Samanyolu Koleji’nde okuyan, Cemaat’in gazeteleri tarafından hakkında övgüler dizilen, 28 Şubat döneminde tutuklanan, Susurluk Çetesi’nin deşifre edilmesinde önemli rol oynayan ve Fethullah Gülen'e yakın bir polis şefi olarak tanınan Avcı’nın kitabı ve yaptığı açıklamalar çok önemliydi. Arkası da gelecek gibi görünüyordu.

“Haliç’te Yaşayan Simonlar; Dün Devlet Bugün Cemaat” isimli kitap, 12 Eylül 2010 referandumu öncesinde kelimenin tam anlamıyla Türkiye gündemini altüst etti. İslamcı ve yandaş medyanın bütün çürütme, önemsizleştirme, yazılanlar hakkında kuşku yaratma ve görmezden gelme tutumuna karşın Hanefi Avcı’nın yazdıkları devleti yönetenlerde derin bir endişe yaratmıştı.

Ergenekon soruşturması, Balyoz Darbe Planı, Hrant Dink cinayeti, Danıştay saldırısı gibi bir dizi gelişmenin gerçekte bir İktidar-Cemaat operasyonu olduğunu ve bu gücün devleti bütünüyle ele geçirmeyi amaçladığını yazanları, Hanefi Avcı birinci dereceden tanık olarak doğruluyordu. Yarattığı sarsıcı etkinin nedeni buydu.

Avcı’nın sadece tanıklık yaparak değil, kanıtlar sunarak ve kimi kanıtlara nasıl ulaşılacağını da göstererek yazdığı bu kitap, öyle görünüyor ki, AKP-Cemaat koalisyonunun Türkiye’yi dönüştürme projesinde büyük bir kırılma yaratacaktı.

Örneğin Avcı kitabında, Ergenekon iddianamesinde PKK’nin, Devrimci Sol’un (DHKP-C), MLKP’nin, İBDA-C'nin ve Hizbullah’ın Ergenekon örgütü tarafından yönetildiği şeklindeki değerlendirmenin ciddiyetsiz ve hiçbir kanıta dayanmadığını, poliste de bu yönde bir kayıt ve bilginin olmadığını belirtiyordu.

Tertibi hazırlayanların Ergenekon soruşturmaları üzerinden Türkiye’yi yeniden formatlamaya çalıştığını belirten Avcı, iktidar sahiplerinin yeni bir resmi tarih yazmayı amaçladıklarını ve bu nedenle Cumhuriyetin kurucu değerlerini tasfiye ettiklerini söyleyenleri de doğruluyordu.

Liberaller bir yana, bazı solcu arkadaşlarımız bile Ergenekon iddianamesini parçalı şekilde değerlendirmeye çalışır; örneğin, bazı devrimci örgütlerin “Ergenekon tarafından kurulduğu” şeklindeki iddialarını görmezden gelirken, Avcı bunların saçma ve kanıtsız olduğunu ortaya koyuyordu.

Devrimci Karargâh davası açılınca , daha önce ellerine pankartları alıp Silivri’ye koşan ve “Ergenekon soruşturması sonuna kadar gitsin” diyen bazı arkadaşlarımız ise, trajikomik bir duruma düştüler.

Sosyalist hareketin 1960'lardaki ilk göz ağrısı olan Türkiye İşçi Partisi (TİP) bile Ergenekon iddianamesinde “terörist örgüt” diye nitelendiriliyordu. Hal böyleyken, Ergenekon iddianamesinin bir bölümüne sahip çıkıp bir bölümünü reddetmek kadar saçma bir tutum olabilir miydi? Sol böyle bir keyfilik içinde olaylara, siyasal gelişmelere ve tarihe bakabilir miydi? Kimsenin böyle bir lüksü var mıydı?

Ama oldu.

Oysa bu arada Avcı, hem kitabında hem de kitabı dolayısıyla kendisiyle yapılan söyleşilerde Hrant Dink cinayetinin Ergenekon’a yıkılmasının da hiçbir kanıta dayanmadığını belirtiyor ve bu olayda da bir Cemaat gölgesi olduğuna işaret ediyordu. Avcı'nın da ortaya koyduğu bir dizi belge, tanıklık, teftiş kurulu raporları ve resmi istihbarat verileri Dink cinayetine Emniyet’teki Fethullahçı yapılanmanın bir anlamda "yol verdiğini" ortaya koyuyordu. Yani, istihbarat ve teknik takip birimlerini elinde tutan polislerin, Ergenekon operasyonu için uygun bir atmosfer/kamuoyu yaratacağını hesapladığı –ki böyle de oldu- Hrant Dink cinayetini önlemediği anlaşılıyordu.

Bu arada liberaller ve bazı solcu arkadaşlarımız Hrant Dink’in ölüm

yıldönümlerinde “Hrant’ın katili Ergenekon devleti” diye slogan atmaya devam ediyordu. Oysa, Hrant Dink böyle bir slogan atılsın diye öldürülmüştü.

Aynı dönemde, uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği yaptığı gerekçesiyle (bir muhbiriyle görüştüğü için) tutuklanan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Aslan da, Hrant Dink cinayetini araştırdığı için kendisine tuzak kurulduğunu açıklamıştı. Emin Aslan, daha sonra serbest bırakılmış ve iddiaların gerçek olmadığı ortaya çıkmıştı. Ancak, genel müdür yardımcılığından alınmış ve kızağa çekilmişti. Zaten amaç da buydu.

Yine bir başka Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü de Silivri Mahkemesi'nin sorduğu resmi bir soruya, istihbarat kayıtları ve arşivindeki bilgilerine dayanarak, “Ergenekon diye bir örgüt Emniyet kanıtlarına göre yoktur” diye cevap verdiği için, yine imzasız bir ihbar mektubu ile hakkında soruşturma açılıp görevden alınıyordu.

Cemaatçi olduğu belirtilen Ramazan Akyürek'ten önce Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olan Sabri Uzun da yine Cemaat tarafından tasfiye edilen emniyet müdürlerinden biriydi. Uzun, Başbakanlık Teftiş Kurulu’na başvurarak verdiği ifadede, Hrant Dink’in öldürüleceğine dair istihbaratın ve ihbarın Fethullahçı polisler tarafından kendisinden saklandığını, böylece Dink’e koruma verilemediğini, oysa cinayetin önlenebileceğini söylemişti.

Sonuç olarak Avcı’nın kitabı, kolaycı sonuçlar çıkaran ve liberal ezbere dayanan siyaset ve medya ortamında yapılan değerlendirmelerin ne kadar sığ ve yanlış olabileceğini ortaya koydu.

Ancak kıymeti bilinemedi. Diğerleri gibi Avcı'ya da verilen akıl ve hukuk dışı cezanın anlamı budur.

(Yurt Gazetesi)

Merdan YANARDAĞ | Tüm Yazıları
Hits: 1587