Evdeki Hesap ve Orta Doğu Çarşısı

~ 07.07.2013, Şükrü Sina GÜREL ~

Evet, evdeki hesap, Orta Doğu çarşısına uymadı ! Bölgede “ılımlı İslam”la siyaset mühendisliğine girişerek bir Sünni kuşak yaratmak için başlatılan BOP, bitti… Tayyip Erdoğan, zaten Washington ziyareti sırasında “Eş Başkan”lık görevinden azledildiği tebligatını almıştı ama önce Gezi direnişi, ardından da Mursi’nin düşüşü, şimdi artık kendisi için de -tabii siyasal anlamda- sonun başlangıcı oldu. Sandığın faziletlerini anlata, söyleye, o da düşüşe geçti…


Mısır’da Mursi’nin iktidara getiriliş sürecini hatırlayalım : Önce Mübarek karşıtı gösteriler başladı ve ordu kenarda durdu. Mübarekçilerle ötekiler arasında çatışmalar başlayınca, ordu müdahale etti. Bu, bir bakıma hızlandırılmış bir “12 Eylül” süreciydi. Zaten darbenin ardından ülkenin yönetimine bir Askeri Konsey oluşturarak askerler el koymuştu. Ardından, birçok adayın yarışmasını askerlerin “veto” ettiği seçimler yapıldı. Seçmenlerin %50’sinin gittiği sandıktan Mursi çıktı. Sandığa gitmeyenleri de katarsak, Müslüman Birader seçmenlerin dörtte birinin oyunu alarak iktidara gelmişti. ( Burada, izninizle Menderes ve Erdoğan’la birlikte demokrasi kahramanı olarak iktidarın afişlerine çıkan Turgut Özal’ın -12 Eylül kabinesinde Başbakan Yardımcısı olduğunu da unutmayalım- 1983’te nasıl Başbakan olduğunu hatırlayalım isterim.)


Mursi’yi iktidara taşıyan askerler, nasıl oluyor da o zaman “darbe” değil “devrim” yapmışlardır da, şimdi yaptıkları “darbe” oluyor? Anlayabilen, lütfen, beri gelsin !


Aslında Batı ve İsrail için de mübarek bir yönetici olan Mübarek’in gönderilmesi, BOP için gerekli olan, “ehlileştirilmiş Müslüman Kardeşler” iktidarını kurmak için gerekmişti. İran’ı dengeleyecek bir Sünni Cephenin en önemli halkalarından biri, kuşkusuz Mısır olacaktı. Üstelik, bu cepheyi Lübnan ve Suriye’ye uzatabilmek, ancak Biraderlerin katkısıyla olabilecekti.


Ama Mursi, önünde engel kalmayınca, kaçınılmaz sonuna doğru hızla yol aldı ve Mısır’da bir İslamcı dikta rejimi oluşturmaya girişti. Hatta Yargı erkini de kendisine bağladı. Ülkeyi, Yasama’nın yetkilerini de gasp ederek “kararnameler”le yönetmeye başladı. Şeriat Anayasası getirdi.


Şimdi burada, yine izninizle, daha önce de belirtmeye çalıştığımız bir noktanın altını yeniden çizelim : Laiklik olmadan, demokrasi olmaz. Sandıktan her çıkan demokrat olmayacağı gibi, iktidarların sandıktan çıkanlara verildiği her rejim, demokrasi olamaz. Çünkü, İslamiyet dahil, her dini inanış, “dogma”dır. Bireylerin inançlarına rejimler karışmamalıdır. Ama sandıktan çıkan “dogma”nın, kendisinden başka hiçbir siyasal görüşe artık yaşam hakkı vermeyeceği bilindiğinde, böyle bir rejime demokrasi denemez. Üstelik, böyle bir rejim, kendi uygun gördüğü yaşam biçiminin dışında bireysel tercihlere de izin vermez. Laiklik, demokratik bir toplum ve siyaset yapısının tek ön koşulu değildir ; ama en önde gelen ön koşuludur.

Daha önce laikliğe önem verenleri “laikçi” olarak küçümsemeye yeltenen “yetmez ama evet”çi eski dostların bugün Müslüman Kardeşler tarafından bir iç savaşa sürüklenmeye çalışılan Mısır’la ilgili düşüncelerini duyup, okuyunca merak ediyorum : Acaba on yıl boyunca Türkiye’de tasfiye edilmeye çalışılan Cumhuriyet’in değerini şimdi anlayabildiler mi?

Sandığın içine konanlardan başkasının sandıktan çıkması mümkün değildir. Sandığa istediğini koyan (unutmayalım Menderes ‘odunu namzet yapsam vekil olur’ demişti) , bütün erkleri kendi elinde toplayan, toplumsal yaşamı kendi inançlarına uygun düzenlemeye başlayan siyasetçiler, ne kadar sandıktan çıkmakla övünürlerse övünsünler, demokrat olamazlar. Bütün frenlerinden arındırılmış, önünde engel kalmamış, hiç kimsenin denetimine ve eleştirisine tahammülü olmayan yönetici, olsa olsa bir ara “demokrasi tramvayı”na binmiş bir diktatör olur.

(Yurt Gazetesi)

Şükrü Sina GÜREL | Tüm Yazıları
Hits: 1183